“Gördüm ki, bütün Kâinât tümden bir ağaçtan ibâret…
O ağacın asıl nûru ise;
“Kün! Ol!” tohumundan meydana gelmiş.”
İbn Arabî (ks)
Gerek sûfî şâirlerin gerekse Yûnus Emre’nin şiirlerinde dervişlik kavramı çok özel bir yer tutar. Bu sebeple Yûnus Emre dîvânında başta “Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil/Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.” beytiyle başlayan şiiri olmak üzere “Bu dervişlik dedikleri bir acâyip durakdur/Derviş olan kişiye evvel dirlik gerekdür”, “Dervîşlik makâmı hâl içinde hâl/Ferâgatlık makâmı dervîş olana muhâl”, “İy dervîş diyen bana nem durur dervîş benüm/Dervîşlik yaylasında hareketüm kış benüm”, “Dervîş olan kişiler deli olagan olur/‘Işk neydügin bilmeyen ana gülegen olur”, “Gel iy dervîşlik isteyen eydem sana n'itmek gerek/Şerbetleri elden koyup aguyı nûş itmek gerek” beyitleriyle başlayan pek çok şiire rastlarız.
Bu şiirlere baktığımızda “derviş kime denir, hangi özelliklere sâhip olmalıdır?” gibi dervişliğe dâir bütün soruların cevaplarını buluruz. Tabiî her şiir konuyu başka bir açıdan ele alır. Bu yüzden her biri ayrı ayrı incelenmeli ve bunların toplamından Yûnus Emre’nin dervişliğe dâir düşünceleri bütünlüklü olarak görülmelidir. Zîrâ Yûnus Emre dervişlik kavramına sâdece “bir tarîkata müntesib kişi” anlamının ötesinde bakmakta ve dervişliği karşımıza “kâmil bir insan modeli” olarak çıkarmaktadır.
Biz bu yazıda bu şiirlerden biri olan “Her kime ki dervişlik bağışlana/Kalbi gide pâk ola gümüşlene” beytiyle başlayan şiiri üzerinde durmak istiyoruz. Şiir, bütünüyle “derviş kimdir, nasıl olmalıdır?” sorusuna cevap vermektedir. Fakat bunu yaparken konuyla ilgili diğer şiirlerden farkı, konuyu bir ağaç benzetmesiyle anlatması ve bu şekilde bizi sözü edilen insan modelinin özellikleri konusunda bilgilendirmesidir. Önce şiire bakalım:
Her kime kim dervîşlik bagışlana
Kalbı gide pâk ola gümüşlene
Nefesinden müşkile ‘anber düte
Budagından il ü şâr yimişlene
Yapragı dertlüyiçün dermân ola
Gölgesinde çok kademler işlene
Âşıkun gözi yaşı hem göl ola
Ayagından sâz bitüp kamışlana
Cümle şâ‘ir dost bahçesi bülbüli
Yûnus Emre arada dürrâclana
Görüldüğü gibi şiirde dervişi; gölgesinde iyi işler yapılan, dallarında meyveler bulunan, etrâfa hoş kokular yayan ve yapraklarından dertlilere dermân olabilen bir ağaca benzetmektedir. Bu ilk bakışta her gün gözle gördüğümüz bir ağacın gölgesi, çiçeği, yaprağı ve meyvesi ile taşıdığı önemle ilgili görülebilir. Böyle bir yorum yanlış olmamakla birlikte biz işin daha ötesine geçmek durumundayız. Bize bu konuda yol gösterecek metin ise İbn Arabî’nin “Şeceretü’l-Kevn Risâlesi”dir. “Varlık ağacı” mânâsına gelen bu eserde İbn Arabî “Şeceretü'l-kevn”i, hem tohumu hem de meyvesinin çekirdeği “Kün!” emriyle oluşan insân-ı kâmil ağacı olarak târif etmektedir. Bu ağacın kökü ilâhî ilmi, gövdesi varlığın zuhûrunu, meyveler ise güzelliği ve mükemmelliği ifâde etmektedir. Demek ki burada ağaç üzerinden bir insân-ı kâmil târifi yapılmaktadır. Dervişlik zâten insân-ı kâmil olma yolculuğunun adıdır. Yûnus Emre’nin de konuya böyle baktığı anlaşılmaktadır.
Şimdi şiire daha detaylı bakalım: “Her kime kim dervîşlik bağışlana/Kalbı gide pâk ola gümüşlene” şeklindeki ilk beyit, her şeyden önce dervişliğin bir meslek/iş sâhibinin emek sarfederek o mesleğin/işin ustası/sâhibi gibi bir olay olmadığını göstermektedir. Şüphesiz seyr ü sülûk yolunda gayret işin olmazsa olmazıdır ama netîcede dervişlik bu gayretlerin bir ikrâmı olarak bir ilâhî bağış/nasip meselesidir. Bu da derviş olma yolundaki gayretin kılıkta kıyâfette, az yemekle az içmek ve uyumakla olamayacağını, meselenin asıl olarak bir mânevî tarafı olduğunu göstermektedir. Yine bedenin disiplinli hal ve hareketinin yanında asıl olarak gönlün ıslâhının temel şart olduğu bilgisine götürmektedir.
“Kalbin gümüşlenmesi” ifâdesi ise bizi “tecellî” kavramına götürmektedir. Yâni kalp temizlendiğinde oraya ilâhî tecelliler doğar ve orası gümüş gibi parlar, aydınlanır. Böylece hakîkatle buluşan kalp asıl kimliğine kavuşmuş olarak merkezine Hakk’ı koyar. Sultânı Allah olur. O’nun emriyle hareket eder. Dil de gönüle bağlı olduğu için sâdece ve sâdece Hakk’ı söyler. Böyle bir kalbin sâhibinin sözü ise hikmete dönüşerek insanlara şifâ olur. O dilden hayırlı söz çıkar. Böylece “kalbi gümüşlenen” (aydınlanan/temizlenen) derviş, sözüyle de insanlara faydalı hâle gelir.
İkinci beyit “Nefesinden misk ü anber tüte/Budağından il ü şâr yemişlene” şeklindedir. Yine ağacın bir unsuru (budak) ile yapılan bu benzetmede de söylenenler ilk beyittekini biraz daha açık hâle getirir. Buna göre misk ve amber nasıl güzel kokularıyla insanlara faydalı olmaktaysa derviş de onlar gibi kokarak içindeki güzelliği tıpkı bir nefes gibi dışa çıkarır/yansıtır. Konunun misk ve amberle izah edilmesi onların çok kıymetli oluşlarıyla ilgilidir elbette. Dışarı çıkan ise elbette hakîkate dâir olan sözlerdir. Böylece ondan “il ü şar” şehirler, köyler kısacası insanların mukîm oldukları her yer faydalanır. Fakat bu faydalanma -buna beslenme de diyebiliriz- mânevî bir beslenmedir. Ağaç meyvesiyle nasıl maddî olarak insanı besliyorsa derviş de insanları mânevî olarak besler. Bu beyit bize dervişliğin en belirgin özelliklerinden birinin de insanlara faydalı olmak olduğunu göstermektedir. Bu fayda sosyal hayat içinde olmakla birlikte tabiî asıl olarak hakîkatin anlatılmasıdır.
“Yaprağı dertli için dermân ola/Gölgesinde çok hayırlar işlene” şeklindeki üçüncü beyitte ise tekrar ağaç/gölge/yaprak benzetmesiyle yine fayda konusu işlenmektedir. Fakat bu durum burada dert-derman kelimeleriyle ele alınmaktadır. Sûfîlerin tabîb-i mânevî (mânevî tabip) olarak adlandırıldığını biliyoruz. Zîrâ insanların nasıl maddî/bedenî dertleri varsa ondan daha önemli olarak mânevî dertleri de vardır. İşte dervişin uyarıcı/irşâd edici sözleri/nasîhatleri bu tür dert sâhiplerine dermân olmaktadır. Burada ağaç yapraklarının da tıbbî tedâvide kullanıldığı bilgisini hatırlamak gerekir. Gölge ise kendisine sığınılan olarak anlaşılabilir. Nasıl çok sıcak bir havada -ki böyle hava zararlı olabilir- insanlar bir ağaç gölgesinde bedenî anlamda olumsuz etkilenmeden kurtuluyorlarsa dervişin gölgesi de onları dıştaki zararlı şeylerden korur. Bu şekilde korunan insanlar ise topluma hayırlı işler yapan insanlara dönüşürler.
Bir sonraki beyit “Âşıkın gözü yaşı hem göl ola/Ayağından saz bitip kamışlana” şeklindedir. Sûfî anlayışta gözyaşı âşıklığın en önemli göstergelerinden biridir. O, Allâh’a kavuşmak arzusu ile bu geçici âlemde sürekli olarak vuslat acısı yaşar. Bu da gözyaşı olarak kendisini gösterir. Yine gözyaşının merhamet kavramıyla ilişkisi de burada hatırlanmalıdır. Buna göre derviş her şeyden önce muhabbet insanı olarak diğer insanlara, canlılara karşı çok merhametli olmalıdır. Zîrâ bu sıfat Allâh’ın sıfatıdır. Derviş için ise Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmak asıl meseledir. Beytin ikinci mısrâında geçen “kamışlanma” ise: Bir bitkinin yetişmesi, yeşermesi nasıl su ile oluyorsa dervişin gözyaşı da öylesine bir mânevî iklim meydana getirir ki dervişin ayak bastığı yerde sazlık oluşur, kamışlar yetişir. Bu da yine insanlara faydalı olma hâlinin başka bir benzetme ile ifâdesi demektir.
Son beyit ise “Cümle şâir dost bahçesi bülbülü/Yûnus Emre arada dürraçlana” şeklindedir. Bilindiği üzere hemen bütün sûfîler şâirdir. Ama onların dili Hakk’ı söyler. Bu yüzden onlar Dost bahçesinin bülbülleridirler. Bülbül nasıl güle aşkından yanık yanık öterse şâirler de aynı şekilde Allah aşkıyla şiir söylerler. Yûnus Emre burada o ötüşen bülbüller arasında bir turaç kuşudur. O da kendince sesler çıkararak etrafta dolaşmaktadır. Bu beyitte geçen turaç, kekliğe benzeyen bir kuştur. Yûnus Emre'nin kendini bülbül yerine koymayıp türaç olarak ifâdelendirmesi ise tevâzuu ile ilgilidir. Bu da dervişliğin olmazsa olmaz özelliklerinden biridir.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Dervişlik bir şekil meselesi değil öz meselesidir. Önemli olan gönüldür, gönlün ağyardan, mâsivâdan temizlenmesi ve orayı mecâzen Çalab’ın mekânı yapmaktır. Gönlünü derviş eylemeyi başaran kişi ise artık kendi varlığına yaratılış gâyesine göre bir mânâ yükler ve hayâtını ona göre sürdürür. Bu da en çok insanlara faydalı sözler söylemek demektir. Ama bunlar samîmî sözler yâni hem doğru hem de muhâtaplarında tesir uyandıran sözler olmalıdır. İşte Yûnus Emre bu şiirinde bir derviş olarak hem kendi varlığını hem de dervişlik hâli içinde yaşayacak olanlara bu hâlin nasıl olması gerektiğini dile getirmektedir.
Ağustos 2024, sayfa no: 56-57-58-59
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak