Ara

DEHŞET VEYA HAYRET

DEHŞET VEYA HAYRET
Sûfî düşüncede hedef/gâye, nefsin isteklerine gem vurarak kalbin ilâhî tecellîlere mazhar olmasını sağlayabilmektir. Sûfîler, bu hâli elde edebilmek için riyâzet, mücâhede, zikir ve yoğun ibâdet süreçleriyle ‘seyr ü sülûk’ denilen mânevî bir süreçle rûhî gelişimlerine katkı sağlamaya gayret göstermişlerdir. Onlar, bu süreçte ‘nefs, ruh, kalp ve akıl’ gibi iç dinamikleriyle dışa yansıyan ahlâkî gelişimlerini kontrol altında tutmaya çalışmışlardır.1 Onlara göre, varlık âleminin prangalarından kurtulup mânâ âleminin zirvesine ulaşabilmek bir başka ifâdeyle kendilerini Hakk’tan uzaklaştıran her türlü engelden sıyrılıp Hakk’a vâsıl olabilmek için aşkın büyüleyici atmosferine ve aşkın kişiyi/sâliki ulaştıracağı ‘dehşet ve hayret’ hallerine ulaşmak gerekmektedir. Sûfî düşünceye göre aşk hâli, bireyde/sâlikte ortaya çıktığı zaman gözdeki perdelerin kalkmasına ve her şeye sâlikin farklı bir gözle bakmasına vesîle olmaktadır. Sâlikin kelime ve cümlelerle anlatması mümkün olmayan bu serüveninde onu yalnız bırakmayan iki hal/makam vardır ki onlar dehşet ve hayret halleridir/makamlarıdır. Sûfîlere göre, dehşet ve hayret halleri/makamları, tecellîler karşısında sâlikin şaşkınlığını, âcizliğini ve aklının ne kadar sınırlı olduğunu ona hatırlatan süreçleri ifâde etmektedirler.2 Çünkü bu nokta yâni vuslatın tecellî ettiği an artık aklın veya başka bir enstrümanın değil kalbin maharetini/hünerini göstereceği bir aşamayı ifâde etmektedir. Sâlikin Aklının Başından Gitmesi ve Şaşkınlığını İfâde Eden Kavramlar: Dehşet ve Hayret Vecd hâlinin ortaya çıkardığı bir makam3 olan hayreti, aşk çağlayanı Hz. Mevlânâ şu şekilde tavsif etmektedir: ‘Bir hayret gerek ki, düşünceleri, endişeleri silip süpürsün. Çünkü hayret; fikri de, zikri de alır götürür. Evlâdım! Sen aklı, hüneri sat; hayranlığı, şaşkınlığı satın al! Küçük görülmeye, değersiz sayılmaya bak; horluğa yürü! Böylece mânâya yönel; yoksa dünyâlık kazanmak için, ticâret maksadıyla Buhara’ya gitme!’4 Sözlükte, ‘şaşırmak, yolunu kaybetmek’ anlamına gelen hayret kelimesi ‘kalbe gelen tecellîler karşısında sâlikin düşünemeyecek ve muhakemede bulunamayacak bir duruma gelmesi5 şeklinde tanımlanmıştır. İbnü’l-Arabî, hayret hâlinin ‘Celâl’ ve ‘Cemâl’ tecellîlerinin bir noktada birleşmesi ve özdeşleşmesiyle sâlikte meydana geleceğine işâret etmiştir.6 Dehşete düşen kimseye ‘medhûş’ denilmiştir. Sûfîlerin ifâdesine göre medhûş, hâlini anlatmaktan âcizdir ve onun hâli/durumu ancak yaşanılarak idrâk edilecek/anlaşılabilecek bir durumdur: ‘Bir zevkdeyem ki vasf olınmaz Aşk eyledi tâ ki cânı medhûş.7 Hayret hâlinde yalnız kalan sâlik için bu cübbe içerisinde Allah’tan ayrı kalışının ıstırâbıyla kavrulması durumu söz konusudur. Bu yönüyle hayret geçilmesi zor bir makamdır. Hayret denizinde boğulmadan geçebilmek ve denizin derinliklerindeki incilere ulaşabilmek için sâlik, Allâh’ın yardımına muhtaç olduğunu canlı bir şekilde kalbinde tutmalıdır.8 Sûfîlere göre, bu makamda sâlik kendinden geçer ve ne yaptığını bilemez bir hâle gelir. Öyle ki sâlik geceyi veya gündüzü fark edemeyecek bir hâle düşebilir: ‘Bilmezem rûz mı ya şeb mi ya hâh u ya hayâl, Ol kadar câna hücûm eyledi hayret bu gece.9 Marmaravî de aynı noktanın altını şu beytiyle çizmiştir: ‘Mâsivâ fehmini hayret götürdü, kaldı bu sevi, ‘El-Hükmü li’llâh’ der bu nefse Vâhid ü Kahhâr Bu nefse aşk unutturdu karîb ü baîdi Terk etti vücûdunda şakî vü saîdi’10 Dehşet hâli/makâmı ise ‘Allah âşığı sûfînin birden sevgilisinin heybetiyle karşılaşarak aklının başından gitmesi’ şeklinde tanımlanmıştır. Bu kavram, ‘sekr, fena, cem, galebe, gaybet, ma’rifet, hakîkat ve tevhid11 gibi tasavvufî terimlerle açıklanmaya çalışılmıştır.12 Sûfîler, dehşet ve hayret makamlarını ma’rifetin son noktası yâni ulaşılması gereken hedef olarak görmüşler13 ve bu noktada kendinden geçen âdetâ mecnun ve meczup bir duruma gelen sâlikin dînî mükellefiyetlerini yerine getiremeyeceğinden ve bu durumda olan bir kimsenin bu hâlinden dolayı kınanmayacağından bahsetmişlerdir. Onlara göre Hz. Yûsuf’un güzelliği karşısında dehşet ve hayrete düşerek ellerini/parmaklarını kesen kadınların durumu gibi14Cemâl’ ve ‘Celâl’ sıfatların tecellîleri karşısında dehşet ve hayrete bürünen sâlik mâzur görülmelidir. Ama bu süreçte ihmâl ettiği görevleri dolayısıyla birey/sâlik tevbe etmelidir.15 Tasavvufî sistemde hayret makâmı ‘talep’, ‘aşk’, ‘ma’rifet’, ‘istiğnâ’ ve ‘tevhid’ vâdîlerinden sonra gelmektedir. Hayret vâdîsinin ardından da sâlikin aşması gereken son aşama olan ‘yokluk’ vâdîsi gelmektedir. Feridüddin Attar’ın ‘Mantıku’t-Tayr’ında anlatılan bu vâdîler ve hayret vâdîsinin konumuyla ilgili olarak Mehmet Özger şu hakîkati dile getirmiştir: ‘Attar yedi şehrini gezmiştir aşkın bir sokağında kaybolduğumuzu bilse güler miydi ki?...16 Zaman zaman âşıklardan hayret makâmını geçip vuslata erenlerin bir hayli az olduğu da vurgulanmıştır: ‘Ehl-i ‘aşkıñ biñde biri iremezler vaslına, Ba‘zısı hayretde kalur ba‘zısı vuslatlanur.’17 NETÎCE OLARAK Dehşet ve hayret makâmı, sâlikin ma’rifet yolculuğunda ulaşabileceği en son durağı ifâde eden kavramlardır. Sûfî düşünceye göre, aklın âcizliğini gösteren ve sâlikin bütün birikimini yerle bir eden dehşet ve hayret makâmı, yokluk vâdîsine ulaşabilmek için kat edilmesi gereken süreci ifâde etmektedir. Bu süreçte sâlik, aklı başından gittiği ve ne yaptığını bil(e)mediği için yaptığı veya söylediği sözlerden dolayı kınanmamalıdır. Sâlik, bu süreci en kısa sürede atlatıp yokluk vâdîsinde seyrini nihâyete erdirmelidir. Sûfîlerin bu iki kavramı ‘bilgi kaynağının ne olduğu?’ sorusu ekseninde geniş değerlendirmelere tâbi tuttuklarını ifâde edebiliriz. Onların görüşüne göre akıl mâhiyeti itibâriyle sınırlı olduğu için bilginin tek kaynağı ‘akleden bir kalp’tir. Bu kıvamdaki kalbe de sekr, aşk, ma’rifet ve tevhid gibi tecrübî süreçlerden geçmekle ancak ulaşılabilmektedir. Sâlike gecesini gündüzünü şaşırtacak bir durumu ifâde eden dehşet ve hayret makâmı, sûfîlerin dînin özüne/şerîate bağlılıklarını da gösteren cümlelerle bizlere nakledilmiştir. Onlar, sâliki aklın perdelenmesi dolayısıyla mâzur gördükleri halde, dehşet ve hayret makâmının ardından bu süreçte yerine getiremediği görevleri için bireyi/sâliki tevbeye dâvet etmişlerdir ki onların bu tavrı sûfîlerin dînin özünden tâviz vermeyen anlayışlarının bir göstergesi niteliğindedir. Dehşet ve hayret makâmı, sûfîlerin yokluk vâdîsine dalıp vuslata ermelerinin bir adım öncesini ifâde etmektedir. Sûfîler, esas amaçları olan yokluk vâdîsine ulaşabilmek için dehşet ve hayret denizini bir an önce geçmek gerektiğini belirtmişlerdir. Sûfîlerin bu görüşleri de bireyin/sâlikin kararsızlık hâlinden kurtulması ve her şeyin yok olup sâdece Allah Teâlâ’nın var olduğu gerçeğiyle bireyin/sâlikin buluşması gerektiği yönündeki genel kanaatlerini yansıtmaktadır. Abdullah Sivaslı (Haziran 2016) Dipnotlar: [1] Fatih Çınar, ‘İç Dinamikleri ve Dışa Yansımaları İle Sûfîler’, Yeni Dünyâ, Yıl:21, Sayı: 242, s.22-26. 2 Hayretî şu dizelerinde bu duruma değinmiştir: ‘Aḳlı koyup ışḳa uyaldan göñül ey Ḥayretî/Mülk-i fânîden baḳâya intiḳâl itmek diler.’ Hayretî, Divan, Hzl. Mehmet Çavuşoğlu, M. Ali Tanyeri, İstanbul 1981, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., s.96; Bilal Kuşpınar, ‘Mevlânâ’da Akıl ve Aşk’, SÜİFD/23, s.7-22; Bekir Köle, ‘Tasavvufa Göre İlâhî Hakikatlerin İdrâkinde Aklın Konumu’, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: III, s.81-96; Süleyman Uludağ, ‘Akıl’, DİA, c.II, s.246; Kadir Özköse, ‘Hakikat Yoluna Bende Olan Aklın Safiyeti’, Somuncu Baba, Sayı: 169, s.23-25. 3 Vecd hâlinin sâlikte sebep olduğu durumlar için bkz., Kadir Özköse, Dervişin Günlüğü, Mavi Yay., İstanbul 2014, s.174-175. 4  Mevlânâ, Mesnevi, c. III, Beyit: 1146. 5 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.162; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.260-261 6 Erhan Yetik, ‘Dehşet’, DİA, c.XVII, s.60-61. 7 Ersin Bayram, Fehîm-i Kadîm Dîvânı’nda Kültür Unsurları (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir, 2010, s.145. 8 Kaplan Üstüner, Divan Şiirinde Tasavvuf, Ankara: Birleşik Yay., Ankara 2007, s. 152. 9 Bayram, Fehîm-i Kadîm Dîvânı’nda Kültür Unsurları, s.174-176. 10 Ahmet Ögke, ‘Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî’de Aşk’, Sûfî Araştırmaları, c.I, Sayı: I, Manisa 2010, s.31. 11 Örneğin Fatih Başpınar, ‘Hasan Hâlid El-Mevlevî’nin ‘Istılâhât-I Meşâyıh’ Adlı Tasavvuf Sözlüğü ve Eserin Son Kısmında Yer Alan Tasavvufî Tabirler’, Route Educational and Social Science Journal, Volume 1(2), s.173. 12 Süleyman Uludağ, ‘Dehşet’, DİA, c.9, s.109. 13 Hayri Kaplan, ‘Bahâ Veled, Şems ve Mevlânâ'nın Râzî'ye Eleştirileri ve Râzî'nin Sûfîlere/Tasavvufa Bakışı’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2005, Yıl:VI, Sayı: XIV, s.292-295. 14 Yusuf 12/31. 15 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, MEB Basımevi, İstanbul 1964, s. 49. Sâlikten hayret vadisine varması ve buradan yokluk vadisine ulaşması istenmiştir: ‘Hayrete var ey göñül gel fikr-i dünyâyı unut/ Mâsivâdan fârig ol bî-hûde gavgâyı unut.’ Abdullah Eren, Mehmed Sıdkî Divanı, KB Yay., Ankara 2012, s.96. 16 Turan Güler, ‘Mehmet Özger’in Şiirinde Tasavvufî Yolculuk’, Muş Alparslan Üniversitesi̇ Sosyal Bilimler Dergisi, c.II, Sayı: II, s.249. 17 Eren, Mehmed Sıdkî Divanı, s.135.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak