Ara

Çözüm Süreci: Problemin Başı ve Sonu

Çözüm Süreci: Problemin Başı ve Sonu
Bu ülke, Türkiye, aslında neye çözüm arıyor? Ne oldubitti de bir problem baş gösterdi ve şimdi o problemin çözümü için çare araştırılıyor? Eğer bu sorunun yanıtını bulabilirsek çözüm sürecinin mahiyetini kavrama imkânını da yakalayabiliriz. Eğer sorunun mahiyetini kavrayamazsak çözüm süreciyle nereye varıldığını kavrayamayacağımız gibi, ne istendiğini anlamaktan da yoksun kalırız. Bir kere, ülkeyi çözüm süreci arayışına götüren temel neden nedir? Bunu bilmemiz, bu soruna doğru bir tanı (teşhis) koymamız gerekiyor. Bu ülkenin insanı neyi çözmek istiyor? Dolaşan, dolanan, ayağa takılan, sorun haline gelen husus neydi ki, ona çözüm aranıyor ve şimdi o çözümün bulunması aşamasına girilmiş bulunuyor? Sorunu yakalayabilmek için her şeyi adlı adınca söylememiz gerekir. Vaktiyle (2002’den önce), bu ülkede Kürt kelimesini anmak bile yasak sayılmıştı. Kürt kelimesi kullanılmak gerektiğinde “bazı etnik unsurlar” deyimiyle dolaşık bir yoldan insanlar meramlarını ifadeye çalışırdı. Acaba neden? Çünkü 6 Ok’un oklarından biri milliyetçilik idi. Milliyetçilik bu topraklar üzerinde yaşayan bütün insanları bir tek kimlik altında görmek istiyor ve insanları böyle görmeye zorluyordu. Bu ülkede Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Arnavut, Boşnak ve benzeri kimse yoktu; herkes Türktü! Türk değilse Türk olsundu! Kısacası devletin benimsediği temel ilkeler muvacehesinde adı konulmamış bir benzeştirme (asimilasyon) siyasası benimsenmişti. Bu politikanın uygulanması zımnında sürgünler yapılmış, idamlar infaz edilmiş, köyler boşaltılmış, köyler yakılmış, zulümler işlenmişti... Bu politika elbette kendi tepkisini açığa vuracaktı. Karşı terör hareketinin baş yürütücüsü olan PKK böyle bir ortamda doğdu. Taraflar yıllarca birbirinin gücünü ifna etme sadedinde ellerinden geleni ardına bırakmadı. Taraflar arasında abes bir çatışma sürüp gitti. Bu çatışmadan çıkar uman iç ve dış mihraklar türedi. İki taraf da birbirinin kanına susamışçasına kıran kırana bir savaşımı sürdürüp durdu. O kadar ki, bu savaşın temel nedeninin ne olduğu bile hatırlanmaz oldu ve taraflar birbirinin can hasmı haline geldi. Ve yaklaşık 45 bin insanın canına mal oldu. Nihayet 2002’den bu yana (yani Ak Parti iktidarı döneminde) söz konusu savaşımın abesliğini kavrayan siyaset ve devlet adamları sahne aldı. Çözümün barışçı yollarla gerçekleştirilebileceği her iki tarafça da kabul edilir hale geldi. Çözümün temel ilkesi, elbette yeni bir Anayasa kotarmakla imkân dâhiline sokulabilirdi. Düğüm yürürlükteki Anayasa ve 1924’ten itibaren onun öncülleri olan Anayasal düzende idi, çözüm de o Anayasa’nın değiştirilmesi suretiyle elde edilecekti. Ne var ki, bu iş söylendiği kadar kolay değildi. Çünkü kurulu düzenden nemalanan toplumsal kesimler ve dış mihraklar devrede olduğu sürece, bu, temelde basit görünen anayasa reformuna engel olmak isteyenler çıkacaktı. Nitekim çıkıyorlar... Anayasa değiştirmek demek, kurulu düzeni değiştirmek demektir. Şimdi, konunun gelip dayandığı bu noktada beklenmedik ironilerle karşılaşılıyor. Nasıl? PKK’nın bir bakıma Meclisteki temsilcisi mesabesinde sayılan HDP, önümüzdeki 7 Haziran genel seçimine parti olarak girmeye karar verdi. Bu Parti’nin aldığı en yüksek oy yanılmıyorsam %7’ler civarında oynuyor. Son Cumhurbaşkanlığı seçimine bu partinin lideri de aday oldu ve o günkü söyleminin yüzü suyu hürmetine %9’lara varan bir oy topladı. Demek ki, adı geçen partinin kendi iç dinamikleri esas alındığında tek başına milletvekili çıkarma şansının zayıf, belki de imkânsız olduğu belli oluyor. O halde bu parti ne yapacak? O, gözünü CHP’nin, kendi seçmen hinterlandındaki oylarını devşirmeye çaba gösterecek. Göründüğü kadarıyla bu istikamette aralarında dile getirilmemiş bir centilmenlik anlaşması yürüyor. Öte yandan HDP’nin eş başkanlarından birinin (Selahattin Demirtaş) meydanlardaki söylemine bakılacak olursa Kürtler üzerinde bir tür Mustafa Kemal rolünü üstlenmek istiyor. Gerçekten yaman bir ironi, yaman bir çelişki... CHP zaten çözüm sürecinde ayak diriyor. Çünkü kurulu düzenin ayağının altından kayacağını, hikmeti vücudunun boşa çıktığını, çıkacağını görüyor. Yeni bir Anayasa yapılmasına ayak diremesinin temel nedenlerinden biri de zaten kurulu düzenin değişmesini istememesinden kaynaklanıyor. Kurulu düzen demek 6 ok demektir... Gördüğüm kadarıyla manzara bu. Bu manzara muvacehesinde önümüzdeki Haziran genel seçimi ülkenin ileriye dönük kaderinin belirlenmesinde bir temel işlev sahibi olacak. Temel siyasal talebi düzen değişikliğinden yana olan siyasal partilerin, oy devşirme kaygısıyla işbu temel ilkelerinden vazgeçmiş olması; vazgeçmekle kalmayıp mazide hasmı can bildikleriyle işbirliğine girişmiş olması, sürecin atlatmak zorunda kalacağı kritik mânialar arasında bulunuyor. Çözüm sürecini başlatan ve halen yürütmekte olan Ak Parti karşısında diğer bütün siyasal partilerin elbirliği yapmış olması da ibretlik olay olarak ortaya çıkıyor. Sonuçta, karar milletin reyine bırakılmış oluyor. Ben, 1950’den bu yana bu milletin hiçbir seçimde sağduyudan ayrıldığını görmedim. Bu sefer de onun reyi barıştan yana çıkacak. Barış demek yeni bir anayasa, dolayısıyla milletin kendi öz değerlerine sahip çıkmasını sonuçlayacak yeni bir düzenin yürürlüğü demektir. Bu hedefe inanan siyaset erbabının konuyu halka iyi anlatmasını beklemek lazım. Rasim Özdenören

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak