Ara

Cömert Gönüllerin Toprağında Kerem Sâhibi Güller Açar

Cömertlik; insanın sâhip olduğu imkânları sâdece Allah rızâsını gözeterek, başka hiçbir gâye gütmeksizin muhtaçlara, ihtiyaç sâhiplerine sarfeden kişilerde bulunan güzel ahlâk vasıflarındandır. Ayrıca bu güzel vasfı taşımak, kerem sâhibi olmak demektir. El açıklığı diye ifâde edilen husûsiyete sâhip, gerekeni gerektiği yerde sâdece Allah rızâsı için yapabilen kişiler kerem sâhibi cömert ve güzel ahlâklı insanlardır. Ki bu vasıflar ancak Kur’ân ahlâkı ile yetişmiş, Resûlullâh’ın (sav) huyunu huy, yolunu yol edinmiş mü’minlerde bulunur. Acaba Ne Kadar Cömert ve Yardımsever Olabiliyoruz? Bizler, inananlar olarak bu soruyu kendimize hangi ölçüleri gözeterek soruyoruz veya ne kadar içtenlikle cevaplayabiliriz? Günümüz dünyasının ve yaşam şartlarımızın ölçüleri ile cevaplayacak olursak; herkes önce kendi nefsî arzularına göre ihtiyaçlarını giderir sonra da yardımsever olduğunu söyler ve tesellî eder vicdânını. Güvenle yaşamını sürdürebileceği bir ev, âilesi ve kendisi için bir ihtiyaçtır. Mutfağında pişecek aşı, çocuğunun okul masrafı, telefonu, elektriği suyu ve daha bunun gibi birçok şey gerçekten ihtiyaçlardır. Fakat insanların ihtiyaç listesi ve olmazsa olmazları çok değişti artık. Yazlığı kışlığı, kat kat elbisesi, çeşit çeşit yiyeceği ve daha buna benzer birçok şey, sanki aslî ihtiyaçmış gibi olmazsa olmaz hâline gelmiş durumdadır biz günümüz “Müslümanları” için. Evet, sâdece günümüz insanı değil Müslümanları, inananları diye vurgulamak isterim. Çünkü mü’min ayrıcalıklı olabilmelidir. Bu ayrıcalık onun inandığı din olan İslâm’ın ve Kur’ân ahlâkının öğütlediği şekilde yaşayışı ve Allah Resûlü’nün (sav) sünnetleri ile yaşamını şekillendirme ayrıcalığı olabilmelidir. İşte tüm bu ihtiyaçlardan sonra, sokakta mendil satan çocuğa verdiği iki kuruşla, eskimiş üstüne giymediği birkaç kat elbise ile modası geçti diye atacağı kırık kanepeyi, bir muhtâca verdim diye yardımsever zanneder oldu inananlar kendisini. Diğer taraftan ise; işlerini açacak şöhretine şöhret katacak, isminin cömert kişi diye övgülerle söyleneceği bir yerlere verdiği güyâ yardım paraları ile cömert olduğunu düşünür oldu günümüz insanı. Aslında dürüstçe söylemek gerekirse, hani içindeki vicdânın sesini, insanoğlunda bulunan bu melekeyi susturarak, “kaz gelecek yerden tavuk mu esirgenir” sesine kulak verir oldu. Oysa cömertlik hiçbir karşılık beklemeden bağışta bulunmaktır. Teşekkür beklemek, övülmeyi istemek, yaptığı iyiliğin karşılığında kişisel işlerinin görülmesini arzulamak cömertlikle aslâ bağdaşmaz. Yüce Allah âyetinde şöyle buyurmaktadır:De ki: Gerçekten Rabbim, kullarından dilediği kimseye rızkı genişletir, hem daraltır. Her neyi hayra harcarsanız O, onun yerine başkasını verir. Hem O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”1 Yapılan hayır ve iyiliklerin asıl faydası yapan kişiyedir. Görünürde iyilikten başkası yararlanmış gibi görünür fakat iyiliği yapan kişinin duyduğu mutluluk, gönlünde hissettiği huzûr bambaşkadır. Kerem sâhibi bir cömerte sorarlar: Muhtaçlara çok ihsanda bulunuyorsun, acaba onlar sana minnettarlık hissi içinde bulunuyorlar mı? Gönlü de eli de cömert olan zât der ki: “Hiçbiri bana minnettar kalmaz, aslâ onlara o hissi verecek şekilde hareket etmem. Bir şey verirken kendimi aşçının elindeki kepçe gibi kabûl ederim. Çünkü kepçenin minnete sebep olmak gibi bir hakkı yoktur.” Resûlullâh (sav) şöyle buyuruyor: "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: Allâhım! Malını senin yolunda harcayana karşılığını ver. Diğeri: Allâh’ım! Cimrilik edenin malını yok et, diye duâ ederler."2 Seher vaktinde bir bülbül konmuş bahçedeki misler gibi kokan gülün dikenli dallarına, hatırlatmak istercesine insanlara iyilikleri, güzellikleri; duyurmak istercesine güzel sesini nağme nağme seslenmiş, geçmişten güzel bir kıssa fısıldamış günümüz insanının kulağına. Yemen hükümdârı oldukça cömert imiş. İhsanları her yere yayılmasına rağmen Hâtem-i Taî’nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez ve sarayında herkese büyük bir ziyâfet verir. Zengin fakir herkes yer içer. Fakat halkın “hükümdârın ziyâfeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hâtem’e yaklaştı” dediğini duyunca, Hâtem sağ kaldıkça kendisinin cömertlikte birinci olmasına imkân olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline yirmi altın verir. İşi bitirince de yirmi altın daha vereceğini söyler. Genç, sora sora Tayy kabîlesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç “hoş geldin yiğit, çok yorgun olduğun anlaşılıyor, bu gece misâfirim ol” diyerek onu evine götürür. Gece, misâfirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misâfiri gitmek isteyince birkaç gün daha kalmasında ısrâr eder. Misâfir der ki: “Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir.” İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sâhibi der ki: “İşin nedir, sana acaba bir yardımım dokunabilir mi?” Genç: “Ey asil kişi, sen çok cömertsin, iyilikseversin, senden sır çıkmayacağı belli. Hâtem isimli birini arıyorum. Acaba tanıyor musun?” Ev sâhibi: “Hâtem ile ne işin var?” Misâfir, niçin geldiğini anlatıp der ki: “Bu işte bana yardımcı olman mümkün mü?” “Elbette mümkündür” der, “yalnız bu iş pek kolay olmaz. Dediklerime uyarsan tereyağından kıl çeker gibi zahmetsiz olur.” Misâfir: “Peki ne yapmam gerekir?” Ev sâhibi: “Hâtem de senin gibi yiğit biridir. Belki öldüremezsin. Ben sana onun yerini târif edeyim. Ancak öldüremezsin de iş meydana çıkarsa, yerini söylediğim için beni o öldürebilir. Bu bakımdan benim ellerimi, ayaklarımı bağla. Zorla söylettiğini zannetsinler.” der. Misâfir ev sâhibinin elini, kolunu, ayaklarını iyice bağladıktan sonra sorar: “Hâtem nerede?” “Hâtem denilen kimse benim. Mâdem benim başım senin işine yarayacak, ne diye onu vermeyeyim? Misâfirin arzusunu yerine getirmek, gönlünü etmek benim en büyük arzumdur. Hemen beni öldür, kimse duymadan buradan git.” Genç, neye uğradığını şaşırır. Hemen Hâtem’in ayaklarına kapanıp der ki: “Sana gül yaprağı ile vuran kalleştir, ne olur beni bağışla!” Genç, helâlleşip oradan ayrılıp hükümdârın huzûruna çıkar. Olanları anlatır. Hükümdar da iyiliksever, cömert birisi olduğu için hatâsını anlayıp “taşıma su ile değirmen dönmez. Cömertlik mal ile değilmiş. Hâtem’in cömertliği yaratılışından, fıtratından, güzel huyundan ileri geliyormuş. Sen verilen görevi fazlasıyla yerine getirdin.”diyerek gence yirmi yerine kırk altın verir. Evet, cömertlik sâdece malla değil güzel ahlâkla yapılabilen bir davranış şeklidir. Cömertliğin en üstün şekli îsâr’dır. Îsâr, kişinin kendi ihtiyâcı bulunmasına rağmen malını bir başkasına vermek veya onun için harcamaktır. Îsârın mal ile yapılabildiği gibi canını vermek şeklinde de olduğunu İmam Gazâlî (rh.a) “İhyâ-u Ulûmid-dîn” adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: Bunun en güzel örneği, Allah Resûlü’nün (sav) hicreti sırasında Hz. Ali’nin (kv) O’nun yerine yatağına yatmasıdır. Allah Resûlü (sav) hicret etmek üzere evini terk ederken, evi kuşatan yalın kılıç müşrikleri oyalamak için yatağında görünmek istemişti. Bu sebeple Hz. Ali’den kendi yatağında yatmasını istemiş, o da bunu canına minnet sayarak kabûl etmiştir. Böylece kapıdaki müşrikler Allah Rasûlü’nü (sav) yatakta zannederek sabaha kadar beklemişler, âdeti üzere onun bu vakitte çıkıp mescide gitmediğini görünce kapıyı kırıp içeri girmişler ve O’nun yatağında Hz. Ali’yi (kv) görmüşlerdir. Burunlarından soluyan müşriklerin bu durumda gördükleri Hz. Ali’yi öldürmemeleri ise tamâmen Allâhu Teâlâ’nın hıfz ve himâyesi sâyesinde olmuştur. Bazı müfessirlere göre şu âyet-i kerîme bu olay münâsebetiyle indirilmiştir: İnsanlardan öyleleri de var ki, Allâh’ın rızâsını kazanmak için kendi canlarını fedâ ederler. Allah kullarına karşı şefkatlidir.3  O (cc) bu şefkatiyle Hz. Ali’yi muhakkak olan bir ölümden korumuştur. Hazret-i Mûsâ’ya, Peygamber Efendimiz’in (sav) sâhip olduğu makamlardan birinin nûru gösterilince o bayılacak hâle geldi, O’nun (sav) bu dereceye nasıl yükseldiğini sordu. Allah Teâlâ: “Yüksek ahlâkı sâyesinde bu dereceye kavuştu. Bu ahlâk îsâr’dır. Yâ Mûsâ, ömründe bir kere îsâr edene, îsâr ahlâkı ile Bana kavuşana hesap sormaktan hayâ ederim.” buyurdu. Cenâb-ı Hakk, Peygamber Efendimiz (sav)’i överken “Elbette senhulukin azîm’ (büyük ahlâk) üzeresin.” buyuruyor.4 Hz. Ömer (ra) şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber bir gün bizlere sadaka vermemizi emretti. O sıralarda mal bakımından oldukça zengindim. Kendi kendime “Eğer Hz. Ebu Bekir’i geçebilmem mukadderse ancak bugün olabilir” dedim ve malımın yarısını getirdim. Hz. Peygamber (sav): “Âile efrâdına birşey bıraktın mı?” diye sordular. “Evet, onlara da birşeyler bıraktım” dedim. Ne kadar bıraktığımı sorduklarında da “Bunun kadar da onlara bıraktım” cevâbını verdim. Biraz sonra Ebu Bekir geldi. Hz. Peygamber (sav) ona da “Ey Ebâ Bekir! Sen âile efrâdına ne bıraktın?” deyince O, “Onlara Allâh’ı ve O’nun Resûlünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine onu hiçbir zaman geçemeyeceğimi anladım.”5 Resûlullâh (sav) ve ashâbının yaşamı bizler için en güzel örneklerdir. Ne zaman ki bencillikten vazgeçerek Onlar gibi yaşamayı öğrenirsek işte o zaman bu dünyâda yaşanan savaşlar, kargaşalar son bulacak, inananlar arasında kalpten kalbe yollar kurularak İslâm’ın ve Kur’ân ahlâkının hâkim olduğu bir düzen kurulacaktır. Ey Rabbimiz! Misâfir olarak geldiğimiz bu dünyânın karmaşasında sıkışıp kalan kalplerimizi âyetlerinle genişlet. Rûhumuzu sıkıştığı karanlık dehlizlerden çıkar, îman nûru ile aklımızı ve yüzümüzü aydınlat. Gönüllerimize O Gül Habîbinin (sav) aşkını muhabbetini nasîb eyle. Eyle ki bu günahkârlar O’nun kokusu ile boyansın, O’nun huyunu huy, yolunu yol edinsin. Çünkü bilir ve inanırız ki şefkat, merhamet, cömertlik, sevgi hep O’nunla (sav) anılır. Nuriye Eycan (Ekim 2016) Dipnotlar 1 Sebe, 39. 2 Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât, 57) 3 Bakara, 207. 4 Kalem, 4. 5 Ebu Davud, Tirmizi

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak