Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Caner Arabacı ile “Çanakkale Savaşının Arkasında Yatanları” konuştuk. Röportaj: Muzaffer İnneci
- Çanakkale’nin dînî boyutu hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
Çanakkale’nin dînî boyutunu, meseleyi Mehmetçik ve saldırganlar açısından ele alarak vurgulamak mümkün. Çanakkale bizim vatanımızdır, ayrıca İstanbul’un kapısıdır. Zâten esâsen düşmanlarımızın Çanakkale’ye saldırmaktan maksatları; İstanbul’u yâni o zamanki başkenti, Pâyitahtı, Âsitânemizi ele geçirmektir. Tabii başkent olmanın yanında İstanbul, dünyâ Müslümanlarının da merkezi durumundadır. Dârü’l-Hilâfe/Hilâfet merkezidir. Onun için Çanakkale’ye; İstanbul’u düşürmek, bizi beynimizden çökertmek, İslâm âlemini merkezden teslim almak için saldırıyorlar. Tabii bu saldırıda şevklendirme aracı olarak dîni kullanıyorlar. Hem İngilizler hem Fransızlar, savaşa sürerken askerlerine Ayasofya’ya haç dikmeyi vaat edip onları gayrete getirmeye çalışıyorlar. “Ayasofya’ya haç dikeceksiniz yürüyün” diyorlar. İlginçtir, aynı dönemde 1917’de Kudüs ele geçirildiği zaman, İngiliz Generali Allenby, dünyâya yayınladığı mesajda ‘Haçlı Seferleri şimdi sona erdi’ diyor. Yâni Çanakkale’ye saldıran İngiliz de, Kudüs’e saldıran İngiliz de aynı maksatla hareket etmektedir. Çanakkale’ye saldırılırken de hedef İstanbul’u ele geçirmekti. Tabii İstanbul’un Fatih tarafından fethi, Ayasofya’nın câmiye çevrilmesi onların unutamadıkları bir olaydır. 1453 rakamı ile toplamının uğursuzluğuna inanılması, geri planda kabul edilemeyen gelişmenin sonucudur. Daha öncesi itibâriyle Anadolu’nun, Balkanlar ve Rumeli’nin fethi de aynı hislerle değerlendirilir. Çünkü bu millet, gittiği her yere İslâm’ı götürmüştür. Balkanlar’dan itibâren dillerindeki “Türk olma” kavramı aslında ırk olarak Türk olmayı ifâde etmez; İslâm olmayı, Selçuklu ve Osmanlı eliyle İslâm’ı benimsemeyi ifâde eder. Onun için “Türkleri” Orta Avrupa’dan, Balkanlar’dan, Anadolu ve İstanbul’dan sürüp çıkarmak kadim planlarıdır. Bu yönüyle bakıldığında Çanakkale, Şark Meselesinin hesaplaşma yeridir. Çanakkale’ye saldırırken, ‘Biz 232 yıl sonra Viyana’nın rövanşını alıyoruz’ diye gelmişlerdir. Beyin ve yüreklerde beslenen tam bir Haçlı zihniyetidir. Onun için askerlerini harekete geçirmede, var olan Haçlılık duygusunu, Hristiyanlık unsurlarını kullanıyorlar. O kadar ki, telkin sâdece İngiliz asıllı askerlere değil, yarı İngiliz, melez, sömürge askerlerine de yapılır. Yeni Zelandalılar’a, Avustralyalılar’a; “Türkler Hristiyanlığı mahvediyor. Siz de Hristiyan’sınız. Hadi yürüyün Hristiyanlığı kurtarın.” diyorlar. Yalan ve kandırma esaslı propagandalar, İngilizlerin çok işine geliyor. Tabii Anzaklar, Çanakkale’ye gelince işi anlıyorlar. Aslında saldırgan olan Türkler değil Hristiyanlar. Hristiyanlık saldırıya uğramıyor, bilakis İslâm diyârı saldırıya uğruyor. Ama bunu çok geç fark ediyorlar. İngilizlerin Avustralya’da kullanabilecekleri çok büyük bir genç nüfus var. Bunları Türklerin üzerine Çanakkale’ye sevk edebilmek için günümüzde de sahnelenen oyunlara benzer oyunlar oynuyorlar. Meselâ Müslüman kıyâfeti giymiş Afgan kökenli iki kişi, yılbaşı kutlayan tren dolusu insanın üzerine rastgele ateş açıyor. Oraya Ay Yıldızlı bir de bayrak dikiliyor ne hikmetse. Kıyâfet de İslâm kıyâfeti. Tam bir mizansen.. Ardından resmî makamlardan; ‘Trende onlarca insanı öldüren iki Müslüman ölü ele geçirildi’ açıklaması yapılıyor. Müslüman devecileri de öldürüyorlar ki mizansen ortaya çıkmasın. Tabii ölülerin yanına bir Türk bayrağı konulmuş. Cihan harbi de var. Zihinler ister istemez, Türk, İslâm karşıtlığına odaklanıyor. Şöyle bir durum oluşuyor: İnsanlar önceden askere gitmek istemezken, bu nefret mizanseninden sonra askerlik şubelerine, Türk düşmanlığı ve İngiliz ordusuna katılma talebiyle akın ediyorlar. Osmanlı’ya nefret, İslâm düşmanlığı bilinçli bir şekilde azdırılmış oluyor. Bu oyunun benzerlerini İngiliz ve Fransızlar, sömürdükleri Hristiyanların dışındaki Müslüman toplumlar üzerinde uyguluyorlar. Meselâ Hint Müslümanları üzerinde; Afrika’da, işgal altındaki Tunus, Cezayir gibi ülkeler üzerinde yapıyorlar. Nasıl? ‘Siz Müslümansınız, sizin halîfeniz Almanların elinde. Biz, sizin halîfenizi kurtaracağız. Gelin yardım edin.’ diyorlar. Tabii Çanakkale’ye gelince Müslümanlar, kandırıldıklarını anlıyorlar. Sonra İngiliz, Fransız tehdîdi şöyle işliyor: ‘Bizi terk eder, savaşmazsanız evlerinizi yakarız, âilelerinizi öldürürüz!’ Emperyalizm böyle bir şeydir.. Aslında İngilizler, Çanakkale’de Fransızlarla berâber bir Haçlı Seferi başlatıyorlar. Ama inançta dürüst değiller. Dindar, inancına samîmî bağlı insan unsurlarını kullanarak Hıristiyanlığı; İngiliz, Fransız emperyalizminin aracısı durumuna düşürüyorlar.
- Söylediklerinizden Çanakkale şartlarında ve genel olarak târihte Türk düşmanlığı ile İslâm düşmanlığının aynı şey olduğunu anlıyoruz. Yâni Türk düşmanlığının altında yatan sebep kuru bir ırkçılık değil, bilakis İslâm alerjisi ön plana çıkıyor. Bu noktada mutlakâ kilisenin ve misyonerlik faaliyetlerinin bu maksada önemli katkıları olmuştur.
Tabii ki.. Meselâ Çanakkale’de kardinaller var. Yâni üst düzey, papanın bir altı düzeyinde din adamları cephedeler. Hristiyan askerlere cesâret veren, Müslümanlara karşı onları kışkırtan, kan dökmeye teşvik eden kardinaller.. Askerin arasında çok miktarda âmen çadırı yâni çadır kiliseler var. İlginç bir örnek vereyim.. 1930’lu yıllarda İngiltere’nin genelkurmay başkanı anlatır. O şahıs, Birinci Dünyâ Harbi sırasında Çanakkale’de teğmendir. Çadır kiliseye giderken yolunu kaybediyor. Elinde İncil ile Mehmetçik onu esir alıyor. Tabii Mehmetçik; İngiliz, Fransız gibi değil. İngiliz subayı, ‘Ben savaş durumunda değildim. Duâ ve ibâdet etmek için giderken yolumu şaşırdım. Bakın elimde İncil var. Bana esir muamelesi yapmayın’ diyor. Subay açısından bunun özel bir önemi var. İngilizler, askerlerine esir olmayı suç olarak telkin etmişlerdir. Esir olanın rütbesi sökülmekte, kendisi görevden alınmaktadır. Esir olmak suç olunca genç teğmene esir muamelesi yapılırsa, tüm istikbâli mahvolacaktır. Özel durumu bizimkilere söylemiyor. Ama insânî damarı öne çıkarmak üzere, “İbâdet için buradayım. Bana esir muamelesi yapmayın” talebini iletiyor. Bizimkiler çok merhametlidirler. Biraz sonra bize kurşun sıkacak olan sapasağlam İngiliz subayını serbest bırakıyorlar. Teğmen daha sonra harpten sağlam çıkıyor. Yükseliyor ve İngiltere’nin genelkurmay başkanı oluyor. 1930’lu yıllar, bir resepsiyon sırasında Türk Ordusunun ateşemiliteri önünde geçmişe ait hikâyesini anlatıyor. Buradan şunu anlıyoruz: İngiliz ve Fransızların birliklerinin içinde kilise çadırları var. Kardinallerin askere nutuk çekerken yayınlanmış fotoğrafları var. İngiliz ve Fransız komutanlar, askerlere savaş için cesâret, gayret verirken “Türk lokumu”ndan bahsediyorlar. “Hadi yürüyün, İstanbul’da Türk lokumları sizi bekliyor” şeklinde. Türk lokumu ifâdesi, onların dilinde Türk kadınlarını ifâde ediyor. Ama insan ölümle burun buruna geldiğinde, dünyevî arzulardan öte, daha yüce değerlerin öne çıkması lâzım. İşte orada papazlar devreye giriyor ve bu çadırlar da mânevî tatmin işlevini görüyorlar.
- Batı, Müslümanları hiçbir zaman boş bırakmıyor. Belirli aralıklarla Müslümanlara savaş başlatıyor. Çanakkale’yi bir Haçlı Seferi olarak görmemiz mümkün mü?
Zâten böyle bakmazsak olayı anlayamayız. Bizde Haçlı Seferi deyince sâdece 1096’lardaki o ilk haçlı güruhu; Avrupa’dan çapulcular hâlinde papazların toplayıp getirdiği yağmacı haçlı sürüleriyle başlayıp, ardından kral ve devlet adamlarının nizâmî ordularıyla geldiği sekiz sefer akla gelir. Hâlbuki o Haçlı Seferleri iki yüz yıl sürdü. Peki onlar Haçlı Seferiydi de Kosova, Sırpsındığı, Niğbolu, Varna neydi? Bunlar da doğrudan haçlı seferidir. Çünkü tek bir batılı unsur yoktur. Meselâ Osmanlılar Viyana’ya gitti. Viyana kuşatmasından sonra bakıyorsunuz dört Hristiyan ülke birden kutsal ittifak ilân ediyor. Neyin ittifâkıdır bu? Elbette Haçlı ittifâkıdır. Avrupa’nın haçlılık, bir zihin formudur. Kendini ifâde, konumlandırma tarzıdır. Hani ilk Haçlı Seferlerinde kalkanlarının üstüne veya sırtlarına iri Haç işâreti koydukları için, kanlı seferler o adla adlandırılmış idi. Şimdi sâdece kolyelerde değil, elleri başta olmak üzere vücutlarının değişik yerlerine haç döğmesi yaptırarak kimlikle ilgili duruş belirliyorlar.
- Çanakkale’de tek düşmanımız İngiliz ve Fransızlar mıydı? Başka düşmanlar da var mıydı?
Elbette değil. Başka unsurlar da devreye girmiştir. Meselâ Yeni Zelanda, Avustralya, Yunan birliği gibi.. Yunan birliği küçüktür. Ama bu birliktelik de, ‘haçlı birliği’ olgusunun içerisini doldurmaktadır. Daha ilginci, İngilizlerin safında 700 kişilik bir Yahudi Siyon Katır Birliği vardır. Bu Siyon Katır Birliği, Yahudiler içinde özel bir konuma sâhiptir. İsrail ordusunun ilk çekirdeği durumundadır. Hâlbuki geçmişe bakıp, şöyle bir soru akla gelebilir: Türk Milleti, Yahudilere iyiliğin dışında ne yaptı? Hristiyanlar onları dışlarken, doğrarken bu millet onlara sâhip çıktı. Onları getirip İzmir, İstanbul, Edirne, Selanik başta olmak üzere ülkesinin en güzel yerlerine yerleştirdi.. Peki, Çanakkale’de Yahudi Siyon Katır Birliğinin, Haçlılar içinde ne işi vardır? Bu ittifak, İslâm düşmanlığı birlikteliğidir.. İleride kurulacak olan Yahudi devleti için yatırım işidir bu birliktelik Çanakkale’de işin aslında, haçın bize dönük yönü de var.. Yâni içimizde bir haçlı grubu bulunmaktadır. Osmanlı ordusunun içinde Alman, Avusturya kökenli on beş bin kadar insan var. Ve hepsi önemli görevlere sâhiptirler. Komutan, Amiral, Genelkurmay birinci ve ikinci başkanlığı, Karadeniz donanmasının amiralliği gibi.. Harp devâm ederken birlikte olduğumuz bu insanların ruh iklimi de haçlıdır ve damar olarak kendi mecrâsına akmaktadır. Mehmet Âkif, Almanya’dan bir hâtıra aktarır. Viyana’da bir gece şenliği seyreder.. Her taraf ışıl ışıl, bir zafer kutlaması vardır. Savaşta ortak olunca, zafer bizi de ilgilendirmektedir. Sokağa inip sorar. Derler ki, “Kudüs Hristiyanların eline geçti.” Âkif, bu haberle beyninden vurulmuştur. Kudüs, vatanımızdır, kutsal merkezdir. Kudüs’ün İngilizlerin eline geçmesine ortaklarımız nasıl sevinebilir? Birliktesiniz ama yanınızda, haçın gamalı şekli var. Âkif, durumu bir skandal olarak değerlendirir. Alman hükümet yetkilileri, şenliği durdurmak için çok çaba harcarlar ama hemen de beceremezler. Kudüs’ün İngilizlerin eline geçmesine Almanların sevinmesini nasıl izah edersiniz? İşte bu haçlılık duygusudur. Ama bu noktada yönetici zümrenin büyük hatâları olmuştur. Mehmetçiğin idâresini, içimizdeki gamalılara verme yanlışına düşmüşlerdir. Müttefik bile olsa, askerinizi yabancıya teslim ederseniz yabancı menfaatlere hizmet edersiniz. -Devâm edecek-
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak