Ara

Câmi ve Çocuklar

Câmi ve Çocuklar

“Çocuklar İslâm dîniyle ilk olarak câmide tanışır.

Burada gördükleri muamele onların bir ömür dinle ilişkisini de belirler.”

M.Emin AY

Bir Ramazan’ı daha geride bıraktık. Ramazan geride kalırken yenisine şimdiden hazırlanmak gerekir ki onu bir öncekinden daha iyi değerlendirebilelim. Bunu yaparken kimi hususlara dikkat çekmek gerekiyor. Bunlardan biri câmi ve çocuklar meselesidir. Çünkü her Ramazan’da olduğu gibi bu Ramazan’da da şahsen benim için en önemli eksiklik câmilerde çocukların fazla olmamasıydı. Oysa Ramazan, çocukların câmiye alışmaları ve rutin günlük hayatları içinde farklı bir hava teneffüs edebilmeleri açısından son derece önemli bir imkândır. Çocuk, denilebilir ki, şuuraltına işleyecek ve bir ömür hayâtında etkisini hissedeceği dînî yaşantıyı bütün ritüelleriyle en iyi bu ayda yaşar ve öğrenir.

Hiçbir kitâbî bilgi, yaşantı içinde kazanılan bilgi kadar, kalıcı ve etkileyici olamaz. A. Nihat Asya’nın şu meâlde bir sözü bu durumu çok iyi açıklar: “Biz, abdest almayı kitaplardan değil, dedelerimize abdest suyu dökerken öğrendik.” Söylemek istediğimizi çok çarpıcı bir şekilde belirten bu sözden de anlaşılacağı üzere, bilhassa dînî eğitimde esas olan yaşantıdır. Yaşantıyı gözleme ve ona katılmadır. Bunun en önemli imkânı da sahuru iftarı ve terâvihi ardından bayramı ile Ramazan ayında gerçekleşir.

Ne Yapılmalı?

İşte tam da bu noktada Mehmet Âkif’in “Fatih Câmii” şiirinde geçen şu bölümü hatırlamak gerekiyor: Âkif, bu şiirinde babasıyla birlikte câmiye gidişlerini anlatmaktadır: 

Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,

Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.

Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;

Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”

Deyip alırdı berâber benimle kardeşimi.

Namaza durdu mu, hâliyle koyuverir peşimi,

Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,

Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!

Mehmet Âkif’in bahsini ettiği bu çocukluk hâtırası 7-8 yaşlarına âittir. Babası, dînî yaşantıyı bizzat bu yaşantının merkez mekânı olan câmide idrâk edebilmeleri için zaman zaman Âkif’le kardeşini câmiye götürmektedir. Sonradan Âkif’in bir “îman şâiri”, “câmideki şâir”, “Kur'ân şâiri” olmasının, İslâm ahlâkının ve dînî şahsiyetinin son derece mükemmel oluşunun sırlarını büyük ölçüde bu tecrübesinde aramak gerekir. Denilebilir ki, bu tecrübeler, o yıllarda henüz bir çocuk olan Âkif’i câmiye alıştırmış ve orada kazandığı bu dînî duyarlık bir ömür onun şahsiyetinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. 

Bu şiir, çocukların câmiye alışmaları konusundaki mesajının yanında bize bir şeyi daha hatırlatıyor. Çocuk, yaşının getirdiği özelliklerden dolayı hareketlidir, yaygın tâbirle yaramazdır. Evde, sokakta olduğu gibi câmide de büyüklerinkinden farklı davranışlar sergileyebilir. Bu yüzden çocukları câmiye götürürken onlara bu konuda îkaz gerekebilir. Nitekim, “namazda uslu durun” sözünü, babasının Âkif’e bir îkâzı olarak anlamak gerekir.

Müsâmahanın Gerekliliği

Ama bu meselenin daha önemli bir tarafı vardır. Çocuk câmide istesek de istemesek de yaramazlık yapabilir, câmiye ilişkin âdâbı tümüyle yerine getiremeyebilir. İşte bu noktada gerek çocuklarını câmiye götüren büyüklerin gerekse câmide bulunan cemâatin son derece müsâmahalı bir tutum içinde olması gerekir. Eğer bu müsâmaha gösterilemezse câmi, çocuk için çekici bir mekân olmaktan çıkacaktır. Bu ise çocuğun dînî eğitimi konusunda telâfîsi imkânsız zararlara yol açacaktır.

İşte, bugün “câmilerde neden çocuklar yok ya da yeterince değil” tesbîtini yaparken iki nokta üzerinde durmalıyız. İlki babalar, kendilerini tıpkı Âkif’in babası gibi bu konuda sorumlu hissedecekler ve Ramazan’ı vesîle kılarak câmiye çocuklarıyla birlikte gitmenin yollarını arayacaklardır. Böyle diyorum çünkü bu iş, zorlamayla değil, teşvikle olmalı ve çocukta câmiye gelme konusunda bir istek uyandırmalıdır. Aslında farklı bir mekânı görmek, oradaki yaşananlara tanıklık etmek ve katılmak çocuğun da arzu ettiği bir durumdur. Gerek merak duygusu gerekse Ramazan’ın bu konulara isteklendirici ritüelleri câmiyi çocuk için bir merak konusu hâline getirmektedir. İşte baba, çocuğunun bu yapısal özelliğini de dikkate alarak çocuğunu câmiye götürmenin bir yolunu bulmalıdır. 

İkinci nokta ise; câmiye gelen çocuğa, biraz önce de değinildiği gibi müsâmahalı davranılmasıdır. Aslında bu da yetmez. Daha farklı uygulamalar da söz konusu edilebilir. Atalarımız bu konuyu, içinde çocukların da bulunduğu Ramazan’a özgü kimi geleneklerle; Ramazan’ı sâdece câmi ve burada kılınan terâvih namazı ile değil, sahur ve iftar vakitlerine mahsus uygulamalarla da gerçekleştirmişlerdir. Ramazan pidesini çocuğun alması, iftarın misâfirlerle açılması, uygun yerlerde çocukların oyun ve eğlence ihtiyaçlarının karşılandığı aktivitelerin yapılması, oruç ve namaz bağlamında dînî hassâsiyetin yaşantı içinde nasıl verilebildiğinin güzel örnekleridir.

İnsan Değişimin Öznesi Olabilmeli

Şüphesiz, hayat değişiyor. Hayâtın değişmesi doğal olarak bizi de değiştiriyor. Ama şunu unutmayalım. İnsan, sâdece değişimin bir nesnesi değil hayâtı da değiştirebilecek iş ve uygulamaların öznesi olabilmelidir. Yâni sâdece değişen değil aynı zamanda değiştiren bir varlık olmalıdır insan. Kendisine bahşedilen akıl, bilgi, îman ve irâde gücüyle hayâta da kendi rengini katmalı, olup bitenler üzerinde sorgulayıcı bir tavır geliştirmelidir. 

Bütün bu bağlamda, dînî yaşantının merkezi durumunda olan câmilerimiz ve burada yapılanlarla ilgili yeni baştan düşünmek gerekiyor. Câmi, dînî merkez olmanın yanı sıra bir sosyal merkez de olmalı, bir eğitici kurum olarak da işlev yüklenmelidir. Buraya özellikle çocukları câmiye kendi istek ve arzularıyla getirebilecek fonksiyon ve uygulamalar yüklenmelidir. Bunlar nedir ve nasıl olmalıdır? Câmi, çocuk için neler yapılırsa çekici bir mekâna dönüşebilir? Bunlar, din adamlarınca, sosyolog ve psikologlarca ele alınması gereken meselelerdir. Ama mutlaka, yapılması gereken ve yapılabilecek olan uygulamalar vardır ve olmalıdır. 

Biraz önce hayâtın bizi değişime zorlamasından bahsetmiştik. Aslında bütün ibâdetlerin bir özelliği de insanı hep diri ve duyarlı kılmalarıdır. Düşünün, uzun süren bir gecenin sabahında ezanla namaza kalkabiliyorsak bu, rutinin dışına çıkmak ve değişmektir. Hele Ramazan ve oruç, hayâtı değiştirmek konusunda daha etkin bir özelliğe sâhiptir. Bunu her Ramazan’da hayâtın her olayında görmek ve gözlemlemek mümkündür. Demek ki insan, hem değişen ama aynı zamanda değiştirebilen bir varlıktır. Bu realiteyi bir kez daha hatırlamak gerekir.

Öyleyse, çocuklarımızın câmilere gelmeleri, getirilmeleri konusunda da mevcut durumu değiştiren bir konumda ve durumda olalım. Çocuklar ki câmilerin en güzel süsü, sevinç sesleri, küçük melek orduları olmalıdır. Câmilerimiz, çocuklarla şenlenmelidir. Yıllar önce okuduğum şu bilgi aklımdan hiç çıkmaz. Ezan okunurken dalga geçen bir çocuğa Efendimiz (sav); "Ne kadar güzel sesin var, bu câmide müezzinlik yapmak ister misin?" der. Bu çocuk bu sözden etkilenerek müezzin olur ve yıllarca bu câmide müezzinlik yapar. Başka örnekler de sıralayabiliriz. Namaz kılarlarken arkadan gelen bebek ağlaması sesi üzerine Efendimiz (sav) namazı kısa keser. Neden kısa kestiği sorulduğunda ise "O bebeğin annesi bebek ağlarken üzülecekti, o yüzden kısa kestim." buyurur. Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)'ın Efendimiz namaz kılarken etrâfında dolaştıklarını, onun sırtına bindiklerini biliyoruz. Efendimiz (sav) onlara kızmak yerine onları sevmiş ve onlara ayak uydurmuş, secdeden geç kalkmıştır sırtında torunu var diye. Hattâ bir keresinde ikisini de kucağına almış ve öyle kalkmıştır.

İşte Hz. Peygamber’in yöntemi, müsâmahası, dolayısıyla yapılması gereken budur. Bırakalım, bir süre yaramazlık yapsınlar. Nasılsa vazgeçeceklerdir. Önemli olan, onların câmiye, cemâate alışmaları, bu mekânları ve burada bulunanları benimseyip sevmeleridir. Bu konuda son olarak şunu da söyleyelim. Ferdin eğitimi, müşterek çabaları zorunlu kılar. Dolayısıyla çocuğun dînî duyarlık kazanması konusundaki eğitiminde de sorumluluk âileden başlar ama orada bitmez. Câmi görevlileri de cemâat de bu eğitimin çok önemli diğer parçalarıdır. Öyleyse ortak çabalarla, niyetlerle çocuklarımızı câmiye, namaza, oruca alıştırabilir ve bu ibâdetlerle kazanılan bütün müsbet davranışların sâhipleri yapabiliriz.

Mayıs 2024, sayfa no: 38-39-40-41

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak