İmam Şafiî (rh.a): Hak ile meşgûl olmayanı bâtıl istîlâ eder. Gerçekten de öyledir; kâinatta hiçbir şey boşluk kabûl etmez. Hele insanın hiçbir yönünü boş bırakmaya gelmez. Boş bırakılan her yer, bir şeylerle doldurulacaktır. Ya hakla doldurulacak, ya da bâtıl o boşlukları dolduracaktır. Sözgelimi insanın gönül dünyâsı doğru ve sağlam bir inançla dolmazsa, o takdirde orada bâtıl, şek, şüphe, inkâr, şirk ve benzeri zararlı şeyler yer edecektir. İnsanın düşünce dünyâsı doğru ve sağlam bilgilerle dolmazsa, o takdirde o zihinlerde ikilemler, ukdeler, gitgeller hiç eksik olmayacaktır. İnsanın söylem dünyâsı, hayır ve hak sözlerle dolmazsa, bu sefer söylemlerini yalan, gıybet, boş ve anlamsız sözler oluşturacaktır. Sürekli hareket hâlinde olan insanın, eylem dünyâsı da sâlih amellerden oluşmazsa, bu durumda insan kötü eylemlerin adamı olacaktır.
Yarattığı insanı en iyi bilen, onun neye ne kadar ihtiyâcı olduğunu bilen Yüce Yaratıcı da insanı aslâ başıboş bırakmamıştır. Nitekim bu husus Kur’ân âyetlerinde net bir şekilde vurgulanır:
İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?1
Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?2
And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.3
Biz bu sınav dünyâsına, sınanmak için geldik. İnsan Yüce Yaratıcı'yı tanımak, O’na inanıp O’na yaraşır şekilde kul olmak için yaratıldı. Bunu bizzat Yüce Yaratıcı haber veriyor: Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.4 Sınav süresi/ömür sona erince öleceğiz ve yeniden diriltilip yapıp ettiklerimizden sorgulanmak üzere Yüce Allâh'ın huzûruna arz edileceğiz.
Yüce Rabbimiz, insana doğruyu eğriden ayırt edebilecek akıl nîmetini bahşetmiş, yanısıra kâinâtı hakîkate götüren âyetlerle donatmış, bunların yanında bir de insana uyarıcı peygamberler göndermiş, âyetler indirmiştir. Bunların hepsi insanın doğru yolu bulması ve hayâtını doğru-iyi-güzel şeylerle doldurması içindir. Aksi takdirde hidâyetten uzak kalan insan savrulacak, insan ve cin şeytanların kuklası olacak, onlar da onu boş-anlamsız-faydasız şeylerle yönetip yönlendireceklerdir. Zîrâ insanın karşısında kesintisiz çalışan, târihî birikim ve tecrübe sâhibi olan azılı şeytanlar vardır. Onlar, sürekli olarak onun aklını bulandırmaya, kalbini karartmaya, akıl-ruh dengesini bozmaya çalışırlar. Onlar, insanı saptırmak için hemen her yolu denerler, her fırsatı kullanırlar.
Nitekim ilk insanın yaratılışında Yüce Allâh'ın ve insanın azılı düşmanı İblis, bunu yemin billah ederek deklare etmiştir: Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın dedi.5
Tefsirlerdeki açıklamalara göre şeytânın insana önden gelmesi, insanın önündeki âhireti ona yalan saydırması, insanı göz göre göre saptırması, emellerini süslemesi, daha yaşayacağın ve göreceğin günler var ileride yaparsın iyilikleri demesi; arkadan gelmesi dünyâ ve dünyâlıklar konusunda onu aldatması, bilmeyerek ona yanlış şeyler yaptırması, geçmişte yaptığı kötülüklerden tevbeyi sürekli tehir ettirmesi; sağdan gelmesi dînî konularda şüpheye düşürmesi, iyiliklerini ona çok ve yeterli göstermesi, bir de onu zenginlikleriyle saptırması; soldan gelmesi günahları süslü, basit ve küçük göstermesi, fakirlik sebebiyle onu ayartıp yoldan çıkarması şeklinde anlaşılmıştır. Âyette onların üstlerinden ve altlarından geleceğim denmemiştir. Zîrâ insanın üst tarafında onu koruyan ilâhî rahmet ve ona hitâben inen vahiy vardır. Alt taraf ise insanın istemediği bir taraftır. Zâten hiçbir kötü, kötü olduğunu söylemez ve kötülük yapıyorum diye gelmez.6 Yüce Allah, insanın ezelî düşmanının manevralarını, hîlelerini bu şekilde açıklayarak ona karşı uyanık olmaya dâvet etmektedir. Şimdi insan için iki yol vardır: Ya Rabbinin uyarılarına kulak verir ya da şeytânın hîlelerine kurban gider. Ya hakkın hakîkatin adamı olur yâhut da bâtıl onu işgâl ve istîlâ eder. Birinci yolu seçerse hem dünyâda rahat eder hem âhirette kurtulanlardan olur. Şeytânın yolunu tercîh ederse iki dünyâda da kaybedenlerden olur.
İslâm, Câhiliyeye Karşıdır. Müslüman da Câhiliyeye Karşı Teyakkuz hâlindedir.
Cehl kökünden gelen câhiliye bilgisizlik anlamınadır. Terim olarak ise, bir konuda doğru olanın tersine inanma ve bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma anlamlarına gelir. Bu kavram, İslâm öncesi ve İslâm dışı inanç, tutum ve davranışlar için kullanılmıştır. Vahiy öncesi ve vahiy dışı hayâtın adıdır câhiliye. Dolayısıyla bilgi sâhibi olmak câhiliyeden kurtulmak için ve câhil sayılmamak için yeterli değildir. Asıl olan, doğru bilgiyi yerinde kullanmak ve doğru bilginin gereğini yapmaktır. Nitekim İslâm’ın Ebu Cehil/Cehâletin babası unvânını verdiği Amr b. Hişam, İslâm geldiğinde toplumda bilgili, saygın bir yer ve konuma sâhipti. Ama o, aydınlanmanın ışığı vahye kulak vermediği, gözlerini ve gönlünü o ışığa kapadığı için cehâletin başı sayılmıştır. Habeş Necâşîsi Ashame’nin huzûrunda Cafer Tayyar’ın şu sözleri câhiliyeyi tanımlayan en özlü ifâdelerdendir: “Ey hükümdar! Biz câhiliye zihniyetine sâhip bir kavimdik; putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık; akrabalık bağlarına riâyet etmez, komşularımıza kötülük ederdik, güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi.”7
İnsanlık târihine baktığımız zaman hak-bâtıl mücâdelesinin kesintisiz sürdüğünü, olukların çift olarak birinden nur, diğerinden kir akıttığını görürüz. Biz insana eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?8 Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.9 Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.10
İslâm’ın aydınlık safında yer alanlar sözlerin en güzeli ve en doğrusu Kur’ân ve Sünnet aydınlığında yollarına devâm ederken; câhiliye safında yer alanlar da şeytanlarının iğvâsıyla boş-anlamsız-zararlı söz ve hareketleriyle bâtılın tellâllığını yapmayı sürdürmektedirler. Kur’ân bu hak-bâtıl mücâdelesini, Ahsene’l-Hadîs'e karşı Lehve’l-Hadis mücâdelesi olarak tanımlar:
İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.11
Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrâr eden Kitâbı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allâh'ın zikrine yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allâh'ın doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.12
Sözün en güzeli anlamına gelen Ahsene’l-Hadis, Kur’ân’dır. Boş-anlamsız söz demek olan Lehve’l-Hadis ise kişiyi Allah’tan alıkoyan, ona sevap kazandırmayan her türlü söz olarak anlaşılmıştır. Buna göre insanı Allâh'ı anmaktan, O’na kulluktan alıkoyan her türlü şirk, küfür, günah sözleri yanında, şarkı türkü, sihir büyü gibi sözler de bu kavramın içerisine girmektedir. Nitekim Lehve’l-hadisten bahseden âyetin iniş sebebi olarak şu olaylar kaynaklarımızda yer almıştır: Mekke’nin önde gelen câhiliye önderlerinden biri olan Nadir b. Haris, Hz. Peygamber'in insanlığa ulaştırmaya çalıştığı Kur’ân âyetlerini dinler, onları küçümseyerek güler ve insanlara İsfendiyar ve Rüstem’in hikâyelerini anlatarak, Muhammed size Âd ve Semûd kavminin kıssalarını anlatıyor. Ben size İran Kisra saraylarından hikâyeler anlatayım, benim bu anlattıklarım Kur’ân’ın anlattıklarından daha güzel değil mi der ve onları Kur’ân dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. Bir başka rivâyete göre ise Mekke’de câhiliye önderi bir adam şarkıcı câriyelerini Kur’ân dinlemeye gitmek isteyen gençlerin önünde oynatarak onları hak yoldan alıkoymaya çalışırdı.13 İki rivâyete göre de insanları İslâm’dan alıkoymak isteyen câhiliye insanlarının bu uğurda hem paralar hem enerjiler harcadıklarını görmekteyiz. Aslında bu, medyanın saptırıcı bir araç hâline getirilmesinin de açık kanıtıdır.
Öyleyse hem kendi beyinlerimizi ve gönüllerimizi Kur’ân ve Sünnet hakîkatleriyle doldurmalı hem de çoluk-çocuğumuzun düşünce ve gönül dünyâsını bu gerçeklerle donatmalıyız. Bunun için de sürekli Kur’ân ve Sünnet gıdâsıyla beslenmeliyiz. Unutmayalım ki boş bırakılan beyinler ve gönüller bâtılın işgâli altında kalacak ve şeytanların at koşturduğu alan olacaktır. İslâm’ın aydınlık safında yer almayan ve bu yolda koşturmayanlar; câhiliyenin karanlık adamları olarak kalmaya devâm edeceklerdir. Doğru ve sağlam bilgiyi kuşanmayan, bu bilginin gereğini yerine getirmeyenler; bid'at-hurâfe, şirk-küfür-günah-kir bataklığında bocalamaya devâm edeceklerdir.
Dipnotlar:
1 Kıyâme 75/36.
2 Mü'minûn 23/115.
3 Rûm 29/2.
4 Zâriyât 51/56.
5 A’râf 7/16-17.
6 Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn.
7 İbn Hişâm, es-Sîre, I, 335-336.
8 Beled 90/10.
9 İnsân 76/3.
10 Kehf 18/29.
11 Lokmân 31/6.
12 Zümer 39/23.
13 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr.
Ekim 2023, sayfa no: 24-25-26-27
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak