Ara

Büyüklerin Peşine Düşmeyen “Büyük” Olamaz

Büyüklerin Peşine Düşmeyen “Büyük” Olamaz

Prof. Dr. Mustafa Kara ülkemizin yetiştirdiği velûd ilim adamlarının başında geliyor. Uzun yıllar Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak görev yapan Kara’nın yayınlanmış kırkın üzerinde eseri bulunuyor. Tasavvuf alanındaki çalışmalarını sâdece kitâbî bilgiler üzerine binâ etmek yerine işin sosyal, kültürel ve târihî yönlerini olabildiğince yaşayarak ele almayı tercîh eden bir “seyyah” da diyebiliriz kendilerine. Değerli Hocamızla Bursa’nın mânevî mîmarları, merhum babaları Kutuz Hoca, tasavvuf, günümüzde eğitim ve mekânlar üzerine konuştuk.

Söyleşi: Yunus Emre Altuntaş

Değerli Hocam, öncelikle bizleri kırmayarak zaman ayırdığınız için tüm okurlarımız adına teşekkür ediyoruz. Uzun zamandır Bursa’da ikamet ediyorsunuz. Bu vesîleyle Bursa’nın mânevî mîmarları denilince aklımıza gelen ilk isimler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Mânevî mîmarlar; aklımızı, fikrimizi, rûhumuzu îmâr eden insanlardır. Bu insanları üç alt başlığa ayırmak mümkündür:

  1. Âlimler, ârifler
  2. Mütefekkirler
  3. Sanatkârlar

Allâh’ın (cc) üstün kâbiliyetlerle donattığı bu insanlar, ellerine geçen imkânları en iyi bir şekilde değerlendirerek toplumumuzu aydınlatabilecek bir seviyeye yükselmişlerdir. Hocalarının, mürşidlerinin, ustalarının rehberliğinde girdikleri bu yolculuğu “altın madalya”larla tamamlamış ve bizlere ışığı her zaman yanan eserler bırakmışlardır. Üç grupta topladığımız bu insanlar aslında iç içe bir durum arz ederler. Yâni bâzı âlimler aynı zamanda sanatkârdır. Güzel sanatların bir dalında “bir numara” olan bâzı sanatkârlar mütefekkirdir, düşünürdür. Bâzıları sohbetleriyle insanların gönüllerini aydınlatırken eser kaleme almamış, bir kısmı da bize pek çok eser armağan etmiştir. Hocazâde Muslihuddîn Efendi tefekkür ve felsefenin en derin konularıyla içli dışlı olurken mânevî hayâtın sonsuz sâhillerinde de kulaç atmıştır. En üst seviyede ilerlemiştir. Molla Fenârî’nin eserleri bugün bile ilgililere ışık tutmaktadır. Bu şehirde yaşayan Eşrefoğlu Rûmî, Niyâzî Mısrî, İsmâil Hakkı Bursevî,  Üftâde gibi şahsiyetler asırlardan beri eserleriyle bizi aydınlatıyor. Bâzıları bizleri ve bütün dünyâyı aydınlatmaktadır. Gönül mîmarlarımızdan bahsederken bunlara imkân sağlayan devlet adamlarını da unutmamak gerekir. Onların “şemsiye” görevi olmasaydı birçok faâliyet gün ışığına çıkamayacak, birçok eser kaleme alınamayacaktı.

Günümüzde özellikle gençlerin mânevî büyüklerimizden istifâde edebilmeleri için neler yapmaları gerekir?

Önce büyükleri tanımak gerekir. Onları tanımak için târihle ilgilenmek, kültür târihini merâk etmek gerekir. Aslında büyük şahsiyetler Allâh’ın bize peygamberlerden sonra sunduğu en büyük imkânlardır, nîmetlerdir. Bunun kıymetini bilmek gerekir. “Âlimler, peygamberlerin mîrasçılarıdır” hakîkati bu gerçeğe işâret etmektedir. Büyüklerin eser ve sohbetleri güçlü bir “tohum”u barındırır. Onları anlayabilirsek bu “tohum”u kendimize aktarabiliriz. İlmî, fikrî, bedîî yolculuklar bir “aşk” yolculuğudur. Aşk için de bir âşık ve mâşuk gerekir. Büyüklerin peşine düşmeyen “büyük” olamaz. Onların tecrübesini almadan onların eserlerini hakkıyla anlamadan yürümeye kalkmak zaman kaybı demektir, akıntıya kürek çekmek demektir. Onların değerini bilirsek ellerindeki meşaleyi teslîm alarak daha yüksek noktalara taşıyabilir, ışık arayan insanlara ulaştırabiliriz.

Nurettin Topçu’nun vefat haberini aldığında Kutuz Hoca’nın gözleri dolarak “Allah rahmet eylesin. Onların büyük hizmetleri var, onlar ölmez. Hocalık böyle bir meslektir. Fakat talebeleri yetim kaldı. İnnâ Lillâh ve innâ ileyhi râciûn” dediğini biliyoruz. Kutuz Hoca’nın bu sözünü şimdi de kendisi için söyleyenler o kadar çok ki… Evlâdı olarak bizlere biraz Kutuz Hoca’dan bahseder misiniz Hocam?

Kutuz Hoca lakaplı Mehmet Kara (Kutuz; kısa boylu demektir), 1334/1918 yılında Rize’nin Güneyce Beldesi’nin Yeşiltepe Mahallesi’nde doğmuştur. Babası Molla Hüseyin (öl.1951), annesi Asiye Hanım’dır (öl.1958). Ahmed ve Hasan ağabeyleri, Hediye ve Fatma kız kardeşleridir. Küçük yaşta hâfızlığa başlamış, ilkokul öncesi hâfızlığını ikmâl etmiştir. Hocası bölgede “Hacı Hâfız” lakaplı Yusuf Efendi’dir (öl.1929). Üç yıllık ilkokuldan sonra o gün için mühim bir gelir kaynağı olan Ramazan aylarında mukabele okuma vesîlesiyle hâfızlığını kuvvetlendirdi. Bunun için Rize’den Giresun’a, Bulancak’tan Samsun Bafra’ya kadar değişik yerlerde mukabele okudu. Delikanlılık yıllarında Hacı Memiş Efendi’den hem demirciliği öğrendi hem de Emsile, Binâ okumaya başladı.  Bu arada Mehmet Aşıkkutlu Hoca’nın talebesi Hızır Akgüneş’ten (öl.1973) tâlim okudu.  Kırkbir aylık askerliğini İzmir Seferihisar’da tamamladı. Terhis olduktan kısa bir süre sonra evi yandı. Aynı yıl (1946) Fatma Hanım’la evlendi. Güneyce ilçesinde bir yıl sağlık memuru olarak çalıştı. 1948’de Büyük Câmii imamlığına başladı.  Bir süre sonra Hocası ve ustası olan Memiş Toprak (öl.1971) Güneyce Müftüsü oldu. Bir grup arkadaşıyla Rize Müftüsü Yusuf Karali’den (öl.1969) İslâmî İlimler okumaya başladı. 1954’te icâzet aldı. 1960 yılında imamlığın yanında Kur’ân Kursu açtı ve gönüllü olarak bu hizmeti emekli oluncaya kadar sürdürdü. Çocukluğundan beri hassas bir bünyeye sâhip olan Kutuz Hoca hastalıklarına rağmen 1977 yılına kadar çalıştı ve bu târihte emekli oldu. 2000 yılından îtibâren kendisinde yaşlılık emâreleri görülmeye başlandı. Son altı ayı ise hastanede geçti. Fânî ömrü 08.12.2011 Perşembe gününü Cumaya bağlayan gece bitti. Rahmetullâhi aleyh. Kutuz Hoca’nın Fatma Hanım’la evliliğinden üç oğlu ve iki kızı dünyâya geldi. Mustafa, Züleyha, Hüseyin, İsmail, Asiye. Onsekiz torunu olan Kutuz Hoca torunlarının çocuklarını da sevme bahtiyarlığına ulaştı. Hocaları anılınca okuduğu şu Arapça beytin Türkçesini şimdi de biz Onun için tekrarlayabiliriz: Eğer dünyâ bir kişi için sürecek olsaydı, Allâh’ın Rasûlü orada ebedî olarak kalırdı.

Kutuz Hoca aynı zamanda Prof. Dr. İsmail Kara ve Prof. Dr. Mustafa Kara gibi çok değerli ilim adamlarının babası olma bahtiyarlığını da yaşadı. Geriye dönüp baktığınızda evlatları olarak Kutuz Hoca’nın üzerinizdeki tesirini nasıl anlatırdınız?

Meşhur sorudur: Yeniden dünyâya gelseydiniz hangi mesleği seçerdiniz? Bunun cevâbı benim için bellidir. Fakat bu güzel mesleğe bizi yönlendiren Kutuz Hoca’dan başkası değildir. Üçümüzü de hâfız yaptı ve şart koştu: “Meslekdaş olacağız. Başka fakültelere de gitmek yok”. Biz de gereğini yaptık tabiî. Babamız ve muallimimiz, mürşidimiz, rehberimiz O’dur. Tahsil hayâtımız tamamlanıncaya kadar O “tatlı-sert” duruşuyla yanı başımızda yer aldı. Yaz tâtillerinde bizi minber ve kürsüye çıkararak meslekî tecrübelerimizin iyi bir seyir tâkip etmesini sağladı. Bugün bâzı hizmetleri yapabiliyorsak bunun mayası Kutuz Hoca’nın yönlendirmeleri, duâ ve niyazlarıdır. Tahdis-i nîmet olarak söylüyorum ki, O’nun asırlık hayâtını bir karşılık beklemeden insanların maddî-mânevî dertlerine tahsis etmesinin bereketi bize de aksetmiştir. Annem ve babam, çocuklarının baba mesleğini sürdürmeleri söz konusu olunca şu tekerlemeyi tekrâr ederlerdi:

Âlimin oğlu âlim olur ardandır

Câhilin oğlu âlim olur kârdandır

Bursa’mızı mânevî iklim bakımından diğer şehirlerden farklı kılan unsurlar var mıdır Hocam? Varsa bunlar nelerdir?

Bütün târihî şehirlerimizin birbirine benzer tarafları, her târihî şehrin Ulucâmisi, Emirsultan’ı, Süleyman Çelebi’si vardır. Fakat bu şehir, yüzyıllar boyu yaşayacak olan bir devlete ilk başkent olma özelliği sebebiyle bâzı “ilk”lerin de sâhibidir.

Evet, her târihî şehirde Ulu Câmi vardır. Fakat Bursa Ulu Câmii bir tânedir. Her ulu câmide hat vardır. Fakat Bursa Ulu Câmii’nin hatlarının dünyâda eşi yoktur. Hz. Peygamberi konu alan yüzlerce mevlid yazılmıştır. Fakat Ulu Câmii imâmı Süleyman Çelebi’nin 1409’da kaleme aldığı Mevlid, dünyâda bir tânedir. Her câmide çini ve nakış vardır. Fakat Yeşil Câmii’dekiler yanında çok sönük kalır. Her şehrin yetiştirdiği büyük şâirler vardır. Fakat Niyâzî Mısrî’nin dîvânı kadar yedi iklim dört köşeyi aydınlatan kaç dîvân var? Tefsîri bütün dünyâda okunan kaç İsmail Hakkı Bursevî var? Bursa’nın câmi, medrese, tekke gibi medeniyetimizin temel üç kurumunu ayrı ayrı eserlerle bize tanıtan kaç tâne Şemseddin Mısrî var?

Mîmar olmayabiliriz ama belli seviyede mîmârî kültürümüz olmazsa Ulu Câmi de Yeşil Câmi de Yıldırım Câmii de bize bir şey söylemez. Şâir olmayabiliriz. Fakat belli seviyede edebiyatla ilgilenmezsek, edebiyat dergileriyle tanışmazsak Niyâzî Mısrî’nin kadr u kıymetini bilemediğimiz gibi Yûnus’a da misâfir olamayız. Bestekâr olmayabiliriz ama mûsikî zevki olan bir kulağa sâhip olmalıyız. Aksi halde o muhteşem besteler bize birşey fısıldayamaz. Bu büyük bir kayıptır. Bunlar bir araya gelirse muhteşem bir “koro” oluşur.  Gönlümüzü îmâr ve ihyâ eden bir koro… O zaman Ulu Câmii’nin mîmârîsi kadar hatları da bizimle konuşur. Bir hâfızın güzel sesiyle okuduğu mevlid, gönlümüzün pencerelerini aralar. Fıskiyedeki su sesi ise dâireyi tamamlar. Biz de böyle bir mâbedde secde etmenin devletini yaşarız. Yıldırım, Emir Sultan, Somuncu Baba, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Süleyman Çelebi ile yeniden buluşur, halleşiriz.

Bursa’yı ziyâret etmek isteyenler için gezi planı çıkarsak, bir seyyah öncelikle ve özellikle hangi mekânları ziyâret etmelidir?

Gezi kronolojik olabilir. Yâni Bursa’nın Fâtihi Orhan Gâzi’nin türbesini ziyâretle başlayıp, II. Murad’ı ziyâretle sonlandırılabilir veya şehrin en doğusunda yer alan Mûsâ Baba ve Pîr Emir türbelerini ziyâretle başlayıp şehrin batısında bulunan I. Murad Hüdâvendigâr’a selâm verilerek sonlandırılabilir. Bu çok önemli değil. Önemli olan hangi şehirde olduğumuz, bu şahsiyetlerin neler yaptığı, neler düşündüğü, neler söylediği konusunda bilgi sâhibi olmaktır. Büyüklerin örnek ahlâkı bizim için “fener” olmuyorsa gezimiz “kupkuru turistik bir gezi” olmaktan öteye geçemeyecektir. Târihî şehirleri görüp tanımak isteyenler için rehber de çok önemlidir. Onların bilgi ve tecrübeleri işimizi kolaylaştırır.

Gençler için başka tavsiyeleriniz var mı Hocam? Neler söylemek istersiniz yeni nesillere?

Geleceğin mânevî mîmarları olacak olan gençlere ne söyleyelim? Mânevî mîmarların iki temel özelliği yukarıda söylendi: Kabiliyet ve gayret.  Sâdece kabiliyet de, sâdece alın teri de yeterli değil. Bu ikisini bir araya getirmenin yol ve usûlünü aramak bulmak gerekir. Bunu büyüklerimiz şöyle özetlemişlerdir:

  1. Zaman
  2. Mekân
  3. İhvan

En büyük nîmet sıhhate bitişik zaman. İkincisi zamanla birlikte mekân ve sonuncusu mekânlarda bizi yetiştiren dostlar. Ana-babalarımız, hocalarımız…

Sevgili dostlarım. Sizin yaşıtlarınızın bir kısmı sağlık nîmetine sâhip değil. Bir bölümünün okuyacak okulu yok. Suriyeli kardeşlerimizi düşününüz… Mektebi de yok, muallimi de... Bunları düşünmezsek içinde bulunduğumuz nîmetlerin değerini bilemeyiz. Şükreden kullardan olamayız. Bu da mânevî mîmar adayı için büyük bir kayıptır.

Hocam bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

Bendeniz teşekkür ederim.

Aralık 2020, sayfa no: 40-44

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak