Ara

“Bu Ülke” Özelinde Cemil Meriç Fikriyâtı / Muzaffer İnneci

“Bu Ülke” Özelinde Cemil Meriç Fikriyâtı / Muzaffer İnneci

Türkiye’de son yüzyılın yetiştirdiği en münevver fikir işçilerinden biri olan Üstad Cemil Meriç’in kaleminden “Bu Ülke” ilk kez 1974’te Ötüken Yayınevi'nden çıkmıştır. Sonraki yıllarda ise İletişim Yayınları baskıları devâm etmiştir. “Bu Ülke” onun en çok beğenilen kitabı olmuştur. Özgür düşüncenin ufuklarına yelken açan bu eşsiz kitap son yüzyılın düşünce-fikir dâvâsının başyapıtları arasında haklı bir konuma sahiptir. Üstad kitap hakkında şunları söyler: Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yāni bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülâkâta bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği.

Üstad mevzubahis olunca oğlu Mahmut Ali Meriç’ten bahsetmemek olmaz. Cemil Meriç’in ilk evlâdı olan Mahmut Ali Meriç başta “Bu Ülke” olmak üzere onun eserlerinin gelecek nesillere aktarılması noktasında çok büyük gayret sarf etmiştir. Bu Ülke’nin ilk bölümünde Cemil Meriç’in hayat serüveni kendi dilinden anlatılır. Bu hâtıralar üstâda âit mektuplardan, jurnallerden, gazete ve dergi yazılarının bazı paragraflarından elde edilerek ustalıkla okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Sonraki bölümde ise bir ‘Cemil Meriç kronolojisi’ sunulur okuyucuya. 1916’da dünyaya gelen üstâdın “Hüseyin” önadını orada okursunuz ilk defa. Hüseyin Cemil Meriç… Hayâtının önemli kilometre taşları târihiyle birlikte sunulur bu bölümde. Tarih atlası gibi; bir insan kronolojisi; Cemil Meriç kronolojisi... Sonraki bölümde “Bu Ülke” başlar. Kitap bir derleme olduğu için kaynaklardan alınan yazı ve hâtıralar birbirinin ardına en uygun görüldüğü şekilde sıralanmıştır.

Cemil Meriç Fransız, İngiliz, Yunan, İran, Hindistan kültür ve edebiyatlarına hâkim bir aydındır. Dikkat ederseniz, sayılan bunca yabancı dile değil sâdece, bu dillerin “edebiyatına” da hâkim bir aydındır. Yazılarında bahsettiği bir hikmetin Hint edebiyatındaki karşılığıyla Yunan mitolojisindeki karşılığını aynı cümle içerisinde sunacak kadar birikimlidir. İçerikteki eşsiz fikir zenginliği sebebiyle her bir paragrafı değil, her bir cümleyi birkaç kez okumak gerekir bāzan. Hattâ sonra düşünmek, ne demek istediğini anlamaya çalışmak gerekir. Zihninde açılan yeni ufukları görüp, insan tekrar tekrar okumak ister Bu Ülke’yi… Bir sene sonra, üç sene sonra, beş sene, on sene sonra yeniden “Bu Ülke” okumak ister insan…

Başlığından da anlaşıldığı üzere kitapta anlatılan bu ülkedir. Yāni biz; kültürümüz, edebiyatımız, târihimiz, edebiyat ve fikir dünyâmız, acılarımız, mutluluklarımız, kaderimiz, kederimiz, sevincimiz. Türkiye’nin gün’ünün ve dün’ünün muhasebesi yapılır bu kitapta. Mâziye bakmamızı ister Cemil Meriç. Hilâfet sonrası yeni tesis edilen devlet nizâmının yerleşmesi için fikir yaltaklığı yapan köksüz sözde aydınları sorgular. Takrîr-i sükûn kānunundan bahseder, 15 yıl boyunca süren ‘fikir ve düşünce yasağını’ sanık koltuğuna oturtur. “İntelijansiya” kelimesi ādetâ üstadla özdeşleşmiş bir kelimedir. “Cumhuriyet intelijansiyasının en ācil vazîfesi mâziyi tasfiye ve hâli takviyeydi” ifâdesiyle devrin aydınlarını sorguya çeker. Osmanlı ile olan bağımızı kırmak, mâzimizi sıfırlamak isteyenlerin karşısına bir kale gibi dikilir ādetâ.

Düşünce insanının toplumla iç içe olması gerektiğini savunur yazar. Ona göre fikir adamları fildişi kulelerden inmelidir, çünkü ilham perilerinin iltifâtı kimseye kavgadan kaçma imtiyâzı vermez. Toplum sorunlarını dert edinmeyen, sokak kavgalarından kaçan aydınlara aydın denmez, ‘dâvâsız sanat meczupları’ denir. Vatandaşları günün çetin kavgalarında yer alırken yıldızlara serenat besteleyen bedbahtın adı “aydın” değil, “savaş kaçağı”dır Cemil Meriç’e göre. Sokakta insanlar boğazlanırken düşüncenin asâletine sığınarak elini kolunu bağlamak düşünceye ihânettir der.

Avrupa’yı çok iyi tanır üstad. Asya’yı da, Hindistan’ı da. Medeniyetler arasında ustalıklı mukāyeseler yapar. Avrupa düşmanlığına da karşıdır, Avrupa hayranlığına da. Bir itidâl çağrısı yapar kendince. Ve haykırır: Avrupa'yı tanımamak gaflet, Avrupa'yı tanıyan ülkesinden kopuyor. Bu lânet çemberini nasıl kıracağız?

Bir dönem Türkiye’de ciddî anarşiye sebep olan, hâlen sırtımızda mütemâdiyen nükseden bir kambur gibi duran sağ-sol olaylarından da bahsedilir Bu Ülke’de. Orta yollu bir sağ ve sol düşüncesi vardır Cemil Meriç’in. ‘Sağ okumuyor, boşuna bağırıyorum’ der. Kendi mahallesine isyân ederken karşı mahalleye de bir taş atar ve ‘sol diyalogdan kaçıyor’ der. Her iki tarafa da kızgındır, çünkü ne sağcılara laf anlatabilmiştir ne de solculara.

Dil müdâfaası da onun düşünce dünyâsının çok önemli bir parçasıdır. Türkçe’nin baş döndürücü hızdaki gelişimine, daha doğrusu değişimine dikkat çeker: “Kāmûs bir milletin hâfızasıdır... Kāmusa uzanan el nâmusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilâli bir tek mukaddese saygı göstermiştir: Kāmus'a… Heyhat! Batıda cinnet bile terbiyeli!

Cemil Meriç batıyı çok iyi yorumlayabilmiştir. Fransız ihtilâlinin dikkatlerden kaçan bir yönüne mercek tutmuştur; dile etkisine. Düşünün ki mevcut olan her şeyi ortadan kaldırmak için yapılmış bir darbe tek bir şeye dokunmamıştır; dile. Bu noktadan hareketle batıyla bizi mukāyese eder üstad. Ona göre batıda bir fikir adamı, bir filozof kendi devrinde anlaşılmasa, yıllar sonra bir neslin geleceğini ve kendisini anlayacağını düşünerek kendisini tesellî edebilir. Çünkü dil bizdeki kadar baş döndürücü bir hızla değişmemektedir. Türk aydını ise böyle bir tesellîden de mahrumdur, fikirlerini yıllar sonra gelecek bir neslin okuyup anlayacağını düşünemez, çünkü yıllar sonra gelen nesil artık yepyeni bir Türkçe kullanmaktadır; 40-50 yıl önce yazılmış bir eseri kāmus yardımı olmadan anlayamamaktadır. Türk dilinin olağanüstü değişim hızına isyân eder üstad; ‘Dil penelop’un örgüsü, yirmi dört saatte bir sökülüp örülüyor’2 der.

Bu Ülke’de batı kaynaklı fikir akımlarının bu topraklara olan yabancılığından bahsedilir. Batının fikir kavgalarını kendi topraklarımıza taşımanın anlamsızlığına dikkat çekilir. İnsanoğlu ne zaman ideolojik etkilerden arınıp özgür bir düşünceye yönelecek olsa Batı’dan ithâl edilen bir “…izm”le zihinler yeniden iğdiş edilmektedir. İnsan idrâkine giydirilen deli gömlekleridir... izm’ler… Özgür düşünceye engel olan, aydınları belli bir düşünce kalıbının içine sokmaya çalışan birer “konserve düşünce”dir. Her bir …ist, koltuk değneği olmadan yürüyemeyeceğini düşünen bir zavallıdır. Düşünce dünyamız zayıf olduğundan, batıdan gelen her bir ideolojiye ânında tutuluruz der üstad.

Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanan sözde aydınlarımız olmuştur bizim. Yaşanmaz bu memlekette! Kaçmak kurtulmaktır onlara göre. Nereye kaçış? Cangıldan şehre, kasırgadan limana, kaostan târihe kaçış. Yāni Avrupa’ya. Cemil Meriç “azgın iştihaları vardı intelijansiyanın” ifâdeleriyle bu kesimin zaaflarına işâret eder. An'aneye, geleneğe düşmandırlar. Tek mâbudları (ilahları) teceddüd’dür (yenilik), tek mâbedleri; Avrupa. Cumhuriyet intelijansiyasının dâvâsı sözde bir direniştir. İstibdâda; baskıcı-zālim-tek adam rejimine karşı (güya) zekânın direnişi… Yenilginin tek sebebi îmandır, İslâm’dır onlara göre. Oysa Batıya bakın; ne kadar da refah içinde yaşıyorlar! Üstâda göre bir asır önce Fransız aydınının kiliseye karşı savaşını tekrarlayan şuursuz birer aktördür bunlar. Yāni batının kavgasını bizim topraklarımızda tekrarlamaya çalışan birer zavallıdırlar.

Çağdaşlık kelimesini irdeler Cemil Meriç. Ona göre çağdaşlık batının tüm dünyayı kendi oluşturduğu standarda sokma çabasıdır. İstedikleri standartlarda olmayan her ölçü, her nizam, her değer ‘çağ dışı’ olarak nitelenir. Oysa Cemil Meriç aynı çağda farklı çağların olduğunu haykırır. Dünyanın her tarafında aynı çağın yaşandığı iddia edilemez der.

Marx’ın “din afyondur” sözünü de tarafsızca tartışır Cemil Meriç. Tahrif edilmiş incilin verdiği tatminsizlik ve kilisenin sorgulanamayan, itiraz edilemeyen otoritesi sebebiyle Batı’nın içine düştüğü buhrandan doğan, kurtarıcı bir slogandır bu söz. Evet, din batı için bir afyondur artık. Hristiyanlık ezilen toprak köleleri için artık karanlık bir hapishane hâlini almıştır. Maddecilik, yāni inkâr ise özgürlüktür, tek kurtuluş yoludur. Din batı için artık bir zillet, dinsizlik ise haysiyettir.

Osmanlı’ya gelince; Osmanlı'da üstün kesim yoktur. İntelijansiya yoktur. Aydınların toplumdaki seçkinliği bir sınıf farklılığının değil, sâdece ilme verilen kıymetin bir tezāhürüdür. Dinde yetkili olanlar dünyâda üstün bir mevkie sahip değildir, bizdeki dînî otorite batıdaki gibi sorgulanamaz değildir. Bu sebeple batıda maddecilik ‘bâtılın hisarlarını yıkan bir dinamit’ken, Osmanlı’da ‘kendi kendini tahrip’ten başka bir şey değildir. Bir başka ifâdeyle dinsizlik batının yükselen sınıfları için ne kadar hayırlıysa bizim için o kadar uğursuzdur. Batı için ilerleyiş, bizim için çöküştür.

Bu Ülke, düşünce dünyamıza ve şuuraltımıza yerleştirilen ön kabûlleri cesurca tartışmaya açan, batının yanı sıra doğunun düşünce birikimini de öne çıkaran, Müslümanca bir fikir dünyası inşâ etmek isteyenlerin olmazsa olmazı diyebileceğimiz bir başyapıttır. Entelektüel bir İslâm düşüncesi ortaya koymak için Cemil Meriç’in Bu Ülke’si başta olmak üzere tüm eserlerinin okunması, hattâ bazı cümle ve pasajlarının ezberlenmesi, müslüman fikir işçilerinin zihinlerinde kalıcı olarak yer etmesi gerekmektedir.

Dipnotlar:

1 Öğr. Gör. Mersin Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi

2 ‘Penelop’ Yunan mitolojisinde kocası savaşa giden bir kadındır. Kocası savaştan dönmeyince başkaları onunla evlenmek istemiş, o da taliplilerini oyalamak için bir yol bulmuştur. “Bir kazak örmeye başladım, bu kazak bitinceye kadar kocam gelmezse sizinle evlenmeyi kabul edeceğim” diyerek onları göndermiştir. Sabah başladığı örgü akşam bitmekte, fakat geceleyin geri sökmekte, ertesi gün yeniden başlamaktadır. Böylece örgü bir türlü bitmemektedir.

Mayıs 2023, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak