Geçtiğimiz günlerde yeni bir hicrî seneyi karşıladık. Bu günler, İslâm’ın en önemli olaylarından birinin hatırlanmasına vesîle oldu. Resmî olarak biz bu yeni yıldan ne kadar uzak olsak da o bizi gâyet mütevâzı bir şekilde karşıladı. Müslümanlar ellerinden geldiği kadarıyla bugünü birbirlerine hatırlattılar. Buna mukābil altı ay önce milâdî yılın gelişi büyük büyük ilânlar, sınırsız harcamalarla karşılandı. Eğer Müslümanlar olarak bizler İslâm’ın kıymetini gerçek anlamıyla bilebilsek, Allâh'a ve dînine karşı vefâ sorumluluğumuzu hatırlasak hem geçen seneyi hem de yeni seneyi karşılamak için hazırlık yapardık. Bu kutlamalar, Allâh'ın dînine vefâ ile uyumlu olur, Allâh'a yakınlığın tâzelenmesi anlamına gelirdi. Yoksa gayrimüslim batı dünyâsındaki gibi bir kutlama aslâ kabûl edilemez.
Elest Günü
Yeni yıl, öncelikle ilk yaratılışta Allâh'a verdiğimiz sözü yenilemek olmalıdır. Yâni “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitâbının yapıldığı ve ruhların da “belâ / evet” diye cevap verdikleri o “îman” ahdimizi yenilemeye vesîle olmalıdır. (A’râf, 7.) “Sonra bunların ardından artık namazı kılmayan ve nefsânî arzulara uyan bir nesil geldi. Bunlar elbette azgınlıklarının cezâsını bulacaklardır.” (Meryem, 19.) âyetinde işâret edilen güruhtan ve Âl-i İmrân sûresi 77. âyette işâret edilen, Allâh'a karşı ahitlerini hiçe sayıp âhirette hiçbir pay alamayacaklardan olunmaması gerektiği hatırlanmalıdır.
Bu münâsebetle Allâh'a verdiğimiz sözü yenilemeliyiz. Bu yenileme, en üstten en alta kadar her kademede olmalıdır. Hem resmî olarak hem de halk olarak yapılmalıdır. Çünkü bu, Âdem’in (as) soyundan gelen peygamberlerin, Nûh (as) ile kurtulan sâlih kulların, İbrâhîm ve oğlu Ya'kûb’un (aleyhimü's-selâm) soyundan gelenlerin ve bütün seçkin ve sâlih kulların özelliklerinden biridir. Onlar: “Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlar.” (Meryem, 19.)
Hicret ve Hareket
Hicret, hareketi temsîl eder. Allâh'ın emir ve yasaklarını yerine getirmek için harekete geçmek gerektiğini öğretir. İslâm’ı çok seviyorsun ama her emrini yerine getirmek için bir gayrette bulunmuyorsun! İslâm’ı çok beğeniyorsun ama yasaklarından kaçınmıyorsun! Bu, cilt hastalığına tutulmuş birinin güneşte durması tavsiye edildiği halde bunun yerine yıl boyunca güneşi öven sözler söylemesine benzer. Bu güzel sözler onun hastalığına şifâ olamaz. İslâm da böyledir. Harekete geçmediğinizde, bütün hayâtınızı İslâm’a uygun hâle getirmediğinizde o İslâm’ın kimseye faydası olmaz.
Yeni bir yılı karşılarken kişi önce namaza karşı ilgisini kontrol etmelidir. Çünkü namaz, kulu Allâh'a yaklaştıran, O’nunla irtibâtını en mükemmel bir şekilde sağlayan ve kötülüklerden koruyan önemli bir ibâdettir. Yukarıdaki âyette de ifâde edildiği üzere bütün peygamberler bu ibâdeti eksiksiz olarak yerine getirmeye gayret etmişler ve başkalarına da bu şekilde yapmalarını tavsiye etmişlerdir. Ancak bu peygamberlerin sonradan gelen ümmetleri, namazı ya hiç kılmamışlar veya onun edâsında yerine getirilmesi gereken hususlara dikkat etmemişlerdir. Allah ile aralarındaki bu temel bağı koparmalarının veya zayıflatmalarının kaçınılmaz bir sonucu olarak, nefsânî arzuları onlara hâkim olmuş, Allâh'ın emirlerinin yerine kendi arzu ve isteklerine uymayı tercîh etmişlerdir. Çünkü namazı vaktinde kılmayan biri, namazın hakkını vermiyor, o ilk vakti kaçırmanın ne denli büyük bir ziyan olduğunu anlamıyor demektir. Çünkü namazı önemseyen kişi onu vaktinde edâ etmeye özen gösterir. Böyle dînin direği olan bir ibâdeti bile gereği gibi yerine getirmeyen birinden diğer görev ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi nasıl beklenebilir?
Hicret Etmeyenler
Yeni bir hicrî yıla girerken hicretin îmânı ölçmek bakımından önemli bir ölçek olduğunu da hatırlamalıdır. Îman, Allâh'ın emir ve yasaklarına karşı duyarlı olmayı gerektirir. Kişi îmân ettim dediği halde Allah için harekete geçmiyorsa îmânı tam bir îman değildir. Nitekim Allah Teâlâ îmân edip de hicret etmeyenler hakkında şu âyetleri indirmiştir:
“Îmân edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar onlarla aranızdaki akrabâlık, komşuluk gibi bağlar sebebiyle hiçbir velâyet bağı kurulamaz.” (Enfâl, 8.)
Çünkü Medîne’ye hicret edenler Allâh'ın emrini yerine getirmek için her şeyden vazgeçerek bunu gerçekleştirdiler. Sevgili Peygamberimiz (sav), hicret eden Müslümanlarla Medîneli Müslümanlar arasında bir kardeşlik ilişkisi inşâ etti. Âyetin ifâdesine göre bu kardeşlik ilişkisinin hicret etmemiş Müslümanlarla da kurulması mümkün değildir. Çünkü onlar, Allâh'ın emrini yerine getirmek için henüz harekete geçmemişler, sevdikleri şeylerden vazgeçmeyi göze alamamışlardı.
Îman, kişiyi harekete geçirdiğinde gerçek îmandır. Şimdilerde görüldüğü gibi agnostikler de dâhil olmak üzere hemen herkes bir yaratıcıya îmân ettiğini söyleyebilir. Ama gerçek îmânı ortaya çıkaran sözler ve davranışlar vardır. Hicret bunun ölçüsüdür.
Hicret etmeyenler hakkındaki diğer âyet:
“Artık onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar, kendilerinden dostlar edinmeyin!” (Nisâ, 4.) Çünkü hicret, îmanlarının gerçek olup olmadığını ortaya çıkaran bir ölçektir. Kimi dost edindiğin, kimi düşman gördüğün, sevdiğin meclis, yabancı hissettiğin meclis, hepsi önemlidir. Müslümanın kriteri, Allâh'ın rızāsıdır.
Hicret ve Sâlih Amel
Allah Teâlâ: “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, o hâlde sâlih amel işlesin” (Kehf, 18) Allâh'a kavuşmanın karşılığı sâlih ameldir. Hicret her ne kadar bir yerden başka bir yere gitmek gibi görünse de aslında Allâh'ın râzı olmadığı işleri terk etmek ve O’nun râzı olacağı işleri yapmak anlamına gelir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav) Rabbinden rivâyet ettiği bir kudsî hadiste Allah Teâla’nın “Ortalık kargaşa içindeyken ibâdet etmek, bana hicret etmek gibidir” buyurduğunu haber verir. (Müslim, Fiten 130) Çünkü böyle anlarda insanların pek çoğu, zamanın kabûllerine kendilerini kaptırırlar. Allâh'a ibâdetten ve kulluk vazîfelerini gerektiği gibi yerine getirmekten uzaklaşırlar. İşte Mekke’den Medîne’ye hicret eden sahâbîler -târihte hiç benzeri görülmemiş bir şekilde- sâdece Allâh'a daha iyi ibâdet edebilmek ve Resûl-i Ekrem’e bağlılıklarını göstermek için mallarını mülklerini, evlerini barklarını, bütün yakınlarını orada bırakıp bu yolculuğu ve vatanlarını terk etmeyi göze almışlardı. Onlar bu davranışlarıyla Allah katında çok büyük ecirler ve sevaplar kazandılar. İşte fitne zamanları/dîni yaşamanın hor görüldüğü zamanlarda, dışlanmayı, makam ve varlıklarını kaybetmeyi göze alarak, günlük hayâtını Allâh'ın emir ve yasaklarına göre düzenleyenler de onlar gibi büyük ecir ve sevaplara nâil olurlar. Bu tutum, toplumun ıslâhı ve kendilerine örnek alacakları akl-ı selîm sâhibi kişiler bulmaları açısından önem taşır.
Hicret ve Niyet
Hicret, iki seçenek karşısında kalan kulun, Allâh'ın rızāsı yönünde hareket etmesidir: Ya Allâh'ın rızāsını kazanmak ya da şeytānı memnûn etmek. Çünkü her zaman insanın önünde iki seçenek vardır. “Doğrusu ben Rabbime hicret ediciyim.” (Ankebût, 26.)
Hicreti hicret yapan niyettir. Nitekim Mekke’den Medîne’ye hicret edenlerden birinin niyeti diğer sahâbîler gibi Allâh'ın emrine itâat ve Rasûlü’ne bağlılığını göstermek değildi. O, Mekke’den Medîne’ye sevdiği bir kadına kavuşmak, onunla evlenebilmek için göç etmişti. İlk Müslümanlardan ve ilk muhâcirlerden olan Ümmü Kays b. Mihsan, kendisiyle evlenebilmesi için ona Medîne’ye hicret etmeyi şart koşmuştu. O da Medîne’ye hicret etti. Ama hicretinin gāyesi Ümmü Kays olduğundan bundan böyle ona “Ümmü Kays’ın muhâciri” dendi.
Rivâyete göre, bu olay üzerine Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurdu: “Ameller niyete göredir. Herkes sâdece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Rasûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Rasûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyâlık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.” (Buhārî, Bedü’l-vahy, 1)
Hicret ve Ayrışma
Hicret, bir ayıklama ve ayrışma sürecidir. “Ey inkâr edenler! Allah mü'minleri, pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hâl üzere bırakacak değildir.” (Âl-i İmrân, 3.) İmtihân olmadan ayıklanma olmaz. Vatanından, evinden-barkından fedâkârlıkta bulunup hicret eden o Müslümanlar, bu imtihanda temiz olan tarafta oldular ve ümmetin tohumlarını attılar. Böylesi büyük bir imtihânı başarıyla geçenlere artık hiçbir imtihanda yenilmek yoktur.
Şimdi düşünelim; biz kim ve niçin hicret ediyoruz? Kimin izinden gidiyoruz? Gece gündüz demeden niçin yollara düşüyor, zahmet çekiyoruz? Amacımız dînimizi fedâ ederek para ve itibar kazanmak mı? Yoksa Allâh'ın rızāsı, Rasûlü’nün şefâati mi? Kalbimizde hangi niyetleri besliyoruz?
Ağustos 2024, sayfa no: 9-10-11
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak