İnnâ lillâh. Biz Allah içiniz. Biz her şeyimizle O’na âidiz. Malımız canımız, sâhip olduğumuzu düşündüğümüz, sandığımız ve söylediğimiz her şeyimiz O’na âit. Hüdâî Hazretleri’nin dediği gibi: Veren Sensin, alan Sensin, kılan Sen. Ne verdinse odur, dahî nemiz var! Bizler, O’nun lütfu sâyesinde varız ve varlığımızı O’nun bize bahşettiği imkânlar ve nîmetler sâyesinde sürdürürüz.
Mâdem ki her şeyimiz O’nun, bizdekiler O’nun bize emâneti. Bizdekiler birer sınav sorusu, onlarla sınanmaktayız. O halde neden bize emânet edilenleri O’nun hizmetine sunmayalım?! Neden, O’na âit olanı O’ndan esirgeyelim! Neden, bu şekilde sınavı kazananlardan olmayalım?! Üstelik biz O’nun olursak, O hep bizimle olacaktır. Dünyâda huzur ve izzeti, âhirette felah ve cenneti lütfederek bizimle olduğunu gösterecektir. O, biz istemeden de vermeye devâm eder. Ama kul çâresizlikler içerisinde O’na sığınıp bittim dediğinde Rabbi yettim diyecek ve O’na lütfedecektir. Zâten O’nun bizdeki nîmetleri, emânetleri saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Allâh’ın nîmetini saymaya kalksanız, sayıp bitiremezsiniz.1 Var oluşumuz, insan oluşumuz, mü’minlerden oluşumuz, yakın-dost-sevenlerimizin olması, nefes alıp verişimiz, organlarımız, tükettiğimiz gıdâlar ve diğer nîmetler saymakla bitmez, yazmaya kalksak sayfalar yetmez!
Dünyevî imkânların bitme noktasına geldiği anda Rasûl, bir gece yarısı gizlice çok sevdiği Mekke’sini terk etmek zorunda kaldığında, bir mağaraya sığınmıştı. Peşindeki müşrikler mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi. Yol arkadaşı endîşe içerisinde tedirgindi. Ama Allâh’ın Rasûlü rahattı, çünkü Rabbinin Rasûlüyle berâber olduğuna îmânı tamdı: Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, inkâr edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) ‘Üzülme, Allah bizimledir’ diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allâh’ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir.2 Elbette Yüce Allah, elçisini sâhipsiz ve yardımsız bırakmayacaktı. Yolunda olanlar için de benzer müjdeler vardır:
Ey inananlar! Siz Allâh’a yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sâbit kılar.3 Allah size yardım ederse sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allâh’a güvensinler.4
Onun için Yüce Rabbimiz, mü’min kullarına kendisiyle berâber olmamızı, O’na sarılmamızı buyurur ve bir anlamda da bunun keyfiyetini açıklar:
Allah uğrunda gereği gibi cihâd edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrâhîm'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur’ân'da, peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için size müslüman adını veren O'dur. Artık, namaz kılın, zekât verin, Allâh’a sarılın. O sizin sâhibinizdir. Ne güzel sâhip ve ne güzel yardımcıdır!5
Yüce Rabbimiz, bir âyetinde Allâh’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın6 buyurur. Bu âyetinde ise doğrudan Allâh’a sarılın buyuruyor. Önceki âyetinde de Siz Allâh’a yardım ederseniz buyurmuştu. Yüce Allâh’ın hiç kimsenin yardımına aslâ ihtiyâcı yoktur. Kulun doğrudan Yüce Allâh’a sımsıkı sarılması da imkânsızdır. Kastedilen Yüce Allâh’ın dînine sarılmak ve O’nun dîninin hayâta hâkim olması için çalışmaktır. Ama ifâdelerdeki bu çarpıcı durum, Yüce Allâh’ın kuluna yakınlığını, kulun da O’na yakın olması gerektiğini anlatır. Bir anlamda dünyâ gözüyle görmesek de sanki O’nu görüyormuşcasına O’na kulluk etmek, O’nun yolunda koşturmaktır. Âyet, O’na sarılmanın yolunun Müslümanlar olarak cihâd etmek, namaz kılmak, zekât vermek yâni malını ve canını O’nun yolunda kullanmak olduğunu açıklıyor. Buna göre Yüce Allâh’ın dînine sarılmak O’na sarılmak gibidir, O’nun dînine yardım etmek de O’na yardım etmek gibidir. Bu durum, kulun Yüce Rabbin dînini yaşarken ve o dînin hâkimiyeti için koştururken göstereceği gayret ve ciddiyeti de ifâde eder. Tıpkı infâk ederken, Allâh’a borç verir gibi verme bilincine ermek gibi. Allâh’a güzel ödünç takdîminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz.7 Zâten Yüce Rabbimiz, her zaman, her yerde bizimledir: Nerede olursanız olun, O, sizinle berâberdir. Allah yaptıklarınızı görür.8 Sizin her hâlinizi bilir, duâlarınızı işitir, yardımınıza koşar. Sizi koruyup kollar ve sizi denetler. Zîrâ O, hem yaratan hem de yönetendir: Dikkat edin, yaratma da O’nun, yönetme de O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir.9 O’nun sizinle berâber oluşu, sizin durumunuza göre değişir. Şöyle ki, şâyet siz sevgiyle O’na boyun eğerseniz, O da düşmanlarınıza karşı yardım ve nusretiyle sizinle olur. Ama siz, inat ve ısrarla O’ndan yüz çevirirseniz O da sizi cezâlandırır, sizden intikâmını alır.10 Onun için kimi insan vardır, bir varlığı görür, sonra da O’nun yaratıcısını görür bilir. Kimi varlığı görür, onunla berâber Yüce Yaratıcı’yı görür bilir. Hakîkat ehli ise varlığı görmeden, onu var edeni görür bilir.11
Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Kul, kardeşinin yanında/yardımında olduğu sürece Allah da kulunun yanındadır/yardımcısıdır.12 Hadîs, kulun Rabbinin yardımına mazhar olmasının pratik yolunu göstermektedir.
Yine Peygamberimiz şöyle buyurur: Allah katındaki konumunu öğrenmek isteyen kimse, Allâh’ın kendisinin yanındaki yerine baksın.13 Kulun Yüce Allah katındaki yeri, O’nu tanıdığı, O’ndan sakınıp emirlerini tuttuğu, yasaklarından kaçtığı ölçüdedir. Atâullah İskenderî ne güzel söyler: Allah katındaki yerini öğrenmek istiyorsan, O’nun seni nerede kullandığına bakıver.
Sonuç olarak, hiç beklemediğimiz anda bize kiminlesin? diye sorulduğunda; teklemeden, lafı evirip çevirmeden, ama-aslında gibi savunmacı ifâdelere sığınmadan Rabbimleyim diyebiliyor muyuz? Tıpkı yakalandığı amansız hastalığın pençesinde ölüme ramak kala, Sultânım, zaman Yüce Mevlâ ile berâber olma zamânıdır sözlerine karşılık, şimdiye kadar sen bizi kiminle bilirdin Hasan Can? diyen Sultan Selîm gibi. Evet, önemli olan yalnızca zor zamanda değil, her zamanda O’nunla olabilmektir. Her zaman O’nunla olabilmek ise O’nu her hâl ü kârda hatırlamak, O’ndan gelen her şeye râzı olmak ve O’nun ölçüleri doğrultusunda yaşamaktır. İşte o zaman Rabb kulundan râzı, kul da Rabbinden râzı olacak ve o gerçek kulu Rabbin cenneti özleyecek ve sonunda nîmetleriyle ağırlayacaktır: Ey doyuma ermiş huzûr içinde olan can! O, senden, sen de O'ndan hoşnûd olarak Rabbine dön! Ey can! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.14
Dipnotlar:
1 İbrâhîm 14/34, Nahl 16/18.
2 Tevbe 9/40.
3 Muhammed 47/7.
4 Âl-i Imran 3/160.
5 Hac 22/78.
6 Âl-i Imrân 3/103.
7 Müzzemmil 73/20.
8 Hadîd 57/4.
9 A’râf 7/54.
10 Mâturidî, Te’vilât.
11 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb.
12 Müslim, Zikir 37, 38; Ebû Davûd, Edeb 60; Tirmizî, Hudûd 3, Kur’ân 10; İbn Mâce, Mukaddime 17; Ahmed, II, 252, 296, 500, 514.
13 Suyûtî, Camiu’s-Sagîr, Hadîs No: 8386; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI, 49.
14 Fecr 89/27-30.
Haziran 2020, sayfa no: 12-15
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak