İnsanı yönlendiren dünyevî hırslara karşı onun dengesini koruyan, bu hırslara mağlûb olup âhireti kaybetmesinin önüne geçebilecek en önemli hasletler arasında kanâat duygusunu saymamız gerekmektedir. Kanâat duygusu insana, Allâh’ın kendisi için takdîr etmiş olduğuyla yetinme bilinci sağlamaktadır. Bu duygunun kişide bulunmaması onu doyumsuzluğa, oradan da ‘dünyâyı elde edeyim de nasıl olursa olsun’ düşüncesine sevk etmektedir. Çünkü arzularını kontrol altına alamamış kanâatsiz kişiler için Peygamberimiz (sav): “İnsanoğlunun bir vâdî dolusu altını olsa, bir vâdîyi daha ister.”1 buyurmaktadır.
Kanâat duygusu gelişmiş insanların, kanâat duygusu gelişmemiş insanlara oranla daha huzurlu oldukları âşikârdır. Kanâatkâr insan elindekiyle yetinip başka bir şeye muhtaçlık hissetmezken, kanâatsiz insan, servetler içinde yüzüyor da olsa hep yeni servetler edinme peşindedir. Çünkü kanâat aynı zamanda rızka kefîl olan Allah Teâlâ’ya2 tam anlamıyla güvenmenin netîcesinde ortaya çıkmaktadır. Hal böyle olunca dayanağı Allah olanların huzûru yakalaması pek tabiî ki daha kolaydır. Öte taraftan, kanâatsizliği ön planda olan kişileri hiçbir şey memnûn etmemektedir. Onlar her zaman bir eksiklik duygusuyla yüz yüzedirler. Servetlerine servet katmanın çabası içindeyken hayatta kendilerine huzur ve mutluluk verecek pek çok güzelliklerin farkına bile varamamaktadırlar. Oysa ki bizler dünyâyı bir araç olarak kullanmakla yükümlüyüz. Onu amaç hâline dönüştürdüğümüz zaman en büyük dengesizlik ortaya çıkar ki bu da âhiretin kaybedilmesidir. Dünyânın araç olarak kalması gerektiğini bize en üst perdeden hatırlatan faktörlerden birisi hiç şüphesiz kanâat duygusudur.
Kanâat duygusunun geliştirilmesine önemli ölçüde katkı sağlayacak pek çok hadisler vardır. Sonunda insanın ne ile baş başa kalacağını, kendisini neyin doyuracağını hatırlatması bakımından şu hadîs-i şerîf önem arz etmektedir: “İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabûl eder.”3 Elbette insan rızkını helâl yoldan kazanabilmek için çalışmalı, çaba sarf etmelidir. Önüne çıkan meşrû her fırsatı değerlendirmelidir. Ancak şunu unutmamalıdır ki insan ne kadar çalışıp gayret etse de kendisine takdîr olunandan başkasını elde edemeyecektir. Kanâatsiz davranıp haramları işleme pahasına da olsa kazanç sağlamaya çalışmamalıdır. Zîrâ Allah Teâlâ’nın takdîrinin her şeyden daha âlî olduğunu Peygamberimiz’in (sav) Abdullah b. Abbas’a (ra) yaptığı nasîhatte açıkça görmekteyiz: “Delikanlı! Sana bâzı şeyler öğreteceğim. Allâh’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allâh’ı gözet ki O’nu dâimâ yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allâh’ın takdîri dışında sana fayda veremezler. Bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allâh’ın takdîri dışında sana hiçbir zarar veremezler...”4 Buradan da anlaşılacağı üzere takdîr olunanla yetinmek, yâni kanâatkâr olmak son derece önemlidir.
Kanâatsiz olmanın yol açabileceği pek çok olumsuzluklardan söz edebiliriz. Örneğin günümüzde hâlihazırda evi ve arabası olmasına rağmen elindekiyle yetinmeyip/kanâat etmeyip daha lüksünü alabilmek için banka kredileri aracılığıyla fâiz batağına saplanan pek çok kişiyle karşılaşıyoruz. Hâlbuki kanâatkar olmak, Allah ve Rasûlüne savaş açmak anlamına gelen5 fâiz belâsından korunmaya vesîle olacaktır.
Evli kadın ve erkeklerin bâzılarının mevcut eşlerine kanâat etmedikleri için iffetlerini muhâfaza edemediklerine şâhit olmaktayız. Hâlbuki Allah Teâlâ: “Onlar size örtüdürler (libâs), siz de onlara örtüsünüz.”6 buyurmaktadır. Yâni eşler birbirlerine kanâatkâr davranmalıdırlar ki kutsal âile kurumu muhâfaza edilebilsin. Zîrâ eşlerin birbirlerine sevgi ve sadâkatlerinin önemi Kur’ân’da vurgulanmıştır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”7
İçinde bulunduğu sosyal seviyeye kanâat etmeyen kişiler, kendilerinden daha iyi durumda olanların konumlarına karşı heveskâr olabilirler. Bu durumun bir netîcesi olarak muhâtaba karşı kıskançlık duyma ya da muhâtabını bulunduğu konumdan uzaklaştırabilmek için iftirâya başvurma hastalıklarına mâruz kalabilirler. Kıskançlığın ve hasetçiliğin temelinde çoğu zaman kendisinde olanlarla yetinmeyip başkasındakine göz dikme duygusu vardır.
Sonuç olarak; az imkâna sâhip olup kanâatkâr olan kişiler, çok imkâna sâhip ama kanâatsiz olan kişilerden daha zengindirler. Çünkü kanâat bitip tükenmek bilmeyen bir hazînedir. Kanâatsiz insan, pek çok şeye ihtiyâcının olduğu düşüncesine kapıldığından elinde olanı aslâ yeterli görmez ve kendini derin bir muhtaçlık içinde görebilir. Kanâatkâr insan kendi içinde, sâhip olduklarının hazzı içinde nîmetin şükrünü edâ edebilmenin derdini yaşamaktadır. Derdi âhiret olanın tasası bu dünyâyla sınırlıyken, derdi dünyâ olanın sıkıntısı belki de bir âhiret sürecektir.
Dipnotlar:
1 Müslim, Zekât, 117.
2 Hûd, 11/6.
3 Buhârî, Rikak, 10.
4 Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâme, 59; İbn Hanbel, I, 293.
5 Bakara, 2/279.
6 Bakara, 2/187.
7 Rûm, 30/21.
Ağustos 2020, sayfa no: 24-25-26
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak