Ara

Bîtarâf Olan Bertarâf Olur

Bîtarâf Olan Bertarâf Olur

İmtihan için geldiğimiz şu dünyâda hepimiz sınanmaktayız. Yüce Yaratıcı önümüze koyduğu büyük hedefler doğrultusunda bizden koşturmamızı ve sınavı başarmamızı istemektedir. Kur’ân, hesap gününde insanların genel olarak cennetlikler ve cehennemlikler olarak iki gruba ayrılacağını söylerken, özelde cennetlik olanların da iki grup hâlinde huzūra çıkacaklarını söyler:

 

İnkâr edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır; bekçileri onlara: «Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtâr eden peygamberler gelmedi mi?» derler. «Evet geldi» derler. Lâkin azap sözü inkârcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara: «Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!» denir.

 

Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: «Selâm size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin» derler. Onlar: «Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allâh'a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!» derler. Melekleri, arşın etrâfını çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken görürsün. Artık insanların aralarında adâletle hüküm olunmuştur. «Övgü, alemlerin Rabbi olan Allah içindir» denir.1

 

Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman hâline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz. İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağ ehline! Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o sol ehline! İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır.2 Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nīmet cenneti onundur. Eğer defteri sağdan verilenlerden ise, ey sağ ehli olan kişi, sana selâm olsun, denir.3

Kur’ân’ın bu yönlendirmelerinde hedef bizlerin en iyiler, yarışı en önde tamamlayan ve Yüce Rabbin gözdesi olarak huzūra varanlar olmamızdır. Sol ehli, amel defteri sol ve arkalarından verilen ve zebâniler tarafından sol taraftan cehenneme sevk edilecek olan kötülerdir. Sağ ehli ise amel defterleri ön ve sağ taraflarından verilecek ve cennete sağ taraftan buyur edilecek iyi kimselerdir.

Âyetler cennetlik olanları sâbikûn, mukarrabûn ve sağ ehli olarak nitelemektedir. Sâbikûn, kulluk yarışını önde tamamlayanlardır. Mukarrabûn ise sınavı başarıyla tamamlamakla Rabbin rızāsını kazanmış ve O’na yakın olmuş olanlardır. Demek ki Müslüman, yalnızca sağ ehli olmakla yetinmemeli, sağ ehlinin de öncülerinden olmaya gayret etmelidir. Nitekim mü'minlerin sürekli okumaları gereken duāları şöyle tanımlanmıştır: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsân et ve bizi, Allâh'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap.”4 Buna göre mü'min, Yüce Rabb'den müttakī olmayı istemez sâdece. Onun hedefi müttakīlere öncü olmaktır. Tabii ki bu da yalnızca sözlü duā ile olmaz. Öncü duā hak edilmeli, takvâ yolunda ilerlemeli ve müttakīlere önder olmaya hazır olmalıdır. Zîrâ kendisi müttakī olamayan bir kimsenin, müttakīlere öncü olması beklenemez.

Gerçek mü'min, kalbinde kökleştirdiği îmânını diliyle ikrâr ederken mü'min olduğunu söyleyerek çevresine tarafını bildirir. Îman doğrultusunda gerçekleştireceği sâlih amelleriyle de mü'minliğini ispât eder, Müslümanlığını ifşâ ederek hakīkī Müslümanlığın nasıl olacağını da etrâfındakilere göstermiş olur. Onun için her Müslüman, bulunduğu yerde İslâm’ın temsilcisidir ve en etkili İslâm’ı tebliğ yolu da temsîlî olarak yapılan fiilî tebliğdir. Bu yüzden Müslüman giyim kuşamıyla, saç ve sakal düzeniyle, günlük hal ve hareketleriyle, iş-yol arkadaşlarıyla da kendine özgün bir modellik sergiler, bu konuda en güzel örnekliği sunar. Bir Müslüman hanımın başında taşıdığı başörtüsü yalnızca onun örtüsü değil, İslâm’ın bayrağıdır. Bir erkeğin nur yüzünü çevreleyen sakalı, yalnızca onun sakalı değil, mensup olduğu dînin alemidir. Bu yüzden Hayat Kitâbımız Kur’ân, bizlere kimlerle berâber olacağımızın yol haritasını da çizer:

 

Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla berâberdir.5 Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla berâber olun.6 Berâberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.7 Bir gün bütün insanları önderleriyle berâber çağırırız.8 Sabah akşam Rablerinin rızāsını dileyerek O'na yalvaranlarla berâber sen de sabret. Dünyâ hayâtının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma.9 O hesap günü, zālim kimse ellerini ısırıp: «Keşke Peygamberle berâber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kur’ân'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor» der.10

Öte yandan İslâm, iç dünyâyı en güzel ve en sağlam şekilde kurduğu gibi, dış dünyâya/dış görünüşe-şekle de büyük önem verir. Günlük hayâtında her hareketini kendi özgünlüğü içerisinde yaparak, bizlere bu konularda da en güzel kulluk örneğini sunan bir Peygamberimiz var. Sağından giyinmeye başlayan, yemesini içmesini sağ eliyle yapmaya özen gösteren, abdestinde namazında sağa öncelik veren, hayırlı yerlere sağ ayağıyla girip sol ayağıyla çıkan bir önder. Beş vakit namazını mescidinde Müslüman arkadaşlarıyla birlikte edâ eden ve namaz vakitlerine göre hayâtını programlayan bir peygamber. Aslında o, tüm bu uygulamalarıyla nizam ve intizam sāhibi bir kişilik olduğunu, zamânı planlayıp kullanmada ne kadar mâhir olduğunu da bizlere göstermiş, bizlerin de aynı hassâsiyette olmamızı istemiştir. Namaz saflarının sık ve düzgün olmasını ısrarla bizlere tavsiye ederken şu uyarıları yapmıştır:

 

“Saflarınızı sık tutunuz. Safların arasını yanaştırınız. Boyunlarınızı bir hizâya getiriniz. Canımı kudret elinde tutan Allâh'a yemîn ederim ki safın boş kalmış aralıklarından şeytānın bodur, kılsız siyah koyun gibi girdiğini görüyorum.”11

 

“Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur. Aklı başında ve bilgili olanlarınız benim arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada dursunlar.”12

 

“Ey Allâh'ın kulları! Saflarınızı düzeltiniz; yoksa Allah Teālâ’nın aranıza düşmanlık sokacağını iyi biliniz.”13

Hiç düşündük mü, namaz saflarını sık ve düzgün tutmanın kalplerimizin düzgün olmasıyla ilgisi ne? Neden şeytan namaz saflarında boş bırakılan yerlere sızar ve mü'minlerin iç dünyâlarını vesveseyle meşgûl eder, bozar?

Bu ve benzeri uyarılarda şekil düzgünlüğünün önemi ve bunun kalbe, iç dünyâya ve nihâyet toplum hayâtına yansımasının anlatılması, ne kadar da anlamlıdır. Bu, bir eğitim okulu olan namazın Müslümanları güçlü ümmet olmaya hazırlamasıdır. Zîrâ şeklî düzgünlük ve birlikteliği sağlayamayanların, kalp düzgünlüğünü ve birlikteliğini sağlaması mümkün değildir. Zâten Müslümanlar cihad meydanlarında birbirine kenetlenmiş bir binâya benzerler. Bu konuda Saff sûresi âyeti şöyle der: Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra hâlinde savaşanları sever.14 Onların düşman karşısında, zor zamanda bu şekilde tek yürek olabilmeleri ise barış zamânında namazla ve günlük hayatta buna hazırlıklı olmalarıyla mümkündür. Zâten cephede mü'minlerin düşman karşısında saf saf olmaları; onların emir-komuta zinciri altında birbirleriyle kenetlenmeleri, birbirlerine destek olmaları demektir. Zîrâ eskiden olduğu gibi bugün savaşlar, meydanlarda karşılaşan iki ordunun saf saf durup birbirleriyle vuruşmasıyla gerçekleşmemektedir. Karada, havada, denizde, siperlerde, savaş vâsıtalarında mücâhidler düzen ve intizam içerisinde, tek merkezden aldıkları emirle, aynı hedefe doğru koşturmalı ve vuruşmalıdır. Onların diğer zamanlarda ve diğer ibâdetlerde olduğu gibi cihad ibâdetinde de tek hedefleri Yüce Allâh'ın rızāsını kazanmak olmalıdır. Bu ise her şeyin bir önder rehberliğinde planlı ve programlı olmasıyla mümkündür.

Şu âyetler de Müslümanların kimlerle berâber olmaları gerektiğini belirler:

Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihâd edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.15

Buna göre mü'minler birbirlerinin dostu, yardımcısı olmak durumundadırlar. Onlar dîni yaşamada birbirlerine destek olmalıdırlar. Onlar mü'minlerin hayrına ve yararına hareket etmelidirler. Sevinçli ve hüzünlü günlerinde onların safında ve yanında yer almalıdırlar. Onlar ya bunu yaparlar ya da onlar için fitne-fesat, zillet ve esâret kaçınılmaz olur. Nitekim Müslümanlar, târih boyunca tek yürek oldukları sürece izzetli ve devletli olmuşlar; birbirlerine düştüklerinde, parçalandıklarında ise zillete düşmüşler, düşmanlarının oyuncağı hâline gelmişlerdir. Bu meyanda bu ümmetin izzetli olduğu günler, zelil düştüğü günlerden çok fazladır. Bugün bizlerin örnek alacağı dönemler de o izzetli devrelerdir.

Ümmetin silkinip yeniden kendine gelmesi kendi özüne dönmesi, tarafını belli etmesi ve taraftârı olduğu ümmetin fertlerine yardımcı olmasıyla mümkün olacaktır. Zâten İslâm kardeşliğinin temel amacı, dîni yaşamada birbirine yardımcı olmayı gerektirir. Nitekim zālim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardımcı ol buyuran Peygamberimiz, zālime yardımı, onu zulmünden alıkoymak diye açıklamıştır. Onun için Müslümanlar, birbirlerine yardımı yalnızca içlerindeki fakir ve düşkünlere maddî yardım olarak sınırlandırmamalı; bunun yanında onları hayra teşvîk ederek, onlardan sâdır olacak kötülüklerine engel olarak, onlara dilleriyle ve halleriyle doğru dîni anlatarak da yardımcı olmalıdırlar. Çünkü Ufuk Peygamberinin ifâdesiyle bir insanın hidâyetine vesîle olmak, tüm dünyâ ve içindekilerden çok daha hayırlıdır.

Tüm bu açıklamalardan sonra şimdi kendimize şu soruları yöneltelim ve içtenlikle bunlara cevap verip kendimize çekidüzen verelim:

 

Ben kimim ve kiminleyim? Kimlerin yanındayım ve kimlere yakınım? Kimleri seviyorum, kimlerle düşüp kalkmaktayım? Ben, daha çok kimlere çalışıyorum, kimlerin ekmeğine yağ sürüyorum ve kimlerin adamıyım? Bütün bunları yaparken neyi hedefliyorum? Dünyâda bir ve berâber olduklarımla, âhirette de berâber olmaya hazır mıyım?

 

Dipnotlar:

1 39 Zümer 71-75.

2 56 Vâkıa 4-10.

3 56 Vâkıa 89-91.

4 25 Furkān 74.

5 16 Nahl 128.

6 9 Tevbe 119.

7 11 Hûd 112.

8 17 İsrâ 71.

9 18 Kehf 28.

10 25 Furkān 27-29.

11 Ebû Dâvûd, Salât 93.

12 Müslim Salât 122.

13 Müslim, Salât 128.

14 61 Saf 4.

15 8 Enfâl 72-73.

Temmuz 2022, sayfa no: 8-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak