Geçdüm hod-bin ilinden el çekdüm dükeliden
Ol ikilik bâbından birliğe bitüp geldüm
Yûnus Emre
Yûnus Emre; Haçlı saldırılarının, Moğol işgâlinin, iç isyanların her anlamda darmadağın ettiği Anadolu bozkırında âdetâ ulu bir ırmak oldu. Hem kendi şahsî tekâmül hikâyesiyle insanlara bir örneklik/önderlik yaptı, hem de söz’ün (şiirin) gücüyle onları derleyip toparladı ve Anadolu’yu vatan, bizi millet kılan bir isim oldu.
Bunu nasıl yaptı? Eğer bu soru üzerinde doğru bir anlamaya sâhip olabilirsek Yûnus Emre, bugün de tekrar darmadağın edilmek istendiğimiz bu topraklarda bizim için yeniden bir ümit kapısı olabilir. Öyleyse bu soruyu doğru cevaplamak gerekiyor. Kanâatimce bu cevap onun âdetâ bir manifesto niteliğindeki şu dörtlüğünde yer alıyor: “Ben gelmedim dâvî için/Benim işim sevi için/Dostun evi gönüllerdir/Gönüller yapmaya geldim.”
Problem Dâvâ, Çözüm Sevgi
Hemen hepimizin lafız olarak çok iyi bildiğimiz bu dörtlükte hem problemin tesbîti yapılıyor hem de çözümün/çârenin ne olduğu açıklanıyor. Buna göre problem onun “dâvî” sözüyle ifâde ettiği “dâvâ”dır. Çünkü bu kelime “anlaşmazlık, mücâdele, çözülmesi gereken mesele” mânâlarına da gelmektedir. Bunu ortaya çıkaran sebepler ise içteki çözülmenin dışarıya verdiği fırsatla Anadolu’daki millet ve devlet olarak varlığımızın sona erdirilmesi isteğidir. Haçlılar da Moğollar da bunun için saldırdılar Anadolu’ya. Çünkü Anadolu, küfrün ve şirkin karşısında en muhkem bir kale idi. Şimdi bu kale yıkılmak isteniyordu. Bunda başarılı da olundu. Ama hiçbir yıkım, eğer kök sağlamsa herşeyin sonu mânâsına gelmez. Mutlakâ o kesilen, budanan, yakılan ağaç gün gelir yeniden yeşerir, çiçek açar, meyve verir. Bunun için de öncülere ihtiyaç vardır.
Yûnus Emre, çağında böyle bir misyonun insanı oldu. “Dâvâ” olarak nitelediği problemin çözüm yolunun “sevgi” olduğunu söyledi, gösterdi. Çünkü sevgi gönüldendir ve gönülden gönüle akan bir ulu ırmak suyudur. Kaynağı ise “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinâtı yarattım." diyen Cenab-ı Hakk’tır. Böylece sevgi Yûnus’un diliyle söyleyecek olursak “Yaratan”ı ve “yaratılan”ı sevgi iklîminde bir kılmaktır. Çünkü Allâh’ın bir olduğuna inanmak, yaratılanların da birlikte olması ama bu birlikteliğin “Bir” olan etrâfında toplanmasıyla mümkün olabilir ancak. Bu, tam da şu âyetin belirttiği husûsa tekabül eder: “Hep birlikte Allâh’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allâh’ın size olan nîmetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.”( Âl-i İmrân, 103). İşte; Yûnus’un söyleyip yapmak istediği tam da budur.
Gönüle Seslenmek
Bu mânâda en büyük imkân ise gönle seslenmektir. Çünkü gönül “dost’un evi”dir. Bu evde ayrılık gayrılık olmadan yaratılan yaratıcısı ile bir olur, söyleşir, halleşir. Bundandır ki îmân için dil ile ikrar yetmez, kalp (gönül) ile tasdîk gerekir. Bu “Kâlû belâ”daki durumun dünyâ hayâtındaki şeklidir aslında. O zaman nasıl “sen bizim Rabbimizsin” demişsek, dünyâ hayâtında da sevgi merkezi olan gönüle Hakk’ı sultan kılmak ve O’na her an seslenebilmek de yine “evet, sen bizim Rabbimizsin” ve “biz Senin ipine sarılıp kardeş olacağız” demektir.
Yûnus Emre’nin yine şu çok bilinen mısrâları da bu konuyu açıklar niteliktedir. “Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim sevilelim/Dünyâ kimseye kalmaz”. Burada da çözüm yolu olarak söylenilen “tanışmak”tır ki sevgi pencerelerimizin açılmasının ilk adımı budur. Ancak tanışıp bilişenler niyetleri sâlih ise birbirlerini sevebilirler. Ama bu sevginin “Yaradan’dan ötürü” olması bu işin en temel şartıdır.
Sevgiye dayalı bir münâsebette en büyük kazanç ise işlerin kolay kılınmasıdır. Yûnus Emre bunu söyledikten sonra “Dünyâ kimseye kalmaz” diyerek ontolojik bir îkazda bulunuyor. Çünkü dünyâyı kalıcı bilip böyle bir gafletle dünyânın fânîliğini, buraya niçin geldiğimizi unutup dünyâperest olan sâdece dünyâyı sever. Yaratılanı ve Yaradan’ı sevmesi ise dünyâ ile arasına koyduğu mesâfeye bağlıdır. Evet, insan dünyâda yaşayacaktır, onun imtihan alanı buradır ama ondan beklenen ve istenen dünyâda olması ama dünyâlı (dünyâperest) olmamasıdır. Dünyâya böyle bakmak ise yine bu meselede de Allâh’ı birlemeyi gerekli kılar. Yâni konu ne olursa olsun merkezde Allah olmalıdır.
Bir Olanda Birleşmek
Bu mesele bize, Yûnus Emre gibi mutasavvıfların neden vahdet-i vücut anlayışına bağlı kimseler olduğunu gösterir. Bu kavramdan ne anlaşılması gerektiğine dâir târih boyunca ne çok tartışma yaşandığını elbette biliyoruz. Burada bizim algımız ve anlayışımız, bütün felsefî tartışmaların ötesinde bu kavramın “Bir’de birliktelik” olarak anlaşılması gerekliliğidir. Bu bizi hem Allah merkezli bir tevhîdî anlayışa hem de bütün varlıkların bu birlik etrâfında bir olması noktasına getirir. Yâni milletler, toplumlar için de bu anlayışın böyle birleştirici bir yansıması vardır. Dolayısıyla bu kavramı “varlığın birliği” gibi ifâde ederken aynı zamanda “sosyal birlik” olarak da görmemiz gerekir. Bu, çok öznel bir yorum olarak görülemez. Zîrâ bütün peygamberler insanlığı tek bir Allâh’a inanmaya çağırmışlardır. Dolayısıyla onların ilim ve irfan geleneğinin vârisleri olan sûfîler de birlikten söz ederlerken böyle bir çağrıyı dile getirmektedirler. Yine zâhirde meselâ câmide cemâatle namaz kılmak Bir’in önünde birlikte olmanın en müşahhas hâlini ifâde eder. İşte bu hâli câmiden hayâta çıkarmak da sosyal birliğin sağlanmasının tek yoludur.
Meseleye böyle baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Meselâ milleti, âileyi vb. toplukları birleştirdiğini söylediğimiz değerler/unsurlar vardır. Bunlar elbette önemlidir. Ne var ki hiçbiri Allâh’ın birliği (Allâh’ın birliğine inanma, bir ve tek olduğunu kabûl edip söyleme) anlayışının kazandıracağı birlik kadar güçlü olamaz. Bu yüzden dînimizi ifâde eden kavram tevhîd/birlik’dir. Yûnus, işte böylesi bir sosyal birlik anlayışıyla Allah sevgisini mücerred ve mistik bir inanış olmaktan çıkararak hayâtı ve insanları kuşatıcı müşahhas bir anlayışa çevirmiştir.
Korkudan Kurtulan Emîn Yerdedir
Yûnus Emre, bu birlik anlayışını Tapduk Emre dergâhındaki eğitimiyle önce ferdî olarak geçekleştirdi. Nitekim onun “Ben beni bildim/Yakîn bil kim Hakk'ı buldum/Korkum onu buluncaydı/ Şimdi korkudan kurtuldum” mısrâları böyle bir durumu yâni “hakkı bilme, bulma” ve ”Onunla bir olma” anlayışını ifâde eder. Birlik onu korkudan, endîşeden kurtarmıştır. Şimdi bu tür korkulardan kurtulması gereken bir toplum vardır. Yûnus, işte aynı anlayışı kitlelere de kazandırmak için daha sonra irşad gezilerine çıkar. O dönemin Anadolusu her ırktan, inanıştan insanlarla doludur. Bu yüzden onlara da millet bütünlüğü içerisinde yer açar, hiçbirini dışarıda bırakmaz. “Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan/ Halka müderris olsa hakîkatte âsîdir “demek böyle bir anlama gelir. Yine “Bir’de bir olma” anlayışının gereği olarak “Hakk'ı gerçek sevenlere/Cümle âlem kardeş gelir” diyerek sâdece kendi coğrafyası için değil bütün bir dünyâ insanlığına ebedî bir kurtuluş yolunu gösterir.
İşte bu “Bir’de birlikte” olmaya dâvet” sesi Anadolu semâlarında yankılanmış; Haçlı seferlerinin, isyanların, Moğol istîlâsının ve iç karışıklıkların doğurduğu yaralar sarılmış; Selçuklu kışı, Osmanlı baharına dönmüştür. Böylece Yûnus bu birlik çağrısıyla Anadolu’da yaşayanları birleştiren, bütünleştiren mânevî bir önder misyonu üstlenmiştir. Bugün de böyle bir birliğe ihtiyâcımız var. Bunun için de Yûnus’un ulu ırmağından su içmek, sesine hem kulaklarımızı hem de gönlümüzü açmak gerekmektedir.
Şubat 2020, sayfa no: 48-49-50-51
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak