Ara

Bireyin/Sâlikin Kulluk Şuurunun Farkına Varmasına Vesîle Olan İki Kavram: Sabır ve Şükür

‘Düşme nefsün arzûsına kâmil ol, Sabra yâr ol ki bulasın Hakk’a yol.’1   Bireyin/sâlikin olgunluk sürecinde iki büyük destekçisi olduğundan bahsedebiliriz: Sabır ve şükür. Birey/sâlik, bu iki sığınak vesîlesiyle birçok zorluğun üstesinden gelip olgun/kâmil bir mü’min olabilme vasfına ulaşabilir. Anlam dünyâsı itibâriyle sâdece belâ ve musibetlere göğüs germe şeklinde sınırlandırılmaması gereken sabır ve sâdece nimetlere teşekkürü ifâde etme dar kalıbına sığdırılmaması gereken şükür kavramları bu yönüyle bireyin/sâlikin hayâtında büyük öneme sâhip kavramlar olarak değerlendirilmelidir. Bu çalışmamızda, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’nin olgun ve îmânın tadını almış mü’minin özellikleri olarak takdîm ettiği bu iki kavrama vahiy, sünnet ve sûfîlerin bakış açılarıyla bir kere daha bakmak ve hayâta bu iki kavramın anlam yoğunluğunun farkında olarak yön verebilme gayretine bir nebze olsun katkı sağlamak istiyoruz.   KULLUKTA KARARLI OLMANIN SİMGESİ OLAN KAVRAM: SABIRSabr’ kelimesi lügatte ‘hapsetmek, kendisini ya da başka birisini bir şeyden alıkoymak, birini öldürmek üzere hapsetmek, birini bağlamak, cezâlandırmak, birisinden öç almak, misillemede bulunmak, kısas yapmak, birine kefîl olmak2 gibi anlamlara gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de3 şükür, tevekkül, takvâ ve namaz gibi İslâm’ın en temel kavramlarıyla birlikte zikredilen sabır kavramının din ve birey/sâlik açısından önemini bu yoğun ve girift ilişkiler gösterir mâhiyettedir.4   Hz. Peygamber (sav) de muhatab olduğu sıkıntılara en üst düzeyde gösterdiği dirençle vahyin sabır konusundaki mesajının en güzel örneği hâline gelmiştir. Şahsına ve ashâbına yönelik tehdit, kötü muamele, kaba davranış ve birçok hakârete göğüs geren Hz. Peygamber (sav) ümmetine her konuda olduğu gibi sabır ve şükür konusunda da en güzel örnek olmuştur. Babasını daha doğmadan kaybeden, Kâbe’de namaz kılarken üzerine işkembe atılmak istenen, şâir ve mecnun olmakla ithâm edilen ve nihâyet doğduğu ve büyüdüğü yurdundan çıkmak zorunda kalan Hz. Peygamber’in (sav) etrâfındaki insanları büyük bir değişim ve dönüşüme uğratan hikmetli kavramların sabır ve şükür olduğunu söyleyebiliriz.5   Sûfîler, Allah Teâlâ’yı anma/hatırlama yâni zikir sâyesinde büyük bir dönüşüme şâhit olan bireyde/sâlikte ahlâkî güzelliklerin zuhûr edebilmesi için gayret göstermişlerdir. Tasavvuf yolunun bu dönüşüm sürecinde bireyin ulaşmasını istediği menzillerden bir tanesi de sabır menzilidir. Onlar, bireyin/sâlikin gündelik yaşamında sevgi, adâlet, merhamet ve içtenlik gibi pozitif duygularını sabırla harmanlayabilmesi için bu konuya ayrı bir önem vermişlerdir.6 Sûfîler, sabrı hakîkat kapısının on derecesinden birisi olarak görmüş ve ‘toprak olmak, cümle mahlûku hoş görmek, rızâ, emin, makbûl-ı Hak olmak, muhabbet-i Hak, setr, şükür ve müşâhede’ için sabrı şart koşmuşlardır.7   Sabrı Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö.1195 /1780) ‘nefsi telaştan menetmek, nefsin hazlarından mücâdele ile sıyrılıp uzaklaşmak, nefs perhizine devâm edip sâbit kalmak8 şeklinde târif etmiştir. Son döneme ‘Hak Dîni Kur’ân Dili’ adlı tefsiriyle damgasını vuran Elmalılı Hamdi Yazır’a (ö.1942) göre ise; ‘Sabır îman ve güzel amel ile hak ve hayır yolunda sebat göstermektir ki bu şecaat, sadâkat ve mertlik şiarıdır. Yoksa kötülüğe katlanmak, her aşağılığa boyun eğmek ve şerre rızâ göstermek demek olan tembellik, zillet ve miskinlikten ibâret olan duygusuzluk değildir.’9 Dikkat edilirse Yazır, sabrın pasif direniş yönüne yapılan vurguları kabûl etmekle birlikte kötülük karşısındaki aktiflik/harekete geçme yönünün daha önemli olduğuna işâret etmiştir. İbn Atâ (ö.309/922) ‘Musibetler içinde iken en güzel şekilde edebe riâyet etme’10 şeklinde sabrı târif ederken Ebû Tâlib el-Mekkî (ö.386/996) sabrı nefis mücâdelesi bağlamında değerlendirerek şöyle tanımlamıştır: ‘Sabr, nefsin arzularına karşı, insanın içindeki kötü duygulardan temizlenmesi, edepli ve güzel ahlâklı olmasıdır.11 Cüneyd-i Bağdâdî’ye (ö.297/909) sabrın ne olduğu sorulduğunda şu cevâbı vermiştir: ‘Zorluk ve sıkıntı zamânı geçinceye kadar rızık sıkıntısına Allah için tahammül göstermek, yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmektir.12 Sûfîlerin bu tanımlarından onların sabrı dayanma/tahammül, güzel ahlâk, rızık konusunda endişe etmemek ve acıyı bal eylemek şeklinde çok boyutlu bir şekilde değerlendirdiklerini söyleyebiliriz. Yine sûfîler, sabrı elde etme ve sürdürme noktasında Allah Teâlâ’nın yardımına muhtâc olunduğu hakîkatinin de altını çizmişlerdir. Erzurumlu Şâir Zikri’nin bu noktaya işâret eden şu ifâdeleri dikkat çekicidir: ‘Nice bir dert ile olam mübtelâ, Sabır eyledikçe artıyor belâ,   Meğerki lutf ede Yaradan Hudâ, Ağızda duâya dil tâzelendi13   NİMETİ DEĞİL SÂHİBİNİ BİLMEK: ŞÜKÜR Şükür; ‘Allâh’ın nimetinin etkisinin kulun dilinden itiraf ve övgü, kalbinde şâhitlik ve muhabbet, organlarında da itaat etme ve boyun eğme olarak ortaya çıkması14 olarak tanımlanmıştır. Güzel ahlâka bireyin/sâlikin ulaşabilmesi için namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibâdetler başta olmak üzere diğer bütün ibâdet ve ahlâk ilkeleriyle ilişkili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de15 ele alınan şükür kavramı, sûfîlerin düşünce dünyâsında da geniş bir şekilde değerlendirilmiştir. Sûfîler dil, kalp ve organlarla yapılması istenen şükrü;16 ‘nimeti değil nimeti vereni görmek’17 şeklinde târif etmişlerdir. Onlara göre sâlik gece-gündüz gaflete düşmeden Yaratıcının nimetlerine şükretmelidir:   ‘Gice gündüz turmayup şükr eyle sen, Hudânın nimetlerin fikr eyle sen.   Çün gerek hem bizlere şükr-i lisân, Açılur anun ile bâb-ı cenân.’18 Yine sûfîler, şükretmeyi insan-ı kâmil olmanın bir işâreti saymışlar ve ancak şükür sâyesinde Allah Teâlâ ile var olunabileceği gerçeğini vurgulamışlardır: ‘Şükür kıl ki arkanda har yükü yok, Degül har beşersin şükr eyle çok’19   ‘Nimet-i Hakk’a şükre et iltifat, Kıl anunla idâme-i devlet’20   Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse, sûfîler sabır ve şükrü çalkantılı sularda sığınılması gereken iki sağlam liman olarak görmüşlerdir. Bir başka ifâdeyle nefis, dünyâ ve şeytanın hilelerine/tuzaklarına karşı sabır ve şükür kalkanlarıyla istikâmete ulaşmayı hedeflemişlerdir. Çok boyutlu bir şekilde bu kavramları değerlendiren sûfîlerin sabra ‘pasif direniş’ şeklinde anlam vermelerinin yanısıra onun ‘aktif/eylemsel’ yönüne işâret ettiklerini de görmekteyiz. Onlar günaha ve gaflete dalmama, ibâdet ve kullukta devamlı olma, belâ ve musibetler karşısında temkini elden bırakmama ve görülen/hissedilen kötülükleri el, dil ve kalple değiştirebilme/dönüştürebilme noktasında sabrın büyüleyici/etkin fonksiyonuna dâima vurgu yapmışlardır. Tasavvufun en temel hedefi olan nefsin istek ve arzularını dizginleyebilme gâyesi ile sûfîlerin sabır anlayışları arasında büyük bir yakınlık olduğu tesbitlerini de hatırlatmamız yerinde olacaktır.   Tasavvufî düşüncede, ‘lutfedilen nimetten ziyâde nimetin sâhibini bilmek’ şeklinde formülize edilen şükür kavramı da bireye/sâlike güvenilir bir liman olarak takdîm edilmiştir. Sûfîler şükretmeyi insan-ı kâmil olabilmenin bir şartı olarak görmüşlerdir. Onlara göre şükür; dil, beden ve kalple yapılmalıdır. Bütün âzâların şükrü îfâ edebilmesi de ibâdetlerle şükür arasındaki bağlantıyı/yakın ilişkiyi hissetmekten geçmektedir. Sûfîler şükrün sözde kalmaması, ahlâkî hasletler olarak bireyin/sâlikin hayâtında olması gereken noktada onun hayâtına değer katması husûsunda da çeşitli uyarılarda bulunmuşlardır.   Abdullah Sivaslı / Aralık 2015 Dipnotlar: [1] Sıdkî Baba, Nasîhatnâme-i Sıdkî, Millî Kütüphanede 06 Mil Yz A 5297, vr.20a. 2 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1968, c.IV, s.438; Zebidi, Tacu’l-Arus, Beyrut 1966, c.III, s.327; Cevheri, Es-Sıhah, Mısır 1956, c.II, s.706; Wensinck, İslâm Ansiklopedisi, Sabır maddesi, İstanbul 1966, c.X, s.3. 3 Mehmet Demirci ‘Kur’ân-I Kerîm Işığında Sabır Kavramı’, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri 2002, s.263-285. 4 Âli İmran 3/200; Yusuf 12/90; Lokman, 31/31; Sebe’, 34/19; Şura 42/32-33; İbrahim 14/5; İbrahim 14/12; Nahl 16/42; Ankebut, 29/59; Müzzemmil, 73/9-10; Bakara 2/153; Bakara 2/45; Hac 22/35; Meâric 70/19-23. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Recep Önal, ‘Kur’ân’da İmanî ve Ahlâkî Bir Tavır Olarak Sabır’, CÜİFD, c.XII/2 – Sivas 2008, s.439-466. 5 Âdem Tutar, ‘Hz. Muhammed (sav) ve Sabır’, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: IV, Elazığ 1999, s.137-144. 6 Mehmet Kasım Özgen, ‘Tasavvuf Felsefesinde Zikir Kavramı’, Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), s.221. 7 Tuğba Aydoğan, ‘Bektaşi Şâiri Âşık Sıdkî Baba’nın Nasihatnamesi’, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 2011, Cilt: IX, Sayı:II, s.298. 8 Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, Sad. M. Fuad Başar, İstanbul 1984, s.391. 9 Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, c.IX, s.434. 10 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1991, Dergah Yay., s.81. 11 Ebu Talib Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, Tercüme: Muharrem Tan, İstanbul 1999,c. II, s.212. 12 Kuşeyrî, Risale, s.26. 13 Dilaver Düzgün, ‘Erzurumlu Mutasavvıf Halk Şâiri Zikri’, Millî Folklor, Yıl:XIX, Sayı: LXXVI, s.99. 14 Gazalî, İhyâu Ulûmiddîn, c.IV, s.642-643. 15 Mürüvvet Tezekici, İslâm’daki Temel İbadetlerin Ahlaki Boyutu (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana 2007, s.1-78. 16 Gazalî, Kimya-ı Saadet, çev. Abdullah Aydın-Abdurrahman Aydın, Aydın Yay. İstanbul 1992, s.729. 17 Bu tanım Ebubekir eş-Şibli’ye aittir. Kuşeyrî, Risale, s.245. Zafer Erginli, sûfîlerin şükür konusunda nimeti değil de nimeti vereni bilme noktasında aynı kanaati paylaştıklarını belirtmektedir. Zafer Erginli, ‘Temel Tasavvuf Klasiklerinde Dünyâ Algısına Toplu Bir Bakış’, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa 2006, c.XVI, Sayı: II, s. 125-126. 18 Sıdkî Baba, Nasîhatnâme-i Sıdkî, vr.27a. 19 Zaifi, Bağ-ı Bihişt, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan, 822/1, yk.34b. 20 Ş. Karaçelebi-zade, Güleşn-i Niyaz, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 2405/2, 67a.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak