Ara

Birbirini Tefsîr ve Te’kîd Eden İki Kitâbı Birlikte Okumak

Birbirini Tefsîr ve Te’kîd Eden İki Kitâbı Birlikte Okumak

Miladî 610. sene… Dağ başında, gece karanlığında ıssız ve sessiz bir mağara. Mağarada, uzleti seçmiş, insanlığın gidişâtını kendine dert edinmiş, arayış içerisinde derin derin düşünen bir adam… Ne olacak bu insanlığın hali? İnsanlık nereye gidiyor? Niçin yaratıldı âlem? Ölenler nereye gidiyor? Dünyâda yapılan zulüm ve haksızlıklar yapanların yanına mı kalacak? Ve benzeri pek çok soru… İşte tam da o sırada gecenin karanlığını ve sessizliğini sonlandıran aydınlık bir ses duyulur: Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alakdan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sâhibidir. (Alak 96/1-5)

Bu cümleler göğün yerle buluştuğu, yerin özlemini çektiği vahye yeniden kavuştuğu, insanlığa evrensel çağrı olan Kur’ân’ın inmeye başladığı anda gelen ilk âyetlerdi. Âyetlerde ikişer kere tekrarlanan oku emri, Rabb, yaratma, insan ve alleme kelimeleri… Bunların yanında Alak, Kerem ve Kalem kelimeleri dikkati çekmektedir.

Bu âyetler okuma yazması olmayan ümmî bir topluma ve o topluma mensup ümmî bir Nebî’ye geliyordu. Yüce Rabbin, Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin (Ankebût 29/48), Sen Kitap nedir, îman nedir önceleri bilmezdin (Şûrâ 42/52) dediği Muhammed aleyhisselâm’a geliyordu. Bu âyetlerle başlıyordu Peygamberlik görevi ve bu âyetlerle tevhîdin temeli yeniden atılıyordu.

Âyetlerde  'Oku' emri ve Rabb, yaratma, insan ve alleme kelimeleri iki kere tekrarlanmıştır. Elbette bu tekrarlar, tekrârın ötesinde mânâlar içermekteydi. Şöyle ki, Yüce Rabbin yarattığı insan, hep okuyacak ve öğrenecekti. Ama Yüce Rabble irtibâtını kesmeden okuyup öğrenecekti. Zîrâ Yüce Yaratıcıyı hesâba katmadan gerçekleştirilecek olan okuyup öğrenme işleri eksik kalacak, yanlış sonuçlara götürecek, çoğu zaman da amacından sapıp sâhibine ve çevresine zarar verecekti.

Evet, bizler iki büyük kitapla karşı karşıya bulunmaktayız ve iki kitâbı okuyup anlamakla yükümlüyüz. Onlardan ilki Kâinât Kitâbı ve ikincisi ise İlâhî Kitap Kur'ân'dır. Her iki kitap da, insanı Yüce Allâh'ı tanımaya götüren açık delil ve belgelerle doludur. Biri kevnî yâhut fıtrî âyetler, diğeri ise şer'î yâhut dînî âyetlerle dolu iki kitap. İkisi de bizden okunmayı, tanınmayı, anlaşılmayı beklemektedir.

Her iki kitâbın âyetleri birbirini desteklemekte ve birbirini açıklamaktadır. Çünkü her iki kitaptaki âyetlerin de sâhibi ezelî ve ebedî ilim ile erişilmez kudretin sâhibi Yüce Allah'tır. Kâinât Kitâbının en büyük âyeti insanın kendisi ve yaratılışı; İlâhî Kitâbın ilk âyeti ise OKU. İki kere tekrarlanan oku emri. Biri Kâinât kitâbını okumaya çağırıyor, diğeri İlâhî Kitâbı okumaya çağırıyor.

Dolayısıyla insan sözgelimi önce Kâinat Kitâbından güneşi, ayı, yıldızı, arıyı, örümceği okuyacak, onları fark edecek, onları tanıyacak, onlar üzerinde düşünüp araştırmalar yapacak… Bunun yanında Kur’ân’daki Şems (Güneş), Kamer (Ay), Necm (Yıldız), Nahl (Arı), Ankebût (Örümcek) sûrelerini ve bu sayılanlarla ilgili âyetleri okuyacak. Bir taraftan Nûr (Işık, aydınlık), Ra’d (Gök gürültüsü), Burûc (Burçlar) sûrelerini Kur’ân’dan okuyacak; diğer taraftan Işık ilmini, Gök cisimlerini, Burçları okuyacak…  O âyetler üzerinde derinlemesine düşünecek. Her iki kitâbın âyetlerindeki ilâhî kudreti, yaratılış hikmetini kavramaya çalışacak. Ne hazin ki bugün Kur’ân âyetlerini okuyup anlayanlar, Kâinat Kitâbını okumayı ihmâl ediyorlar. Kâinat üzerinde araştırma yapan çoğu bilim adamları da Kur’ân âyetlerinden habersiz tek taraflı okumalar yapıyor! Eskiden ilim târîhine adını yazdırmış olan bilim adamları aynı zamanda din âlimleri olurdu. Şimdilerde ise din ilimleri ile dünyâ ilimleri ayrıştırıldı, hattâ birbirinden koparıldı. Taraflar birbirlerine şüphe ile bakar oldular. Hâlbuki bizim kültürümüzde din ilimlerinin dışındaki ilimler müsbet ilimler olarak yâni olumlu, önemli ilimler diye adlandırılırdı.

İlk olarak inen bu âyetlerde ‘insanın yaratılışına’ dikkat çekilerek Kâinat kitâbının ilk ve en önemli âyetinin insanın kendisi olduğuna vurgu yapılıyor. Gerçekten de insan kendini okuyup anlarsa Yaratıcısını tanıyacak ve yaratılış gâyesini kavrayacaktır. Bunun içindir ki kendini tanıyan Rabbini tanır denilmiştir. İnsanın kendisini okuyup anlaması ise, her insan için söz konusu olan ve okunması en kolay âyettir.

Yanı sıra ‘oku’ emrinin iki defa tekrarlanışı, sürekli bir okumayı öngörüyor. Beşikten mezara kadar sürecek bir okuma. Düşünerek, özümseyerek, içselleştirerek okuma. Hem Kur’ân âyetlerini hem de Kâinât âyetlerini okuma… Üzerinde dura dura, hikmetlerini kavraya kavraya okuma.

Oku, oku. Anlayıncaya ve kavrayıncaya, öğrendiklerini hayâta geçirinceye kadar oku. Hem sen oku, hem de başkalarına oku. Hem kendine oku, hem çevrene oku. Hem sen anla, hem de başkalarına anlat.

Oku, ama yaratan Rabbin adıyla Oku. Âyetlerin indiği dönem pek çok şeyin rab, terbiye edici, yaratıcı ve yönetici olarak kabûl edildiği bir dönemdi. O halde sen, bu tanrı taslaklarını bırak da seni yaratan Rabbinin adıyla oku. Senin Rabbin, Seni yaratıp, seni başıboş bırakmayan, sana doğru yolu gösteren Rabb’dir. Bu ifâde okumanın şeklini ve amacını belirliyor, sınırlarını çiziyor. Buna göre insan Yüce Yaratıcının adıyla okuyacak, yâni okumaya besmele çekerek başlayacak yâhut da başında besmele çekemeyeceği, Allâh'ın adıyla olmayan okumalardan uzak duracaktır. Çünkü Hz. Peygamber’in (sav) dediği gibi "Başında besmele çekilmeyen her değerli iş, güdük ve sonuçsuz olacaktır." Öyle olunca insan, okudukça Yaratıcısını tanıyacak ve O'na yaklaşacaktır.

Âyetler öncelikle Hz. Peygamber’e (sav) okumayı emrediyor, sonra O’nun şahsında insan olan herkese ve özellikle mü’minlere emrediyor. Şöyle ki: Oku ey Muhammed, seni ve her şeyi yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı asılıp tutunan zigottan/alaktan yaratmıştır.

Oku, senin Rabbin sonsuz ikram sâhibidir. O'dur insanı yoktan var eden ve lutf u keremiyle O'na bilmediklerini kalemle öğreten. Sen de oku, seninle berâber olanlar da okusunlar. Okumada devamlı olun. Kâinat kitâbını okuyun, Kur'ân'ı okuyun anlayın ve başkalarına anlatın, onların da gerçeklerle tanışmasına vesîle olun. Kendinize okuyun, başkalarına okuyun, gerçekleri duyurun. Ama hep Yüce Rabbin adıyla, O'nunla bağlantılı olarak okuyun. Kadın erkek, beşikten mezara kadar okuyun.

Yitiğiniz olan hikmeti buluncaya kadar okuyun. Okuduklarınızı özümseyinceye ve hayâta geçirinceye kadar okuyun. Tekrar tekrar okuyun, çünkü her okuyuş yeni bir anlam, yeni bir yorum, yeni bir eylem ve yeni bir hayat demektir. Hem okuyun hem yazın. Kitap ve Kalem elinizden, gönlünüzden, gündeminizden düşmesin. Kitaplı, kalemli olun. Okuyup yazarak yükselin ve Rabbin Rızâsını kazanarak yüceliklere erin.

 Mart 2020, sayfa no: 32-34

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak