Ara

Birbirimize Hakk’ı ve Sabr’ı Tavsiye Etmek / Abdulhâfız Abdurrahman Tercüme: Fatih Çınar

Birbirimize Hakk’ı ve Sabr’ı Tavsiye Etmek / Abdulhâfız Abdurrahman Tercüme: Fatih Çınar

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya mahsustur. Allah Teâlâ’nın merhameti ve selâmı bütün yaratılmışların en hayırlısı Efendimiz Hz. Muhammed’e (sav), O’nun temiz ve pâk âlinin üzerine olsun.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”2

İmam Müslim’in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Hz. Peygamber (sav): “Din nasîhattir, din nasîhattir, din nasîhattir” buyurmuş, etrâfındakiler “Kimin için nasîhattir yâ Rasûlallah?” dediklerinde “Allah, kitâbı, Rasûlü, müslümanların önderleri ve bütün müslümanlar içindir” buyurmuştur.3

İlim ehli, dînin bütün müslümanlar için nasîhat oluşunu şu şekilde îzâh etmiştir: “Bütün müslümanların faydalarına olacak şekilde işlerini düzenlemek, din ve dünyâ işlerini müslümanlara öğretmek, kusurlarını örtmek, düşmanlarına karşı onlara yardım etmek, müslümanlara sû-i zan ve hased etmekten sakınmak, kendi nefsi için istediği birşeyi müslüman kardeşi için de istemek, nefsi adına hoşlanmadığı birşeyi kardeşi için de istememek ve kardeşinin söz ve amel olarak bilmediği konularda ona hakkı tavsiye etmek.4

Bütün müslümanlara, güçleri ve bilgileri nisbetinde, bilmeyenlere öğüt vermek, onları bilgilendirmek ve yolunu şaşırmışlara yol göstermek vâciptir/gereklidir. Bunları yaparken müslüman dînin emrettiği şeyleri telkîn etmeli ve yasakladığı şeylerden alıkoymaya çalışmalıdır. Yine bu süreçte insanlara hikmet ve güzel öğüt ile davranmalı ve niyeti sâdece Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmak, O’nun azâbına uğramaktan korkmak olmalıdır. Bu süreçte müslüman kendini beğenme, büyüklenme ve kardeşinden üstün olduğunu düşünme gibi bir yanlışa düşmemelidir. Allah Teâlâ, bu standartlara riâyet edilerek yerine getirilen uyarma fiilinin dünyâ ve âhiretteki büyük mükâfâtını şu şekilde dile getirmiştir: “Bir sadaka vermeyi yâhud iyilik yapmayı yâhud da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hâriç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allâh’ın rızâsını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfât vereceğiz.”5 “Allâh’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”6

Bu güzel ameli yapan kimse Allah Teâlâ’nın: “Ancak, îmân edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)”7 âyetinde dile getirilen grubun içerisine de girer.

Karşılıklı hakkı tavsiye etmek, itâatleri yerine getirme ve yasaklanan hususları terk etme konusunda kardeşini îkâz etmek demektir. Meselâ namaz kılmayan bir kardeşine namazın dînin direği olduğu, namazı terk ettiği takdirde İslâm’dan bir nasîbinin olmayacağı, namaza devâm edeni Allah Teâlâ’nın koruyacağı ve namazı terk ederse Allah Teâlâ’nın emeklerini boşuna çıkaracağı hakîkatini telkîn etmektir. Büyük günahlardan birisi olan fâize müptelâ olmuş kardeşine bunun ne denli bir günah olduğunu, yine zinâ ve içki içmek gibi büyük günahların vebâlini hatırlatmaktır. Bu büyük günahları terk etmediği sürece kişinin Allah Teâlâ’ya harp îlânı içerisinde olduğunu telkîn etmektir.

Nasîhat; malı konusunda cimrilik edip sadaka vermeyen bir kimseye malın Allah Teâlâ’ya âit olduğu, zekâtın İslâm’ın en büyük rükünlerinden olduğu, zekâtla verilecek malın fakîrin hakkı olduğu, zekât vermeye mânî olan/vermeyen kimselerin Allah Teâlâ ve insanlar yanında değerinin olmayacağı, âhirette ise şiddetli bir azap ile karşı karşıya kalacağı gibi hakîkatleri hatırlatmaktır. Bununla birlikte zekât ve sadaka verdiği zaman kişinin dünyâda her türlü kötülükten korunacağı ve ek olarak âhirette de mîzanda bu verilen hayırların ağır gelerek Rahmân ve Rahîm olan Allah Teâlâ’nın rızâsına kişiyi ulaştıracağı telkînlerini yapmaktır. İnsanları aldatarak onların mallarını yiyenlerin şiddetli bir azâba uğrayacaklarını, önemli olan husûsun bu dünyâ değil âhirette müflis olarak haşr olunmamak olduğu meselesini zihinlerde canlı tutmaktır. Çünkü âhirette hesap dirhem ve dinarlarla değil iyilik ve kötülüklerle yapılmaktadır. Eğer kişi orada müflis duruma düşerse karşısındaki insanın günahlarını yüklenmek durumunda kalabilir. Yine o hesap sürecinde gizledikleri açığa çıkar ve insanların gözünden de düşer. Nasîhat, bu hakîkatleri müslüman kardeşine hatırlatmaktır. Yine insanların çoğu dilleri yüzünden, maalesef, cehennemle karşı karşıya kalacaklardır. Kabir azâbının birçoğunun dedikodu ve söz taşımacılığı yüzünden olduğu unutulmamalıdır. Yine nasîhat; insanların sırlarını ifşâ edenlerin sırlarını da Allah Teâlâ’nın en kısa sürede ifşâ edeceği, âhirete bırakmadan onları dünyâda rezil ve perîşân edeceği hakîkatlerini hatırlatmaktır. Anne-babalar kendileri de namaz kılmayarak namaz kılmayan nesillerin yetişmelerine sebep olmalarından, çocuklarına İslâmî bir terbiye vermeyip erkek ve kız çocuklarının giyinik soyunuklar şeklinde şehevî arzularının peşlerinde ömür tüketmelerine yol açmalarından ve kendilerine büyük bir emânet olarak verilen çocuklarına gerektiği gibi sâhip çıkmamalarından dolayı kıyâmet gününde hesâba çekilecektir. Anne-babalar çocuklarına dinlerini öğretme konusunda sabredip etmediklerinden, onları sırât-ı müstakîmde koruma noktasında kararlı olup olmamalarından, oğullarını ve kızlarını hatâya düşmekten alıkoyup koymadıklarından ve yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azâbından onları koruyup korumama gayretlerinden hesâba çekileceklerdir. Çocukları cehennem azâbından korumak onlara dînin esaslarını, güzel ahlâk ilkelerini öğretip doğruluk, emânet, iffet ve hayâ gibi Allah Teâlâ’nın kitâbında hicret edilmesini emrettiği güzelliklere onları hicret ettirmekle mümkündür. Bu ise sâdece Ramazan aylarında okunacak Kur’ân hatimleri ile Hz. Peygamber’e (sav) indirilen Kur’ân’ın ebedî hakîkatlerini, hükümlerini ve gereklerini anlayamayacağımız hakîkati ile karşımızda durmaktadır. Şüphesiz ki Kur’ân-ı Kerîm’i okumak, âyetleri üzerinde derinlemesine düşünmek ibâdetlerin en büyüklerinden ve Allah Teâlâ’ya yaklaşma vesîlelerinden bir tânesidir. Evde Kur’ân-ı Kerîm okumak âile ferdleri için bir nûr ve bereket vesîlesidir. Gün içerisinde Kur’ân-ı Kerîm’den bir şey okumadan gününü geçirmesi bir müslümana yakışmaz. İsterse bir sayfa veya iki sayfa olsun anne-babaların Kur’ân-ı Kerîm’den okumaları üzerlerine bir görevdir. Okunan bu âyetlerde görülecektir ki anne-babaya âsî olmak/karşı gelmek büyük günahlardandır. Allâh’ın rızâsı anne-babanın rızâsındadır. Anne-babaya karşı gelmenin cezâsı gecikmeden bu dünyâda bizi gelip bulacaktır. Anne-babaya yaşlılık dönemlerinde ilgi göstermek onlara yapılacak en büyük iyiliklerdendir. Okunan âyetlerde yakın akrabâyı gözetmemenin ne denli büyük bir günah olduğu da görülecektir. Toplumun büyük ölçüde ihmâl ettiği bu husus bireyler arasında sevgi, sorumluluk, paylaşma, yardımlaşma gibi unsurların yok olup düşmanlıkların meydana gelmesine sebep olmaktadır. Hâlbuki Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de insanlara Allah rızâsı için kardeş olmalarını ve îman cümlesi etrâfında bir araya gelmelerini emretmektedir. Düşmanlık ve ayrılık/tefrîka ise şeytânın tuzaklarından bir tuzaktır. Unutulmamalıdır ki bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küs olması helâl değildir.

Ey müslüman kardeşim, burada zikredilen belli başlı konular hakkı tavsiye etme konusunda geriye kalan konularla kıyâs edilmelidir. Sabrı tavsiye etmek ise üç türlü mümkündür: İlki itâat edilmesi gereken hususlarda sabırdır ki yakın akrabâyı ziyâret etmeme hastalığını terk etmek ve sâdece Ramazan’a has olarak kulluk yapmayıp bütün zamanı ibâdetle anlamlı kılmaya gayret göstermek bu husûsa gösterilebilecek örneklerdendir. Çünkü müslümandan istenen günlerini, gecelerini ve bütün zamânını kendisini gözetleyen melekleri dikkate alarak geçirmesi, Ramazan içerisinde veya dışında hayâtına yön vermesidir ki kul ancak bu şekilde Rabbinin rızâsını ve affını elde edebilir. Sabrın ikinci türü yasakları işlememe konusunda gayret ve direnç göstermesidir. Müslümanın îmânının zayıflığını gidermesi ve şehevî arzularını gidermeye çalışması bu konuya verilebilecek örneklerdendir. Bir saatlik bir zevke tâbî olmak pişmân olacağımız uzun süreli bir azâba dönüşebilir. Böyle bir günâhı işlememeye sabretmek kıyâmet gününde uzun süreli ve şiddetli bir azâba sabretmekten daha kolaydır. Kul, Rabbinin sınırlarına riâyet ettiği zaman Rabbi katında mukarrebler arasında bulunur. Sonra sabrın bir türü de Allah Teâlâ’nın kazâ ve kaderine gösterilecek rızâ ile ortaya çıkar. İnsan dünyâda bâzan îtibârını yitirebilir ama bu durumda kişi dünyânın bu hâl üzere ebedî olmadığını hatırlamalıdır. Tam aksine dünyâ imtihân evi ve sıkıntılarla denenme yeridir. Kişi, kendisine takdîr edilen zamanda vefât edip bu dünyâdan ayrılmak durumundadır. Eğer kul, Allah Teâlâ’ya itâat hâli üzere vefât ederse büyük bir hayra ulaşacaktır. Çünkü Allah Teâlâ, sabredenleri büyük bir karşılık ile müjdelemiştir. Böyle kimseler başlarına bir musîbet geldiğinde “Biz Allah’tan geldik Allâh’a döneceğiz”8 derler.

Yâ Rabbi, bizlere verdiğin imtihanların mükâfâtını nasîb eyle. Sonumuzu hayr eyle. Son olarak şu ifâdelerle çalışmamızı bitirmek isteriz: Allah Teâlâ, yüce dîninin alâmetleri ile bizleri taltîf eylesin. Sevgili Peygamberinin (sav) yolundan bizleri ayırmasın. Zâlimlerin ümmet-i Muhammed (sav) üzerindeki baskılarını bertarâf eylesin. Muhakkak ki O (cc) işiten ve duâları kabûl edendir. (Âmîn)

Dipnotlar

1 Bu makâle “et-Terbiyetü’l-İslamiyye” adlı dergide (Yıl: 38 (1431/2010), Sayı: V, s.6164) yayımlanmıştır.

2 Tevbe 9/71.

3 Müslim, Îman 95. Ayrıca bk. Buhârî, Îman 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesai, Bey'at 31, 41.

4 Câmiu’l-ulûm ve’l-Hikem, s.76.

5 Nisâ 4/114.

6 Fussilet 41/33.

7 Asr 103/3.

8 Bakara 2/156.

 Mayıs 2020, sayfa no: 22-25

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak