Ara

Biraz Da Fizik Penceresinden Tefekkür Edelim

Ferah Hallaçoğlu  Biz fizikçiler arasında söylenegelen meşhur bir söz vardır: “Fizikçiler bildiklerini sandıkları konuların ancak yarısını bilebilirler. Fakat bunun hangi yarısı olduğu hakkında da şüpheleri vardır.’’ diye. Doğrudur, çünkü insan evrenin yasalarını anlamaya çalışırken muhteşem ve sınırsız bir ilimle karşılaşır. Nihâyetinde küllî irâde ve cüz’î irâde kavramlarını ancak algılayabilir. Hemen öğrencilerime sıklıkla verdiğim bir nasîhatı hatırlıyor ve “İnsanoğlu ilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin ancak Allâh’ın (cc) bilmemizi istediği kadarını öğrenebilir.’’ diyorum. Biz insanoğlu evrendeki tüm olayları çevremizde devâm edegelen olaylar cinsinden açıklamaya, dahası kendi maddî kalıplarımıza uydurmaya çalışırız. Fakat her bir mekânın kendine has bir tabiatı, kanunu olabileceğini hiç düşünmeyiz. Alfabesi yirmi dokuz harften oluşan bir kişi için otuzuncu bir harfin anlamının ve yerinin olmayacağı gibi… Böyle yapmakla, her bir olayı elle tutulur, gözle görülür bir kalıba sokup, mantığımıza uygun hale getirmeye çalışıyoruz. Mantığımıza uyduramadığımız olayları da inkâra kadar gidebiliyoruz. Zaman makinesi ile geçmişe gidebilir miyiz? Su üstünde yürüyebilir miyiz? Işık hızına sâhip olsak duvarı yıkmadan geçebilir miyiz?... gibi sorular aklımıza takılabilir ve bunlar mantığımıza ters düşüyor diye yok sayamayız. Doğrusu fizikçiler hiç de böyle düşünmüyor. Bu arada öğrencilerimle paylaştığım başka bir söz daha aklıma geliyor, “aslâ” kelimesi biz fânîler için yaratılmıştır. Allâhü Teâlâ için aslâ diye bir şey yoktur. Yani Rabbim dilerse her şey olur. Meselâ yıllar sonra ikiz kardeşiniz diye üç yaşında bir çocuk getirseler etrafınızdakilerin aklından zoru var diye düşünebilirsiniz. Fakat şartlar yerine getirildiğinde bunun çok da saçma olmadığını görürsünüz. Fakülte ikinci sınıfta hocamız ispatlayıncaya kadar ben de aynı şekilde düşünürdüm. Gelelim mevzuya: İkiz kardeşlerden birisi yâni siz dünyâda kalıp ikiziniz ışık hızına yakın bir hızla uzaya gönderilirse, uzaydaki kardeşiniz için zaman yedi kat daha yavaş akacaktır. Siz yedi kez soluk alırken kardeşiniz bir kez soluk alacak, siz yedi kez yemek yediğinizde kardeşiniz bir kez yemek yiyecektir. Sizin hesabınıza göre 70 yıl geçmişken ona göre sadece 10 yıl geçmiştir. Siz yirmi bir yaşınızda iken kardeşiniz üç yaşında olarak eve dönecektir. Burada en önemli şart uzay yolculuğunun ışık hızına yakın bir hızda olmasıdır. Bu olay, 1 âhiret gününün 1000 dünyâ gününe denk olduğunu kavramamıza yardımcı oldu sanırım. Bunu dünyâ şartlarında göremememizin sebebi, kütlesi olan hiçbir şeyin ışık hızına ulaşamamasıdır. Biz bir dağın ardını göremeyiz, belli frekansın dışındaki sesleri duyamayız, görünür bölge ışınları dışındaki dalga boyunu yansıtan cisimleri göremeyiz. Biz onları algılayamadığımız için yok olduklarını söyleyemeyiz. Çünkü biz bir ölçü içinde yaratıldık. Fizikçiler ulaştıkları bu noktada bu muhteşem kudretin karşısında hayranlıklarını dile getirmekten geri kalmıyorlar. Tanrı ve Fizik, Tanrıya Koşan Fizik gibi kitaplar bize fizikçilerin artık dünyânın bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ve dizayn edildiğini net bir şekilde kabûl ettiklerini gösteriyor. Aynı zamanda fizikçiler evrenin gözetlendiğini ve kayıt altına alındığını bilimsel makâlelerinde dile getiriyorlar. Bir düşünüre ‘’Gördüklerimiz gerçektir, görmediklerimiz ise daha da gerçek’’ dedirten, ünlü bir fizikçiye de “Bilmediklerimi ayağımın altına koysam başım göğe ererdi” dedirten bu acziyet olsa gerek. Cep telefonlarının, internet ve televizyonların daha câzip göründüğü bu asırda bilimin geldiği noktadan ne kadar haberdârız, düşündürücü doğrusu.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak