Sanat, duyguların ve düşüncelerin estetik bir düzen içinde ifade bulduğu yaratıcı bir uğraştır; mimari de bu sanatın mekâna bürünmüş, işlevsel ve görsel bir yansımasıdır. Bu yazımızda İslam medeniyetinin mimariye olan bakışını ve bunun somutlaştığı önemli mimari yapılar üzerine değineceğiz.
İslam geleneğinde mimari, sadece estetik bir yapı sanatı değil; aynı zamanda dinî, kültürel, toplumsal ve siyasî değerlerin somutlaştığı çok katmanlı bir ifade biçimidir. Bu mimari, hem kutsal mekânlarda –camiler, türbeler gibi yerlerde– hem de sivil yapılarda; çarşılarda, hamamlarda, kervansaraylarda, medreselerde kendini gösterir. İslam’ın doğuşuyla birlikte şekillenmeye başlayan bu anlayış, zamanla farklı coğrafyalarda farklı toplumların katkısıyla zenginleşmiş ve özgün bir sanat dalı hâline gelmiştir.
Caminin ibadet yeri olarak merkezde yer alması, İslam mimarisinin şekillenmesinde en önemli etkenlerden biridir. Ancak İslam geleneğinde camiler sadece ibadet yeri olarak kullanılmayıp, sosyal ve kültürel hayatın da merkezi hâline gelmiştir. Örneğin Osmanlı’da camiler; içinde medrese, kütüphane, imaret, şifahane ve aşevi gibi yerlerin bulunduğu tam teşekküllü külliyelerden oluşurdu. Bu da toplumun hem maddî hem de manevî ihtiyaçlarını karşılamaktaydı.
Bu anlayışın temelleri, bizzat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde atılmıştır. Medine’ye hicretin ardından inşa edilen Mescid-i Nebevî, yalnızca bir ibadet yeri değil; aynı zamanda bir yönetim merkezi, eğitim mekânı ve toplumsal buluşma noktası olarak işlev görmüştür. Burada “Ashâb-ı Suffa” adı verilen sahabî efendilerimiz sürekli ilimle meşgul olmuş, misafirler ağırlanmış ve toplumun sorunlarına çözümler üretilmiştir.
İslam geleneğindeki bu mimari anlayışın temelinde tevhid inancı, yani Allah’ın birliği yer alır. Bu ilke; yapılarda simetri, bütünlük ve merkezî planlamayla kendini gösterir. Özellikle kubbeler, gökyüzünü ve ilahî düzeni simgelerken, yapıların merkezine yerleştirilerek bu birliği vurgular. İslam mimarisinde sadelik ve zarafet ön plandadır. Gösterişli değil, ruhu dinlendiren; ölçülü güzellik anlayışıyla şekillenen bu yapılar, içeride hat sanatı, çini süslemeler, geometrik desenler ve arabesk motiflerle zenginleştirilir. Doğal ışık kullanımıyla da insanın zihnini yormayan, aksine içe yönelten bir atmosfer oluşturulur. Minareler Allah’a yükselişi, mihrap kıbleyi ve manevî yönelişi, avlular ise içe dönüklüğü ve tefekkürü simgeler.
İslam mimarisi, Endülüs’ten Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada bölgesel farklılıklar gösterse de taşıdığı ortak sembollerle aynı ruhu barındırır. Şimdi medeniyetimizdeki bazı önemli yapılardan bahsedelim:
Şam Emevî Camii, İslam mimarisinin ilk büyük şehir camilerinden biridir. Roma ve Bizans mimarisiyle İslam estetiğinin kaynaştığı bu yapı, yeni bir medeniyetin doğuşunu müjdeler. Mihrap ve minberin görkemi, İslam’daki yönelişin ve bilgelik rehberliğinin simgesidir.
Selimiye Camii, sadece Osmanlı mimarisinin değil; İslam dünyasının da en görkemli ve anlamlı yapılarından biridir. Mimar Sinan’ın 80 yaşındayken inşa ettiği ve “ustalık eserim” dediği bu cami, sanatın, mühendisliğin ve maneviyatın kusursuz bir bileşimidir. En dikkat çeken özelliği, büyük ve tek kubbesidir. 31,25 metre çapındaki kubbe, o dönemde Ayasofya’dan bile daha geniştir ve hiçbir iç destek olmadan mekânı örter. Bu, dönemi için mühendislik harikası sayılır. Kubbenin bu büyüklükte ve açıklıkta inşa edilmesi, sadece fiziksel bir başarı değil; aynı zamanda tevhid inancının mekâna yansımasıdır: Her şey bir merkezde birleşir.
El-Hamra, klasik cami yapılarından farklı olarak; bir saray kompleksi içinde yer alan mescitler, avlular, revaklar ve bahçelerden oluşur. Burası hem yönetim merkezi hem de bir sultan sarayıdır. Ancak bu yapıyı özel kılan şey, İslam sanatının ve mimarisinin son derece zarif, adeta şiirsel bir şekilde uygulanmış olmasıdır. İç mekânlardaki süslemeler son derece detaylıdır. Duvarlar hat sanatıyla bezenmiş; Kur’ân ayetleri ve veciz sözler işlenmiştir.
El-Hamra’nın en meşhur yazısı “Lâ gâlibe illâ Allah” – “Allah’tan başka galip yoktur” zikridir. Sarayın birçok yerine tekrar tekrar yazılmıştır. Bu söz, sarayın kurucularının siyasî sloganı hâline gelmiştir. Hem tevhid inancını hem de Allah’a mutlak bağlılığı ifade eder. Aynı zamanda, dünyevî gücün geçici olduğunu ve asıl kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu vurgular.
Sonuç olarak, İslam mimarisi sadece bir yapı inşa etme sanatı değil; aynı zamanda inancın ve toplumun ruhunu yansıtan bir mirastır. Her yapı, döneminin hem teknolojik seviyesini hem de estetik anlayışını gösterir. Camilerle başlayan bu mimarî serüven, saraylar, medreseler ve türbelerle zenginleşmiş; yüzlerce yıl boyunca İslam coğrafyasının dört bir yanında iz bırakmıştır. Bugün bile İstanbul'dan Granada’ya, Semerkand’dan Kahire’ye kadar birçok yapı, bu zenginliğin sessiz tanıkları olarak ayakta durmaktadır. İslam mimarisi, geçmişten bugüne uzanan bir sanat dili olarak yaşamaya devam etmektedir.
Haziran 2025, sayfa no: 18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak