Ben bunda garîb geldüm ben bu ilden bîzâram
Bu tutsaklık tuzagın demi geldi üzerem
Yûnus Emre
Yûnus Emre’nin “Acep şu yerde var mı ola/Şöyle garip bencileyin” mısraları ile başlayan şiiri, onun en çok bilinen ve sevilen şiirlerindendir. Bunun en önemli sebebi, şairin bu şiirinde her zamanki samimiyeti ile bize bizim hikâyemizi anlatıyor olmasıdır. Zira insan olarak hepimiz yaratılış hikâyemizle bu dünya hayatımıza dair müşterek bir kadere sahibiz. Bu kaderin anahtar üç kelimesi ise “doğum”, “hayat” ve “ölüm”dür. Konu aslında bu üç kelime ile de sınırlı değildir. Bir adım ötesine geçtiğimizde “doğum öncesi” ve “ölüm sonrası”nın da bu üç kavramla birlikte düşünülmesi gerekir. Zaten bunu yapamazsak “Yûnus’un sen bu dünyaya niye geldin?” şeklindeki temel sorusuna da cevap verememiş oluruz.
Konuya bu soru çevresinde baktığımızda şunu görürüz: Bu dünyaya geldiysek demek ki geldiğimiz bir yer var. Gelinen yerde yani dünyada kalmanın da bir süresi olacağına göre demek ki gideceğimiz de bir yer var. Bu durumda dünyada hayat süren, burada daimi kalamayacağına göre o kişiyi anlatacak en uygun sıfat ise “gariplik” olsa gerekir. Çünkü gariplik, “gurbet” kelimesiyle de ilgilidir. Durum böyle olunca da bu söyleyişteki garipliği ““vatanından uzak olmak; yabancı olmak” manasında da düşünmek gerekir. O zaman da akla hemen “vatan” kelimesi gelecek, böylece vatan, gurbet ve gariplik birlikte düşünülmesi gereken kavramlara dönüşecek, netice itibariyle de bu şiir, Yûnus Emre’nin varlık anlayışını da ifade eden bir mana kazanmış olacaktır.
Vatan Nedir, Neresidir?
“Milk-i Bekâ'dan gelmişem/Fani cihanı n’eylerem” diyen biri için yani Yûnus Emre için asıl vatan “Beka âlemi”dir. Gurbet ise onun ifadesiyle “fani cihan” olan bu dünyadır. Madem dünya “fani” olarak nitelendiriliyor o halde asli vatan, “beka” âlemidir yani Hak katıdır. İnsan olarak trajedimiz ise ruhun bedene girmesiyle yani doğumla, dünya hayatımızın başlamasıyla ortaya çıkmaktadır. Çünkü kalıcı, sonu olmayan bir yerden fani, sonu olan bir yere gelmiş oluyoruz. Bu dünya ölçeğinde de böyle değil midir? Evinden, şehrinden uzakta olan gurbettedir ve dolayısıyla garip değil midir? Kendisini öyle hissetmez mi?
Yûnus Emre de bu şiirde bu sebeplerden dolayı derin bir gariplik duygusu içinde kendini bu dünyanın en garip insanı olarak görmektedir. Üstelik bu gariplik onu “Bağrı başlı, gözü yaşlı” hale getirmiştir. Bu doğaldır; çünkü asıl vatanından uzakta olan kişi başka türlü olamaz. Çünkü o vatana hasret duyar. Bu hasret de onu yüreği yaralı, gözü yaşlı hale getirir.
Hayat, genelde yolculuk olarak tarif edilir. Yolculuk ise arayış demektir. Kimi neyi aradığımız elbette kişiye göre değişecektir. Yûnus Emre ise hem kendi gerçekliğini aramakta bunun “Urum ile Şam”da, “yukarı iller” dediği yerlerde zahiri yolculuklar yaparken bu yolculuk aynı zamanda içsel bir yolculuğa da dönüşmektedir. Bu zahmetli, çileli bir iş olacağı için herkes böyle bir arayışı gerçekleştiremez. Dolayısıyla Yûnus Emre de nereye giderse gitsin kendisi gibi garipliği bu kadar yoğun hisseden biriyle karşılaşamaz. Şiirin devamında “Kimseler garip olmasın/Hasret oduna yanmasın/Hocam kimseler duymasın/Şöyle garip bencileyin” derken bu ifadeler ilk bakışta bir serzeniş gibi görünmektedir. Ne var ki “kimselerin duymasın” derken aslında bu durumun bir serzeniş değil bunun “sırrı gizleme” olduğu ortaya çıkar. Bu durumu “Allah-insan” münasebeti açısından ele aldığımızda bu “birlik” duygusunun çok mahrem bir hali ifade ettiği de görülmüş olur. Çünkü garipliği ne kadar yoğun hissedersek, ayrılık acısıyla yüreğimizi ne kadar yanarsa hasretini çektiğimiz varlığa ve yere daha çabuk ulaşmış oluruz. Yûnus Emre, daha sonra aynı şiirde “yıldız, mezar, dert” gibi kelimelerden hareketle garipliğini anlatmayı sürdürür. Garipliği yalnızlıkla birlikte anlatırken “gökteki yıldız” ve “mezarda yatan kişi” benzetmeleriyle anlatımını zirveye taşır.
İşte bu gariplik hali içinde arayışa devam edeceksek şu sorulardan kaçamayız: 1-Bu dünyaya niye geldik? 2-Burada nasıl bir hayat sürmeliyiz? 3-Gurbeti sona erdirecek ölüme nasıl bakmalıyız? 4-Ölümden sonra nereye gideceğiz?” Bu sorular bu bağlamda elbette çoğaltılabilir ama işin özü bu soruların cevaplarıyla anlaşılabilir. Buna göre varlığımıza, hayatımıza bir anlam yüklemektir asıl olan. Bunun için de garipliği, yalnızlığı, hayatı, ölümü çok farklı pencerelerden anlamak, görmek gerekiyor.
Şu Ölüm Dedikleri
Gariplik, gurbette olmak insan için arızi bir durumdur. Öyleyse kalıcı olana (beka âlemine) ulaşmak için niyet ve gayret gerekmektedir. Bu yüzden tasavvuf ocaklarında asıl hedeflenen şey, dervişin nefsini yok ederek fenâ makamından beka makamına yükselmesidir. Bu da ebedî ve ezelî olan Allah’ın bekâsı ile bâkî olma hâli” anlamına gelir. Bu da hadis-i şerifte belirtildiği gibi “ölmeden önce ölmek” demektir. Eğer kişi, bu hal içinde ise dünya onun için ne bir tuzak ne bir engel olabilir. Burada yaşanması gerektiği gibi yaşanır ve ebedi vatana yolculuk için hazırlık yapılır. Bu süreçte bir yanda hayatın çekiciliği diğer yanda ölümün ilk etapta korku verici hali insanın en büyük imtihanı olarak karşısına çıkar.
Yûnus Emre şiirlerine bakıldığında bu iki durumla da ilgili epeyce bir söyleyişe rastlanır. Yûnus Emre, bu bağlamda önce ölüme dair ürpertici tablolar sunar. Mutlak olacak olandan haber verir: “İş bu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur/Bir gün çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi” Ardından “Başları ucunda hece taşları/Ne söylerler ne bir haber verirler” diyerek bizi ölüm üzerinde tefekküre çağırır. Kişi, eğer ölüm konusunda bu bilince yükselmişse dünyaya dair tavrı da değişecektir. Yûnus Emre mürşitliğini bu konuda da gösterir: “Yûnus gerçek âşık isen mülke sûret bezemegil/Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmuş yatar” Buna göre gariplikten kurtulmak, dünyaya aldanmamaya, ölümü bir son olarak görmemeye ve bu yüzden gideceğimiz Hak katına gitmek için hazırlıklı olmaya bağlıdır.
Yaşamak Bir Bilinç İşidir
Yûnus’un işte “sen bu dünyaya niye geldin?” sorusu tam da böyle bir bilincin ifadesidir. Zira buraya “niye” geldiğini bilen burada “nasıl” yaşaması gerektiğini de bilir. Bundan dolayıdır ki gaflet yani “çevresinde olanları fark edememe, açık gerçeği görememe, dalgınlık, dikkatsizlik, basîretsizlik,” daha ileri aşamada “Hak’tan habersizlik, kalbin Hak’tan gafil olması, O’nun zikrinden mahrum kalması” hiç de arzu edilen bir durum değildir. Bütün mürşitlerin gaflete karşı bizi uyarması bu yüzdendir. “Sakın dünyaya aldanma / Aç gözün gafletten uyan” diyen Aziz Mahmud Hüdâyî bunlardan sadece birisidir. Bu da bilincin her an için uyanık olma hali içinde olmasını gerektirir. Bunu sağlayacak tek değer, imkan ise “zikir” yani Allah’ı anmadır. Bu yüzden Yûnus Emre, demin söylediğimiz sorusunun ardından yapılması gerekenin cevabı olarak “Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin” der. Bu da kulluk idraki içinde olmak demektir.
Gariplik, işte tam da bu noktada bir imkâna dönüşebilir. Zira bu duygu/hal, ilk bakışta özellikle seküler anlayışa göre arzu edilen bir durum olarak görülmeyebilir. Oysa gariplik, Hz. peygamberin övdüğü bir hal demektir. Bu yüzden Peygamber efendimizin “Cenâb-ı Hakk nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir.” sözü üzerine iyi düşünmek lazımdır. Çünkü garipler; varlığı, yokluğu, hayatı, ölümü anlamlandıran ve bu bilinç hali üzerinde yaşayan kimseler demektir. Mademki dünya bir imtihan yurdudur. İmtihan ise dikkat, bilgi, bilinç ister. Gaflet, dikkatsizlik imtihanın kötü geçmesine sebep olur. İşte bu noktada gariplik duygusu bir nimete dönüşür ve bizim için aslında en büyük felaket olacak olan dünyaperestlikten bizi korumuş/kurtarmış olur.
Yûnus Emre’nin “Bir kararda kalmayalım/Gel Dost’a gidelim” mısralarıyla başlayan şiirini de bu gariplik meselesi bağlamında okumak mümkündür. Zira garipliğini derinden hisseden asıl vatan hasretiyle tek çıkar yolu Dost’a (Allah’a) gitmek olarak görür. Bu nihai olarak elbette ölümle vasıl olunacak bir gitme olaydır ama bu dünyada yaşarken de “masivayı terk”, “ağyarı terk” anlayışıyla “ölmeden önce ölmenin sırrına ermek” yapılması gereken bir durumu ifade eder.
Yûnus, Gariplerin Piriydi
Yûnus’la ilgili olarak sorduğumuz nerede doğdu, nerede göçtü vb. soruların çok bilinmeyişi, diyardan diyar gezmesi onu karşımıza “gariplerin piri” olarak çıkarır. Yûnus’u böyle görerek onun gibi garip olmak gerekiyor. Çünkü her şey ve herkes madem fanidir, baki olan “Mülk-i ezel” ve Cenab-ı Hak’tır. Öyleyse gariplikten yüksünmemek lazımdır. Zira bu duyguyu öven bir peygamberin ümmetiyiz. Rasûlullah Efendimiz, İbn Ömer’in omzundan tutup ona nasihat ederken şöyle buyurduğunu unutmayalım: “Dünyada bir garip yolcu gibi ol.” Demek ki mesele her kavrama olduğu gibi gariplik kavramına da seküler pencereden değil metafizik olarak bakmak gerekiyor. O zaman garipliğin neden tavsiye edilen bir hal olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Temmuz 2020, sayfa no: 44-47
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak