Ara

Bilinçli Adam Tabiatla Bağlı Yaşayandır

Bilinçli Adam Tabiatla Bağlı Yaşayandır

Profesyonel Sporcu, Eğitmen, Spor Organizatörü, TV Programı Yapımcısı ve Sunucusu, Öğretim Görevlisi Serdar Kılıç ile “Doğa ve İnsan” üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Röportaj: Hasan Hafif 

Kafkasya kökenli bir insansınız? Geldiğiniz topraklara gidip âile izlerini sürme imkânı bulabildiniz mi?

Kafkasya’nın birçok yerine gittim, Osmanlı–Rus Savaşına kadar babaannelerimizin dedelerimizin yaşadığı topraklara, hattâ Karabağ’da bile izini buldum. Kimisi Dağıstan kimisi Gürcistan Borçalı’da, kimisi Çıldır Arpaçay Kars’ta. Bayağı geniş yüzölçümü. Osmanlı o zaman daha geniş topraklara yayılıyordu. İran-Rusya-Türk coğrafyasında sınırlarda bir orada bir burada kalmış atalarımızın izlerini kısmî de olsa sürdük, bulduk. Ama zâten asıl mesele izini bulmaktan ziyâde, asıl izi aramak insanın kendi içinde olmalıdır. Çünkü öz lafı bizde çok derin kullanılır. Özüne iyi bak, özüne yahşi bak derler ya orada. Öz demek zâten izini kaybetme anlamına gelir. İllâ ki yaşadığın coğrafyadakiler kimlerdir, mezarı nerededir oraya bakmak. Tabiî ki târihsel ve arkeolojik açıdan sana âit olan bir yerdir, atalarının yaşadığı yerler ama öteki türlü asıl iz insanın içinde olan izdir. Bizim o izi daha çok taşıdığımızı düşünüyorum. Anne baba kültürüne baktığın zaman benzeşik şeyler var orayla da ilgili. O izi bulmak daha kıymetli. Onu kaybettiysen, geçmişte yaşadığın o coğrafyaya gidip bulsan da iz bir şey ifâde etmiyor.

TRT’de yayınlanan programlarınızı en çok hangi kesim ve hangi yaş aralığı izliyor? Bununla ilgili herhangi bir ölçümleme yapıldı mı?

18-35 yaş arası yoğunlukta izleniyor fakat ondan sonra çok ilginçtir, 60 yaş üzeri insanlar var bizi tâkip eden özellikle kırsal yerlerde. Bana 60 yaş üstü çok kıymetli gelir. Çünkü henüz tabiatla bağı kopmamış bir kırsal kesimin yaş kategorisidir. Benim yaptığım şeylerin, hayatlarında eskiden var olmuş ama şimdi yapamayan, içinde ukde kalmış, özleyen insanların özlemini de giderdiğini kanıtlıyor, belgeliyor bu, çok güzel bir şey. 18-35 yaş dedim ama 7-8 yaşında da çocuklar var ve dedeleriyle birlikte izliyorlar programları, bu çok hoşuma gidiyor. Çünkü bizim anlattıklarımız içinde her kesime hitâp edebilen bir tabiat taşıma unsuru var. Ben sâdece mesajı götürür oraya veririm ama taşıdığım şeyler de, öğrendiğim bilgi de sonuçta çocuktan dedeye kadar yaşanmış olan bu coğrafyadaki bilgi, tecrübe. 

Bir anlamda da büyük bir özlemi gideriyorsunuz.

Tabiî tabiî, bu aslında büyük bir arşiv, ileride lâzım olacak arşiv. Bizim o 35-40 dakîkalık program içerisine sığdırdığımız bilgiler ileride bize çok lâzım olacak. Küçük şeyler, anekdotlar var ama bunlar hep lâzım olacak şeyler. 

Belgesel programınızdan sonra doğa gezileri ve kamplara ilgi arttı mı? Size gelen geri dönüşlerden ne gibi izlenimler aldınız?

Geri dönüş çok arttı, binlerce bizi tâkip eden genç tabiata çıktı. Doğadaki İnsan programı sonrasında Ulak'la devâm ederek birçok gence tabiatı aşıladık. Bu ne demek? Devlete sağlık yönünden hizmet etmişiz çünkü hareket ettiriyorsunuz, doğru yere gönderiyorsunuz. Sahteliğin olmadığı, düzenin doğru kurulduğu bir yere gönderiyorsunuz. Oraya giden çocuk ve genç bu alışkanlıklarıyla hem kendisini hem etrâfını etkiliyor, etkileşim içine giriyor. Şehirdeki gibi kontrolü zor bir ortamda alışkanlıkları kötüleşiyor çocukların ve şehir ortamı kirlidir. Çocuğu düzgün yetiştirmezseniz çocuk da ona bulaşırsa ondan almak için çok çaba sarfedersiniz. Biz tabiata bir sürü genç aşıladık. Bu sebeple çok mutluyum. Benim görevim bu. Tabiata fidan, ağaç dikmek yerine tabiata genç, çocuk dikiyoruz biz. Çünkü onu ancak o koruyabilir anlarsa, bilirse. Ve dedelerimizin tabiat anlayışı böyleydi bizim. İnsanın tabiatla şerefli bir bağı vardı eskiden. O yok olmuş olan bağı onarmaya çalışıyoruz şimdi. Oturduğumuz yerden ağaç kesmeyin, hayvan öldürmeyin dediğimiz zaman o, fanteziye giriyor, hayâl dünyâsına giriyor. Halbuki gerçekte onun insan ve tabiat için varlığını bilmek daha kıymetli bir şey. Senin de onun içinde bir parça olman lâzım. 

Bize gelen çok fazla mesajlar var. Açsam şimdi yorumları göstersem, bana gelen mesajları göstersem bir sürü. Örneklerinden şöyle birkaç tâne varsa burada okuyayım. Meselâ: "Öğretmenimiz tabiat ama Serdar Kılıç bize ön ayak oluyor." Yabancı doğa programı yapanlarla karşılaştırmışlar, farkı biliyorlar. Onlar 'tabiata karşı' program yapıyorlar diyor, biz 'tabiatla iç içe yaşayan' bir program yapıyoruz. "İstanbul benim olsa doğadan vazgeçmem, sizden öğrendik bunları" demiş. "Üniversitede bu tür eğitimler verilmesi lâzım" gibi yorumlar var. “Karapapak Türk’ü” yazmışlar. "İzlerken kendimi hipnotize olmuş gibi hissediyorum doğayla." bu şekilde. 

Tabiatı taklit bak şimdi bize bütün her şeyimizi, îcatlarımızı, Birûnî’yi gösterdin bana ondan sonra Oktay Sinanoğlu'nu… (Röportajdan hemen önce Beyza Çocuk Dergisi’nde yayımlanan Oktay Sinanoğlu ve Birûnî ile ilgili sohbet etmiştik.) Oktay Sinanoğlu der ki bütün matematik doğadadır. Matematiğin bilimini, doğada yaşayan insanlar öğrenmişti. Benim atalarım öğrendi der onu ve anlatır. Amerika'ya gitti, genç yaşta profesör oldu. Bizim seviyemizden çok düşük seviyedeydi diyor 1950li-60lı yıllarda Amerika'da ve dünyâdaki eğitim modeli aslında. Biz gençlerimizi, kırsaldan yetişmiş genci iyi bir eğitimle birleştirirsek uçar gideriz demek istiyor. Bir de bizim mânevî inancımız da güçlü, toprakla bağımız var, Yaratan'la bağımız, temâsımız güçlü ve bu sâdece İslâm'la değil, İslâm öncesi de bize âit olan bir şey biliyorsun. İslâm'la birleşince de başka bir şeye döndük.

Şehrin gürültüsü ve karmaşasından uzakta yâni doğada olmak insanı Allâh’a (cc) daha mı yakınlaştırıyor? İnsan kendisiyle baş başa kaldığında daha çok mu tefekkür ediyor?

Doğada birçok mûcize olduğunu inanıyorsun, görüyorsun. Bize anlatılan şeylerin eğer aklın, fikrin, düşüncelerin açılıyorsa eğitim modelleri ile anne babadan aldıkların tabiatla buluştuğu zaman daha geniş bir bütünlük görüyorsun. Hepsi birbiriyle bağlaşık yaşıyor. Şaşırıyorsun, hayret ediyorsun bir göçmen kuşu termal yakalayarak, nasıl rotasını bulduğunu şaşmadan gittiğini, ondan sonra bir atın içgüdüsel olarak sancısını, asetilsalisilik asit içeren bir ağacın kabuğunu kemirerek yapraklarını yiyerek nasıl giderdiğini görmek, akleden insanın aklını kullanmasından da öte bir şey bu. Yâni bunlar çok mûcizevî şeyler, daha çok örneği var. Karıncalarla kendi üzerimde denediğim, dikişi atıp sonra kauçuk ağacıyla elimin yarasını sarıp yarayı iyileştirdiğimi… Bunları doğayla yaşayan insanlardan öğrendik. Bunların hepsi tabiatta var olan şeyler, mûcizevi gelir tabiî ki. İnsana Yaradan kitap gönderdi birçok, birinde de okuyun der. Okumak aslında görmek, deneylemek, tecrübe etmek, bilmek. Dedin ya az önce bir Yaratan var ve temâs etmemizi sağlıyor mu orası? Evet sağlıyor. Tabiat insanın onu taklit etmesiyle varlığını sürdürmesi demek aslında. Çünkü orada doğru şeyler var, sen doğruyu görür, onun hayâtını kolaylaştıran unsurlarını içine koyarak hayâtına sokarsan îcatlarla, buluşlarla, doğru bir şekilde; hem geleceğin bozulmaz hem de tabiatı korumuş olursun.

Gittiğiniz yerler arasında ülkemizde ve dünyâda en çok beğendiğiniz yerler nereleri oldu?

Artvin-Trabzon arasında Rize ile Erzurum’u ayıran o dağ silsilesinin etrâfı çok etkileyici gelir bana, Kaçkarlar çok etkileyici. Hem karasal iklim tarafına doğru gidersin Erzurum'a. Karadeniz iklimi de vardır. O coğrafya ile etkileşim içine girmiş insanların bir kültürü vardır. Taşıdığı, getirdiği, orada yaşadığı. Hayvan hiyerarşisi vardır çok değişik. Yağmur ormanlarını da gördüm, kutup bölgelerine de gittim. Karasal iklimde de çok gezdim, bana karasal iklim çok uyuyor. Karasal iklimin olduğu yerleri seviyorum ama Doğu Karadeniz Kaçkarlar benim için, gezdiğim 97 ülkenin içerisinde belki birinci sıraya koyabileceğim unsurları taşıyor. Rahat nefes alırsın, suyunu istediğin güzel yerden mis gibi içersin. Gözünün ufka baktığı yerlerdeki manzaralar çok etkileyici olur. Karaçamların ondan sonra köknarların, ladinlerin yükselttiği gazlarla oluşan renkler akşam üstü, gün doğumunda muazzam. 

Doğada böyle hayvanlarla alâkalı unutamadığınız bir anınız var mı sizi çok etkileyen?

Yâni çok var tabii. Ayıyla ilk karşılaştığımda, bana anlatılan hikâyelerde ayı bana saldırmalıydı ama ayı beni görünce kaçtı gitti. Meselâ bu ilginç gelmişti bana. (Gülüyor) Sonra Alaska'da yine, balık yakalayıp kenara koyuyorum, ayı beni izliyor oradan, sonra beni kovaladı, geldi balıkları aldı gitti. Örneğin belgesellerde Serengeti'ye gider millet çekim falan yapar işte fotoğrafçılar, video çekenler, belgesel çekenler; orada bir şeyleri abartıyorlar gibi geldi. Ben de gittikten sonra gördüm. Orada hayvanlar hiçbir şey yapmıyor sana, yanından geçiyor gidiyor. Bir tek leopar biraz riskli, tehlikeli gördüğüm hayvandı. Ama tedbirini aldıktan sonra bir sorun yok. İnsan tabiatta güçlü bir canlı, hiçbir hayvan insana durduk yere gelip de ne besinini alır ne de zarar verir, sağlıklıysa. 

Hocam Doğaya Dönüş isimli bir kitabınızın olduğunu öğrendik. Tezgahta yeni bir çalışma var mı?

Var. Tabiatla bağlantılı olmayan hiçbir şey bana çekici gelmiyor. Her şey onunla bağlı. Sizin mesleğiniz ne örneğin?

Gazeteciyiz.

Tamam. Şimdi gazetecilik ve basın yayını iyi yapabilmen için tabiatı ve insanı da tanıman lâzım. İnsanın tabiatla bağını da bilmen lâzım. İnsanın tepkilerini, reaksiyonlarını da görmen gerekir. Her mesleğin bir bağı var. O yüzden benim de yapacağım, yazacağım kitap insan ve tabiat, hepsi bağlantılı olmalı. Doğada tabiatta yaşayan bir arkadaşım vardı rahmetli, Kaçkar bölgesinde. Onunla ilk tanışmam dedemle olan bağlantıları, bağıyla oldu. Ben onunla gezerken dolaşırken öğrendiklerim ve onun hatıralarıyla ilgili güzel, derin bir kitap yazıyorum. Notlarım var onları kitaba dönüştürüyorum. Çok uzun bir süreç bu. Meşakkatli yâni başlangıcı ve sonu arasında çok fazla şey var. Onları doğru bir şekilde oturtup her kesime hitap edebilecek anlayış diliyle bir kitap yazıyorum. Kitap yazmak işi biliyorsun Jack London 40 yaşına kadar 200’e yakın kitap yazdı ama ben 40 yaşına kadar oturup kitap yazabilecek bir adam olmadım hiç. Çünkü kitap yazmak için oturman, araştırman lâzım ben insanın dinamik çağında gezmesi, gezerek deneyerek öğrenmesi gerektiğini düşünen tezi savunuyorum. Kendimi öyle hissediyorum. Bu tecrübeleri de belli bir yaş geldikten sonra yazmak bana uygun geliyor. Yaş tabiî ki tecrübedir. Ne kadar derin yaşarsan o da iyi tecrübedir. Ben demiyorum ki 40 yaşına kadar insanlar az şey yaşar. Hayır yaşarlar ama derin ve dolu dolu 80 yaşına kadar yaşamış bir adamın tecrübeleri paha biçilmez. 

Muazzam bir eğitiminiz var. Hemen hemen ilgi duyduğunuz alanlarla alâkalı eğitimi de aldınız. Sizi bu alana yönlendiren neydi?

Dağları çok seviyorum diye jeoloji mühendisliği yazdım, tabiatı seviyorum diye, taşa ilgi duyduğum için. Çünkü taş, toprak demek, toprak canlılık demek, varlık demek. Ben hiçbir zaman çok böyle ilerisini hayâl edip de şunu yapacağım, bunu olacağım diye yola çıkan birisi değilim. Yola çıkarım, iyi şeyler yapmak için hep heyecanlanırım. Engelleri aşmayı, ânında aşmayı seven bir adamım ben çok çabuk çözüm üretmeyi seviyorum. Hayâtımı böyle geçirdim. Şimdi sizinle tanışsam bir şey öğreniyorum, yolumu, rotamı birazcık değiştirebilir o, ama içimdeki özümü değiştirmez. Çok büyük hedeflerim var demek şimdiki o Amerikalıların başarma ideolojisi gibi geliyor bana. Çok derin yaşamak istiyorum ben, o derin tecrübelerimi paylaşmak istiyorum.

Doğadaki İnsan TRT'deki ilk belgeselinizdi, belgeselin fikri nasıl ortaya çıktı?

Doğada yaşayan insanın soyu tükendiğini düşünüyorum ben. Tabiatta oynayan çocuk azaldı. Dışarı giden adam azaldı. Şimdiki tabiatta yaşayan insanların çoğu da eskiden yaşayan insanlar gibi yaşamıyorlar. Nostalji götürüyor yaşıyorlar. Nostaljik hayat sürüyorlar çünkü özlemleri var. Oraya gidiyorlar. Gerçek köylü gibi yaşayan adam olsaydı eğer biz şu anda ekonomik olarak ve tarım anlamında çok daha iyi pozisyonlara gelirdik. Şimdi kandırma içine girmişler. Köylü akıllıdır, çalışkandır. Erzurum'da bir köye gittik. Eski bir marangoz ustanın yaptığı işlerini gördüm. Misâfir odasında misâfir sandalyeleri vardı. Ahşap, birbirine geçme tekniği ile. Şimdi iskeletleriyle o tekniği uygulayabilecek marangoz çok nâdir bulursun. Japonya'da vardır, bir yerlerde vardır ama Türkiye'de çok nâdir bulursun yine fakat o adamın yaptığı sandalyedeki oturma genişliği dikkatimi çekmişti. Dedim bu çocuk sandalyesi mi acaba? Hayır, hayır, yetişkin sandalyesi. Neden bu kadar küçük? Hayâl ediyorsun, çalışan adamın beli küçük olur, kalçası dar olur. Şimdi 2 tâne yan yana koysan bir adam oturur. İnsanın yapısına uygun değil bir kere.

"Doğadaki İnsan" belgeselinde işlediğiniz konularla insanların çevre üzerindeki etkileri arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Tabiî insan bilinçsiz olduğu zaman tabiatı bozar. Bilinçli adam, onunla bağlı yaşayan adam orada bir bilinç oluşturur. Gördüğü leyleği törenle bekleyen, hazırlıkla bekleyen köylü vardır. Niye bekliyordur onu? Çünkü ona tarlasında ekip biçerken arkadaş olmuştur yukarıda. Onunla konuşuyordur, sohbet ediyordur. Turnalara derdini söyler leyleğe derdini söyler. Ondan bir unsur olur içinde bir heyecan olur, onu bekler. Şimdi bu insanlar bundan koptuğu için sûnileşti her şey, yapaylaştı. Bu sûnileşmek insanı özünden koparıyor. Şimdi bakın devletin yapısını da bozuyor. Devletin yapısı insandır sonra eştir, âiledir. En küçük yapı birimi âiledir devletin. Ondan sonra âile küçük budunu oluşturur, boylar, budunlar, onlar da devletin yapıtaşının en büyüğü olur. Sen âileden bu işi yapaylaştırırsan, insanı yapay olarak o âilenin içerisine sokarsan ilişkiler de düzgün gitmez.

Beni şey çok üzer meselâ zaman zaman düşünürüm Serdar abi, Selçuklu ve Osmanlı'nın torunlarıyız en nihâyetinde. Şimdi ecdâdımıza baktığımız zaman şehir planlamalarına, gözü neredeyse yoran hiçbir şey yok. O medeniyetin devam olarak bugün daha şuurlu olmamız gerekmez miydi?

İbn Batuta 1330 yılında ilk Safranbolu'yu gördüğü zaman nefesi kesilmiş. Dünyânın kayıtlı ilk trip advisor’ı (gezi tavsiyecisi) odur. Berberî'dir kendisi Faslı’dır. İlk Türk yerleşkelerine girdiğiniz zaman önce mezarlıktan geçersiniz, egonu yere serersiniz orada bir ölümü hatırlatır sana. Sonra şehre girer biraz sakinleşirsiniz hepsinin bir maksadı var, adam bir giriyor mezar taşlarını görünce çok erdemli yüksek, -Ahlat'taki gibi taşlar var-. Şimdi mezar taşımızı kendimiz seçiyoruz, mezarımızın yerini kendimiz seçiyoruz ama eskiden heyet seçerdi. Heyet diyor ki bu adamı nasıl bilirdiniz? Şimdi herkes iyi bilirdik diyor ama belki adamın arkasında bir sürü de sallayan var. Geçmişte öyle değil. Geçmişte heyet diyor ki bu onurlu bir adam erdemli bir adam bunun taşı yüksek olmalıdır, şu seviyede olmalıdır. Adam onu görüyor zâten ne kadar erdemli insanlar yaşamış burada diyor. Sonra mezardan çıkınca şehri görünce iyice nefesi kesiliyor. Çünkü şehrin akustiği, dengesi, düzeni, yerleşimi; hâlâ gidin bakın 1330'lu yıllarından bu tarafa aynıdır. Bir tâne kaymakamın öngörüsüyle bu iş düzelmiştir.

Mezar taşlarına bile baktığımızda bugünle mukayese edilemeyecek düzeyde. Peki biz bu şuuru yakalayabilir miyiz tekrar?

Tabiî yakalayabiliriz. Bu kolay bozulacak bir şey değil. Şu an bozuk olan durumlar vardır ama karamsar olacak bir durum da yoktur. İnsan yine özüne döner, biz de özümüze döneriz. Evim barkım olsun deriz değil mi? Bark nedir? Erdemli insanın mezarıdır. Hiç bilinmeyen bir adamın mezarı mı olmak istersin, erdemli bir adamın mezarı mı olmak istersin? Evin barkı var, nasıl yaşarsan barkın da öyle olur.

İnsanların doğayı algılayışını değiştirebilmek için hangi iletişim ve eğitim stratejilerini etkili buluyorsunuz?

Yaşayarak öğrenmeyi, yaşayarak göstermeyi, uygulayarak öğrenmeyi. Çünkü şimdi ben size soru sorsam işte atı seviyorum, koyun seviyorum diye. At ne yer diyorum, sen diyorsun ki bana ot yer. Ne içer diyorum, su içer diyorsun. Bir elimde kaç parmak var diyorum, 5 parmak var diyorsun. İnsan görsel iletişime meyilli aslında. Biz yaşayarak öğrenmek için yaratılmış canlılarız. Çünkü her bir parmağımızda, lifinde, tendonunda ayrı bir sinir hücresi var ve onları kullanmamız gerekiyor. Sâdece burada bu vardır deyip kitaplardan öğrenmek bizim için bir şeyler ifâde etmiyor, uygulayacaksın abi. Çünkü bunların hepsi birer meşgûliyet. Bu meşgûliyet de insanı sağaltır, terapi gibi gelir. Sağalan insan rahatlar, rahatlayan insan etrâfına güzel enerji verir. O yüzden yaşayarak, yaparak rahatlatacaksın insanı, öğreteceksin, onun da diğer tarafa aktarmasını sağlayacaksın. 

Doğa ve çevre ile ilgili duyarlılık artışıyla ilgili gözlemleriniz nelerdir? Toplum bu konuda nasıl bir ivme gösteriyor?

Çevre ile ilgili çok az bir kesimde bilinçlenme var ama onun hâricinde bilinç düzeyi çok düştü. Bazı Avrupa ülkelerinde, -hiçbir zaman Avrupa'yı örnek olarak gösterip bakın onlar şöyle yapmış biz de böyle yapalım demek isteyen bir insan değilim ama- hep yapılan iyi bir şeyi de almaya açık bir insanım. Çünkü vakti zamanında biz de çok güzel şeyler yaptık biliyorsun. Yapılan iyi iş varsa onu al kendi hayâtının içine koy onu göster. Bu bilinç düzeyi dünyâda çok az. Çok yer gezdim ama bilinç düzeyi çok az. Eskiden çöp yoktu, çöp dediğimiz şey taş, ahşap, toprak, metal parçasıydı. Plastik girdi işte elektronik şeyler girdi. Onlar çöp olmaya başladı. Bunlar hep değerlendirilirdi. Biz eskiye dönelim demiyorum şimdi. Eskideki yaşattığımız güzel şeylerin içine yeni bilgileri tecrübeleri aktararak hayâtımıza devâm edelim. Öyle yaşarsak da kabîle devleti gibi yaşamış oluruz. O zaman dünyâ bizi alt eder. Adamlar drone ile uğraşıyor, yapay zekâ ile uğraşıyor. Biz de var olabilmek için bu dönemde; bir kere uyum sağlamak önemli. Adaptasyon çok kıymetli bir şey. Şimdiki çağa uyum sağlayacaksın, değerlerini de kaybetmeden. Çünkü insanı toprağında tutan en önemli unsur, toprağıyla bağı olan millî kültürü ve ekosistemin yaşadığı coğrafya ile olan bağı. Bu ikisinden birisi yok olursa sen de çok kolay buradan def edilirsin. Devletin birincil önceliği, ekosistemi korumak, sonra insanın ekosistemle olan varlığını muhafaza etmek, ondan sonra her şey gelir. Bak her şeyi kaybederiz diyorum. 

Çanakkale savaşının rûhunun, Sarıkamış’ın, Çanakkale'nin işte bütün cephelerdeki askerin ve komutanların rûhunu taşıyan unsuru aslında bizim tabiatla olan güçlü bağımızdı. Tabiat ile olan güçlü olur. Çorumlu İskilipli Ali Çavuş'u biliyorum, onu aktarayım size. Çanakkale'de bitten kırılıyor Anzaklar ve Fransız askerleri. Onlar ölürken, savaşamazken, ilaç beklerken Bizim Ali Çavuş kendi bildiği, dededen öğrendiği yöntemle bitlerden arındırıyor askerlerimizi. Karınca yuvaları buluyor. Bitli olan giysileri yuvalara koyuyor, saçlar tıraş ediliyor… Karıncalar hızlı bir şekilde bitleri ayıklıyorlar. Öldürüp yuvalarına taşıyorlar. Savaşı kazandıran çok küçük detaylar vardır. Hepsi birbirine zincirle bağlı. Bu da bir tânesi. Şimdi o bağ koparsa; sen böyle bir harp çıksa kendi üretimini yapamadığın, kendi tarımını yapamadığın yerde dışarıdan sana tahıl göndermezlerse drone uçurabilir misin abi? Bana kalsa, benim için çok önemli bir şeydir, tarım ticâretini dışarıya yasaklarım. Kendi halkım için doğru, sağlıklı olanını yaparım. Çünkü sağlıklı olanı da sağlıklı bir şekilde yaparsam, kendi mevcut toprağım sağlıklı kalır, halkıma yapacağım en büyük iyilik bu olur. Bir kadın ne kadar doğurabilir sağlıklı? 10 kere desek. Toprak ne kadar verebilir sağlıklı? Daha çok versin diye ilaç kullan, yapay şeyler kullan toprağı öldürüyoruz, kendi geleceğimizi öldürüyoruz ve hiçbir bilinç de yok. Okullarda temel eğitim, coğrafî temel eğitim verilmeli, coğrafî bilgisi yoksa çocuğun geleceği yok demektir.

Coğrafya insanı ayakta tutar. Sarıkamış’taki harpte biliyorum yanlış haritalar kullanma ve harita okuyamama sebeplerinden dolayı 2.000 askerimiz birbirine ateş ettip şehit oldular. O cephenin yerini biliyorum belgeselini çektim. Bunun tek sebebi coğrafyayı kaçırmak, bilmemek, acele etmek ve yanlış haritalar kullanmak. Almanların bize getirdiği 1/400 binlik haritalar var detayı çok olmayan. Siste coğrafyayı bilmiyorsun, oradaki halkı düzgün idâre edip kullanmıyorsun. Bunlar önemli şeyler. Halkı yerinden etmeyeceksin. Herkes Ağrı’daysa Ağrı’da, Kayseri'de ise Kayseri’de, Malatya'da ise Malatya’da kalacak herkes yerinde palazlanacak. Üniversite eğitimleri için dışarıdan oralara gelip giden değil daha çok oradaki, o coğrafyada büyüyen çocuğun, o kültürle büyüyen çocuğun kendi üniversitesinde eğitim alıp kendi bölgesinde kalmasını sağlayacaksın… Ama dünyâyı da anlatacaksın. Gidip gelecek ve bağ kopmayacak. Kuş da koparmıyor, ayı da koparmıyor; koptuğu an bitiyor hayâtı. Vatan toprakla bağlıdır. Biz toprağa o kadar kıymet veririz ki. Onu kaybettiğin zaman dînin de elden gider, milletin de elden gider, bu varlığın hepsi elden gider, paran da. Para nedir ki zâten? 

Hiç bitmesini istemediğimiz bir röportaj oldu. Çok teşekkür ederim. Sizi tanımak, vakit geçirmek çok keyifli oldu. Allah (cc) ömür verirse çocuklarıma anı olarak anlatacağım inşâallah. Ve son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Her fırsatta tabiata gitsinler, ne yapıyorlarsa yapsınlar, nasıl gidiyorlarsa gitsinler. Çünkü her gittiğinde bir sürü şey öğrenip dönecek. O kendine bir çekidüzen verecektir. Ya gidip yemek mi pişiriyor onu bile pişirsin ama sağlıklı. Biz eskiden pikniğe giderdik, kendi evde yaptıklarımızı yerdik. Şimdi herkes her yerde ateş yakıyor, mangal falan, o bizim kültürlere âit değil. Bize âit bir şey değil. Ben hatırlıyorum annem tertemiz örtüler götürür, piknik için evde yemekleri bir gün önceden hazırlar, gider soğuk yerdik. Çayırın, çimenin kokusunu alırdık. Ateş güzel bir şeydir ama otun, kuşun böceğin kokusunu bastırıyor. Pikniği ne zaman yaparsın? İlkbaharda yaparsın, günün zamânın uzun olduğu, günün uyandığı, kuşların, böceklerin uyandığı, arı vızıltıları. Çocukluğumda yaşadığım şeyleri unutamıyorum. Bunlar seni de oraya bağlar. Beni aynı zamanda vatana bağlayan unsurlardan bir tânesi de çocukluğumda yaşadığım bu tür şeyler. İşte annemle babamla ağaç altındaki hikâyelerimiz, bir sürü şey. Dedelerimizin bayram kültürü, eğlence kültürü ya da işte çalışma değerleri, hepsi. Tırpanın sesi, kuşun evin oraya geldiğinde öttüğü ses. Bu adamı yaşadığı yere bağlar, sevdirir. Sevdiğin yeri korursun, sevmediğini koruyamazsın. Tabiatla mümkün olduğu kadar buluşmakta fayda var abi her fırsatta. Bir de bu coğrafya çok kıymetli bir coğrafya. Enlemi boylamıyla dünyâda eşi benzeri kaç tâne var abi? Aynı enlemde New York'ta var, git oraya yaşayamazsın abi, bataklığı var şusu var busu var. 

Cennet Vatanımız

Ülkemiz cennet tabiî ki yâni ecdat diyorsun onlar sana en güzel çocuğu vermişler. Sen bu çocuğu besleyeceksin, büyüteceksin, bakacaksın ona. Sağlıklı bir şekilde çocuk yetiştireceksin. Bu millet için. Bir de bende şey oluşuyor, yurt dışına gidip çok uzun kaldığımda döndüğümde herkesi özlüyorum abi her şeyi, her canlıyı, dışarıda tanımadığım adamı görsem ona sarılmak geliyor, öyle bir bağ var. 

Ben de çok teşekkür ederim, başarılar diliyorum…

Temmuz 2024, sayfa no: 10-11-12-13-14-15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak