Ara

Bilgi Nedir? / Muzaffer İnneci

Bilgi Nedir? / Muzaffer İnneci

Bilgi güçtür denilirken ‘doğru bilgi’den bahsedilmektedir. Zîrâ sâhibini güçlü kılan, bir şeyin doğrusunu-hakîkatini bilmektir. Yanlış bilgi zâten “ilim-bilgi” olarak değerlendirilmez. Yanlış bilgi hakkında başka isimler kullanılır.

Bilginin güçlülük derecesi hakkında zayıftan güçlüye doğru şöyle bir sınıflandırmaya gidilmiştir:

Cehl-Vehm-Şekk-Zan-Zann-ı Gâlib-Yakîn (bilgi-ilim) 

Bilginin mertebeleri hakkında şunlar söylenmiştir:

Cehl: Bilgisizliktir, bir mesele hakkında hiçbir bilgiye sâhip olmamaktır. Bilginin sıfır noktasıdır. Cehl 2’ye ayrılır:

Cehl-i Basît: Bir mesele hakkında hiçbir bilgiye sâhip olmamaktır. Bilmediğini bilmektir.

Cehl-i Mürekkep: Bir mesele hakkında hiçbir bilgiye sâhip olmamak, fakat bununla birlikte hiçbir bilgiye sâhip olmadığının farkında olmamaktır. Yâni bilmediği halde biliyor gibi davranmaktır. Bilmediğini bilmemektir.

Vehm: Daha kuvvetli bir ihtimâlle başka bir bilginin mümkün olması durumunu ifâde eder. Bir başka ifâdeyle elde bir bilgi vardır, fakat bununla birlikte başka bir ihtimâl vardır ki bunun gerçekleşmesi çok daha fazla muhtemeldir. 

Şekk: İhtimâl olarak birbirine eşit iki adet bilgiye sâhip olma durumudur. Bu eşitlik sebebiyle aralarında bir tercîh yapılamamaktadır. Bir başka ifâdeyle iki bilginin de doğru olması -iki ihtimâlin de gerçekleşmesi- mümkündür.

Zan: Kuvvetle muhtemel başka bir ihtimâlin mümkün olması durumudur.Bir başka ifâdeyle elde bir bilgi vardır ama bir ihtimâl daha vardır ki, bu ikinci ihtimâlin gerçekleşmesi beklenmektedir. 

İlim (bilgi-yakîn): Birşeyi hakîkî anlamda, başka bir seçeneğe ihtimâl olmayacak derecede idrâk etmektir. 

Yukarıdaki târiflerde görüldüğü üzere bilgi mertebelerinin en alt noktası cehl, en üst noktası ise ilm (bilgi)dir. Aslında “cehl”in ve “yakîn”in de alt başlıkları vardır ancak şimdi bu konuya girmemeyi tercîh ediyoruz. “İlim” kesin bilgiyi ifâde ettiğinden kişiyi yanlış yola sevk etmez. İlim’le hareket eden yanlışa düşmez. Cehl ise bilgisizlik durumudur. Eğer ortada bir cehl-i mürekkep hâli yoksa bu cehl-bilgisizlik kişiyi meseleye karşı mesâfeli durmaya, fikir beyân etmemeye, bir tavır sergilememeye sevk eder. Bilgisizlik bu anlamda bazen rahat etmektir. İlim ve cehl dışındakiler ise her zaman farklı bir durumun muhtemel olabileceği durumlardır. Bu mertebedeki bilgiler nazar-ı dikkate alınmaz değildir, fakat teyide muhtaçtır. Elde bulunan zan, vehm veya şekk seviyesindeki bilgi, sağlam kaynaklardan teyid edilerek ilim (bilgi) seviyesine çıkarılmaya çalışılacaktır. İlim seviyesine çıkmayan bilgiye güvenilmemeli, bu bilgi başkasına aktarılmamalıdır. Yüzde 99 oranında doğru olduğu düşünülen bir bilgiye bile hâlâ zann-ı gâlib (doğru olması çok kuvvetli) denilmekte, kesin doğru (ilim-bilgi) muâmelesi yapılmamaktadır. Çünkü çok düşük de olsa doğru olmama ihtimâli sebebiyle tekzip edildiğinde bu bilgi kişinin itibârını zedeleyecektir. Hz. Ali’nin (r.a) “Söz ağızdan çıkmadan önce senin esîrindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esîri olursun.” sözü kayda değerdir.

Rabbimiz de Kur’ân'da “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ, 36.) buyurmaktadır. Bu emir sâhip olduğumuz bilginin kaynak değerini sorgulamamızı gerektirmektedir. Doğruluğuna dâir kesin bir delîle ulaşmadan başkalarına aktarılan veya paylaşılan bir bilgi çoğu zaman bizi kul hakkına girmek, suçsuz birisine iftirâ etmek, bir mazlûmun âhını almak şeklinde bir sonuca götürür. Çoğu zaman da sâhibini özür dilemek zorunda bırakır. 

Yukarıda anlatılan bilgi seviyelerinin hepsini bilip, şüpheli bilgilere temkinli yaklaşıp, aramaya devâm edip ilime-doğru bilgiye ulaşılınca da iş bitmez. Bilginin ağırlığını kaldırabilmek herkesin kârı değildir. İnsanlar doğruyu elinde tutan kişiyi de dosdoğru görmek isterler. Yâni doğru bilginin sâhibi de doğru olmak zorundadır. Aksi takdirde eldeki doğruya inanan çıkmayabilir. 

Bilinen her şey söylenmemelidir. Bizler her bildiğimizi söylemek zorunda değiliz. Bir meclise hitâb etme imkânı verildiğinde kendimizi, bildiğimiz her şeyi söylemek zorunda hissetmememiz gerekir. Mekânın ve zamânın durumuna göre (muktezâ-i hal) yeterli derecede hitâp edip sözü tamamlamak gerekir. Söylenen her şey bilgi açısından kesinlik ve doyuruculuk içerse bile kelâmı tadında bırakmak gerekir. Mâlâyânî zâten sıkıcıdır. Mâyânî de uzatıldığında muhâtaba bıkkınlık verir.

Doğru bilgi her yerde söylenmemeli, ehil olmayan kişilerle ve uygun olmayan ortamlarda paylaşılarak, bilginin değeri ayağa düşürülmemelidir. Bilgi güçtür, ama yüktür, sorumluluktur. Bilmeyenler sorumlu değildir ama bilenler sorumludur. Bilmek ağır bir sorumluluktur. Bilmenin bir sonucu vardır. Bu sebeple bir kısım bilenler bildiklerini gizlerler. Çünkü bilmek şâhit olmaktır. Abdullah b. Mes'ûd (ra) Kur’an okurken “Her bir ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve seni de onlara şâhit tuttuğumuz zaman halleri nice olacak!” âyetine geldiğinde Hz. Peygamber onu durdurarak “şimdilik yeter” demiş, bu esnâda gözünden yaşlar döküldüğü görülmüştür. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 32-33)

Bazı kimseler mahkemede şâhitlik yapmamak için bildiklerini inkâr eder, ben bilmem derler. Bu açıdan bakıldığında kadınların şâhitliklerinin erkeklerle bir olmaması her şeyden önce kendileri için bir lütuftur. Dînimiz kadınların şâhitlik gibi ağır bir sorumluluk altına girmesini prensip olarak tercîh etmemiştir.

Bilgiye kaynaklığı açısından internet ve sosyal medyanın durumu her geçen gün daha fazla gündeme gelmektedir. Bilgiye hızlı ulaşma açısından internet idealmiş gibi görünse de bu düşünce pek sağlıklı değildir. Evet, internet bilgiye hızlı ulaştırır. Ama doğru bilgiye hızlı ulaştırmaz. Sanal ortamlar artık bir bilgi çöplüğüne dönüşmüş durumdadır. Online hizmet sağlayıcılar kullanıcıyı ayrıntılara boğmakta, kişiyi önüne sunulan alternatifleri değerlendirmekle meşgûl ederek asıl aradığından uzaklaştırmakta; sonuçta sizi aradığınız şey değil, size gösterilenler meşgûl etmektedir. Sonuç olarak aradan saatler geçmiş ama hâlâ aradığınıza ulaşamamış, hattâ henüz aramaya başlamamış bile olabilirsiniz.

Hadis ilminde Hz. Peygamber’den alınan bilginin başkalarına aktarılması anlamındaki “rivâyet” için usûlcüler 12 adet kriter ortaya koymuş, bu kriterleri sağlamayan kişilerin rivâyetini kabûl etmemişlerdir. Sosyal medya paylaşımları bir “rivâyet” olarak kabûl edilecek olsa ve bu paylaşımlar “rivâyet” eleğinden geçirilse kalbur üstünde pek de fazla bir şey kalmayacağını söyleyebiliriz. Sosyal medya artık doğruyla yanlışın birbirine karıştığı bir gayya kuyusu hâline gelmiş durumdadır. Ayrıca başlangıçta sâdece “sanal iletişim ortamı” iddiasıyla ortaya çıkan iletişim platformları bugün “toplumların algılarını yönetmek” gibi bir işlev görür hâle gelmiştir.

Bilgi internetten ya da sosyal medyadan değil, kitap, dergi, makâle, bilimsel yayın mecrâları, ansiklopedi gibi ciddiyet içeren kaynaklardan alınmalıdır. Eğer internet veya sosyal medyadan bir bilgi edinilmişse yine bu saydığımız kaynaklar tarafından teyid edilmedikçe bu bilgiyle hareket edilmemelidir. Yâni bilgiye ulaşırken elimiz kâğıda mutlaka dokunmalıdır. En azından şimdilik.

Mayıs 2024, sayfa no: 62-63-64

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak