Ara

Beyazıt Kütüphanesi’nin rûhu: İsmail Saib Sencer

Beyazıt Kütüphanesi’nin rûhu: İsmail Saib Sencer

Görme engelli kardeşlerimiz için bugüne kadar yaklaşık 1150 kitap seslendirdi Sabahat Varol İnsel hocamız. O, kendini bu hizmete adamış münevverimiz, müstesnâ bir gönül insanıdır. Okumaktan fırsat buldukça, zaman zaman yazar. 2016 yılında “Deli Değil Veli” yazısıyla Eskader tarafından ödüle de layık görüldü. Lâkin dediğimiz gibi o daha çok okur. Anadolu yakasında ikamet etmesine rağmen haftanın belirli günleri, sabah erkenden kalkar, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ne gelir, okumasını yapar ve tekrar evine geri döner. Yıllardan beridir bu hizmetini aksatmadan sürdürüyor. Engelli kardeşlerimiz için gösterdiği çaba, hamiyetperverlik hiçbir ödülle takdir edilemez. Seslendirdiği kitapların yazarını ve önemli bulduğu bazı bölümleri de sağ olsun zaman zaman sosyal medyada paylaşır. 2017 senesi idi. O günlerde paylaştığı kitaplardan birisi de Zafer Bilgi tarafından kaleme alınan ve Mihrabad Yayınları arasında neşredilen “Kedili Kütüphane'nin Bilge Hâfız-ı Kütübü - İsmail Saib Sencer” kitabıydı. Kitap kapağının yer aldığı fotoğrafın altına İsmail Saib Sencer ile ilgili kısa bir mâlûmat da yazmıştı. Bir bölümü şöyle idi: “On binlerce cilt eserin konusunu, müellifini, târihini ve şaşıracaksınız ama o kitapların içeriğini de ezbere bilen bir allâme idi İsmail Saib Sencer …” Mihrabad Yayınlarının Genel Yayın Yönetmenliğini Mehmet Nuri Yardım yapıyor. Kuşkusuz bu eserin meydana gelmesinde ve tanıtılmasında onun büyük emeği vardır.


Sabahat Varol İnsel hocamız, şayet mümkünse bahse konu kitabın 81. sayfasında târifi yapılan İsmail Saib Sencer’in Merkez Efendi Külliyesi Haziresi'ndeki kabrini ziyâret etmemizi ve mezar taşını fotoğraflamamızı rica etti. O akşam kitap fuarı için Kahramanmaraş’a gideceğimden dileğini ancak pazartesi İstanbul’a döndüğümde yerine getirebileceğimi söyledim ve öyle de yaptım. Pazartesi sabah erkenden kalktım ve soluğu Merkez Efendi Kabristanı'nda aldım. Fazla zorluk çekmedim. Birkaç dakika içerisinde kabri buldum, fotoğrafladım ve kendilerine gönderdim. 1940 tarihli mezar taşının Türkçe yazılı bölümü dönemine ayna tutacak mâhiyette idi. İmlâ ve kompozisyon bakımından âdetâ bir ibret vesîkasıydı. 2023 Temmuz ayında kabri tekrar ziyâret ettiğimde bu garâbetlerle dolu mezar taşının/yazısının değiştiğini gördüm. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim! Böyle hayırlı işlere vesîle kıldığı için Sabahat Varol İnsel hocama buradan bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Rabbim hizmetlerini terâzisine koysun ve ebediyen râzı olsun…

İsmail Saib Sencer’i rahmetli Mehmet Serhan Tayşi üstâdımız ve Dursun Gürlek gibi hocalarımızın sohbetlerinden biliriz. Düne kadar onunla ilgili birkaç yazı bulunuyordu. Bugün artık elimizde biyografisinin yer aldığı bir kitap da var. Yeterli midir? Bizce yeterli değil. Zîrâ uzun yılların ihmâli ve kayıtsızlığı var ortada. Bu gibi büyüklerimiz hakkında ne kadar yazılsa azdır diye düşünüyoruz. Sabahat hocamızın yönlendirmesiyle kabir ziyâretimizin ardından Saib Hoca hakkında bir şeyler yazma arzusu doğdu içimizde. Saib hoca denince, insan ister istemez vakıf adam, kitap, kütüphane, vefâ kavramları ve bunlar üzerinde düşünme gereği hissediyor. Bu sebeple hakkında yazılıp çizilenleri gözden geçirip bizdeki şifâhî bilgilerle de birleştirip bu yazıyı kaleme aldık. 

İsmail Saib Sencer, günümüzde Beyazıt Devlet Kütüphanesi olarak hizmet veren “Kütüphane-i Umumi Osmanî”de “Hâfız-ı Kütüb” olarak 43 yıl hizmet etmiş, sıradışı hâfızası ile ün yapmış müstesnâ bir şahsiyet, kıymeti gelecek kuşaklara mutlaka aktarılması gereken bir büyüğümüz. (Hâfız-ı kütüb; kitapları hıfzeden, muhafaza eden, koruyan kütüphaneci anlamlarına gelir.) Saib Hoca, rivâyetlere göre kitap toplayıcılarının, araştırmacıların, ünlü şarkiyatçıların ve sahafların uzun seneler başdanışmanı olmuştur. Yakınında bulunanların ifâdesine göre on binlerce kitabı tanıyan çok geniş bir hâfızaya sahip olması dolayısıyla çağdaşları olan yerli ve yabancı bilginlerce “ayaklı kütüphane”, “fihrist-i ulûm”, “canlı bibliyografya” ve “çağının Câhiz’i” gibi sıfatlara lâyık görülmüştür. (El-Câhiz; 775-868 yıllarında yaşamış, Basra doğumlu ünlü Arap bilim adamıdır.) Kültür tarihçisi Dursun Gürlek’in verdiği bilgilere göre Batılı araştırmacılar onun için “kafasının içi, müdürlüğünü yaptığı kütüphaneden daha zengin olan adam” benzetmesi yapmıştır.


İsmail Saib Sencer’in 31 Ocak 1872’te Erzurum’da doğduğu, Erzurumlu Hacı Kurbanzâde Binbaşı Mehmed Şevki Bey ile Ayşe Hatun’un oğlu olduğu, erken yaşta kaybettiği annesinin mezarının Erzurum’da Dervişağa Camii önündeki hazirede yer aldığı, annesinin vefâtından sonra Erzurum’dan İstanbul’a geldiği, TDV İslam Ansiklopedisi de dâhil çeşitli kaynaklarda zikredilir. Bu kaynaklar arasında Abdülbaki Gölpınarlı ve Cemaleddin Server Revnakoğlu gibi isimler de vardır. Millet Kütüphanesi emekli müdürü, rahmetli Mehmet Serhan Tayşi ise üstad Süheyl Ünver'e dayandırdığı bilgilere göre onun İstanbul doğumlu olduğunu belirtir. Kendisinin reyi de bu yöndedir. (Milli Gençlik Dergisi, 1978) Türk Meşhurları Ansiklopedisi müellifi İbrahim Alâeddin Gövsa da aynı görüştedir. İsmail Hâmi Danişmend, İsmail Sâib Efendi’yi Kastamonulu olarak gösterirken, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Ziyâeddin Fahri Fındıkoğlu ise, onun Arapgirli olduğunu ileri sürmektedir. En iyisini Allah bilir. Bu durumu Anadolu insanının Yûnus Emre hazretleri gibi büyüklerimizi bağrına basmasına benzetirim. Bilindiği gibi bu gibi şahsiyetlerin yurdun farklı bölgelerinde yer alan makam kabirleri vardır. İsmail Saib Hoca’yı da sevenleri kendilerine yakın bulduğu için hemşehri kabûl etmişlerdir. Yüreği vatan, millet, devlet, ümmet hattâ insanlık için attıktan sonra nerede doğduğunun veya öldüğünün ne önemi var?!


İsmail Saib Sencer’in 8 Şubat 1328 tarihli “İcâzetnâme” sûretindeki hâl tercümesine göre, Esekapısı’ndaki İbrâhim Paşa İbtidâî Mektebi’ni, ardından Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesi’ni bitirdi. Fâtih dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye dersiâmı Ferhad Efendi’den dînî ilimlerde icâzetnâme aldı. Daha sonra Tıbb-ı atîk, (eski tıp) müfredât-ı tıb, teşrîh ve biyoloji gibi ilimlerle meşgûl oldu. Arap Edebiyatı konusunda bir uzman olan İsmail Saib Efendi Farsça, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Grekçe ve Latince de bilirdi. Kimi kaynaklara göre bildiği dil en az dokuzdur. Bilgisini arttırmak amacıyla Tıp, Eczacılık ve Hukuk eğitimi almıştı. Öğrenimi devâm ederken Maarif Nezareti’nin açtığı bir sınavla Bayezid Umumî Kütüphanesi'ne ikinci müdür tâyin edildi. O yıllarda kurucu birinci müdür Hoca Tahsin Efendi'dir. Dursun Gürlek, bu zâtın aynı zamanda hattat ve imam olduğunu zikreder. Saib Hoca, Tahsin Efendi'nin vefâtından sonra 1896’da birinci müdür olarak tâyin edildi. Bu arada medreseyi de bitirip Beyazıt dersiâmlığı (Profesör) unvânını aldı (1902) ve 1903 Mart'ından itibâren Beyazıt Câmi-i Şerîfi’nde’nde ders vermeye başladı.


  1. Azmi Bilgin, “İsmail Saib Sencer” isimli makalesinde onun görev yeri ve yıllarını ayrıntılı bir şekilde verir. Buna göre İsmail Saib Sencer, 1908’de ibtidâ-i hâric derecesiyle Muharrem Efendi Medresesi ikinci müderrisliği Arap edebiyatı hocalığına,1911 yılında Sinan Paşa Medresesi’nde Arapça hocalığına, 1914’te Dârü’l-hilâfeti’l-âliyye Medresesi kısm-ı âlî Arap edebiyatı müderrisliğine getirilir. 1916-1918 ve 1922-1923 yıllarında muhatap olarak huzur derslerine katılır.1919’da Süleymaniye Medresesi’nde kelâm müderrisliği, 1921-1925 yıllarında Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Arap edebiyatı hocalığı, bir süre de Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’nde Arapça hocalığı yapar. (TDVİA, c.23; s.123)


Anlatılanlara göre hayatı boyunca kültürümüzü, medeniyetimizi tanıtmak için gayret sarf eden İsmail Saib Sencer’in kendi döneminde Doğu’da ve Batı’da yazılan ilâhiyat, edebiyat, tarih, felsefe, matematik ve tıp tarihiyle ilgili bazı eserlerin oluşmasında doğrudan veya dolaylı olarak katkıları olmuştur. Onu tanıyanlar, eski müelliflerin yazılarını tanımada, yazma eserlerin bozuk bölümlerini okumada, gördüğü bir yazının hangi yüzyıla ve hattâ hangi hattata âit olduğunu tahmin etmede üstün bir kabiliyeti olduğuna şâhidlik eder. Bunun yanında Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z- Zünûn’u gibi önemli eserleri tashîh ve ilâvelerle zeyl edecek yetkinlikte olduğu rivâyetler arasındadır.


Değişik ülkelerden şarkiyatçıların ve Müslüman âlimlerin kendisini sık sık ziyâret edip bilgisine başvurduğu kaynaklarda yer alır. A. Azmi Bilgin, adı geçen makalesinde verdiği bilgilere göre Mehmet Ali Ayni, Abdülaziz Mecdi Tolun, Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge, M. Fuad Köprülü, Osman Nuri Ergin, Mehmed Âkif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Hasan Basri Çantay, İbnülemin Mahmud Kemal, İsmail Hami Danişmend, Muallim Cevdet İnançalp, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Süheyl Ünver, Oskar Rescher, Louis Massignon, ve Helmuth von Ritter gibi isimler bunlardan bazılarıdır…


Çeşitli konularda geniş bir bilgi birikimi olmasına rağmen hayatı boyunca eser vermek yerine araştırmacı ve okuyuculara yol göstermeyi tercîh etti. İsmail Saib Sencer’in bütün bu birikimlerine rağmen eser vermemesi çeşitli yorumlara da sebep olmuştur. Meselâ İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi adlı eseriyle Bursalı Mehmet Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri adlı eserini onun dikte ettirdiği ama hiçbir esere imzasını atmadığı zikredilir.

Yanında uzun yıllar çalışan Oskar Rescher, onun bu tavrının bir yaşama tarzı olarak benimsediği sûfî anlayışından kaynaklandığını, bilgisini ortaya koyarak bir ad yapma isteğinin bulunmadığını ifâde etmiştir. Hitler Almanyası’ndan kaçan Yahudi asıllı, Alman Şarkiyat profesörü olan Oscar Reşer, İsmail Saib Sencer’in vesîlesiyle İslâm ile şereflenmiş ve Osman Reşer ismini almıştır. Mehmet Serhan Tayşi, adı geçen yazısında Saib Hoca’nın meşreben melâmî, tarîkaten Halvetî-Şa’bânî ve Bayramî, aynı zamanda Seyyid Abdülkâdir-i Belhî’ye müntesib olduğunu zikreder.


Bugün onlarca eseri bulunan veya hiç eseri bulunmayanların bu durumdan elbette çıkaracağı bazı dersler vardır. Onlarca eseriniz olabilir. Ancak sînelerde, gönüllerde yer edinemediyseniz belli bir süre sonra unutulur gidersiniz. Tam tersine hiç bir yazılı eseriniz olmayabilir ancak hizmetlerinizle, himmetlerinizle tarih sizden bir şekilde söz eder. İnsanlar takdire şâyan çalışmalarınızdan ilham ile yeni bir çığır açabilir ve sizin bundan haberiniz dahî olmaz. Demek ki burada önemli olan sabırla, gayretle çalışmak ve rızâ-yı Bârî'yi kazanmaktır.


İbrahim Refik, İsmail Saib Sencer’i konu edinen bir yazısında, Beyazıt Devlet Kütüphanesi eski müdürlerinden rahmetli Şerafettin Kocaman’a atıfla verdiği bilgilere göre, İsmail Hoca bir ara tıp fakültesine devâm eder ve bütün derslerden imtihana girip icâzet almaya hak kazanır. Fakat ilginçtir, yıllar süren emeğinin meyvesi olan diplomasını almaya gerek duymaz. İlmî dirâyetini bilen hocaları, neden diploma almadığını sordukları zaman: "Ben iç dünyâmı aydınlatmak, bilgi edinmek için okudum. Diplomaya ihtiyâcım yok!" cevâbını vererek onları şaşırtır. (Genç Dergi, Sayı, 15 Aralık, 2007)


Abdülbaki Gölpınarlı, İsmail Saib Sencer’i Gazâlî ve Hâce Nasîrüddin kadar mütekellîm, Fahrûddin Râzî kadar müfessir, Buhârî ve Kûleynî kadar muhaddis, İbn Sînâ kadar hakîm, Şeyh-i Ekber kadar âlim, Mevlânâ kadar âşık ve ârif, Hacı Bayram kadar vâkıf, Kınalızâde kadar zîfünûn bir zât olarak vasıflandırır. Kültür tarihçisi Süheyl Ünver'in ifâdesiyle o "Beyazıt Kütüphanesi’nin rûhu"dur. Yahya Kemal’e göre, “Şark Ercümendi”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre ise “mütebahhir (derin) bir âlim” dir. İbrahim Refik’in adı geçen yazısında verdiği bilgilere göre, ibn-i Heysem’in optik teorisi üzerine çalışan Amerikalı bir bilim adamı, araştırmalarını derinleştirmek gayesiyle İstanbul’a geldiğinde bazı meselelerde tıkanır. Adamı doğruca İsmail Saib Sencer’e gönderirler. İsmail Hoca: "Maalesef bazı yerleri anlayamamışsınız, bunlar böyle böyle olacak." diyerek optik teorisiyle ilgili adamın yanlışlarını teker teker düzeltir. İsmail Saib’in bu konudaki vukufiyetini gören adam, yeniden Türkiye’ye gelerek Hoca’nın yanında iki yıl klasik optik ve geometri tahsîl eder.


Şahin Torun’un bildirdiğine göre Halide Edib Adıvar’ın ilk eşi Salih Zeki Bey, piyano çalamayan bayanlarla, Fransızca konuşamayan bayların kadından ve adamdan sayılmadığı bir zamanda, Fransa’nın meşhur Sorbonne Üniversitesi’nde matematik tahsil etmiştir. Yurda döndükten sonra bir matematik kitabı vesîlesiyle Beyazıt Kütüphanesi’nde İsmail Saib Sencer Efendi’yle tanışırlar ve matematik hakkında konuşmaya başlarlar. Salih Zeki Bey bu sohbetten sonra: “Ben bu kadar yıl Avrupa’da matematik tahsili gördüm; ama matematiği şu molladan öğrendim.” der.


1920’li yıllarda Şapka kanunu kendisine tebliğ edildiğinde, sahip olduğu değerler ve prensiplerinden fedâkârlık edemeyeceğini söyleyip, sarığını kastederek: ''Biz bununla geldik, bununla gideriz'' diyerek üniversitedeki görevinden ayrıldı. Kırk küsur yıl boyunca kütüphaneye sarığı ve cübbesiyle müdürlük yaptı. Onun bazı akşamlar hava almak için Bayezid Meydanı'na çıktığı, devrimlerin en şiddetli olduğu anda bile, külahı ile dolaşmasına ilminden dolayı bir şey söylenmediği rivâyet edilir. Dönemin yönetimi de kendisinin kıyâfetine karışmamış hürmet göstermiştir. Zîrâ zamânın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel dahi fikren ters düştüğü halde onun ilmine ve fazlına hayrandır. Hattâ onu; “İlim ve fazîlette her devir için ölmez bir örnek şahsiyettir” diyerek takdir etmektedir.


Emekli olduğu güne kadar kendisini kütüphaneye vakfeder. Kedileri çok sevdiği için kütüphanesinin ismi “Kedili Kütüphane” olarak ünlenmiştir. Saib Hoca`nın, bazılarına göre 80, bazılarına göre ise 150 kadar kedisinin olduğu ve maaşının yarısını bu kedilerin boğazına sarf ettiği rivâyet edilir. Bu sebeple İbnülemin Mahmut Kemal İnal ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, onu, “zamanın Ebu Hureyre’si” olarak nitelendirmiştir. Mehmet Niyazi bir yazısında ondan şöyle bahseder: “Bazan dara düşer lâkin haysiyetli bir adam olduğu için herkesten para almazdı. Borç aldığı iki insandan biri Tatar ve ayakkabı tamircisi, diğeri de güvercin besleyen bir hanımdı. Bu ikisi onun sırdaşı idi. Aybaşında maaşını aldıktan sonra önce borçlarını kapatırdı.” Bu borçlanmanın sebeplerinden biri de Boğazdan, Kandilli'den, Beykoz'dan gelen ziyâretçilerin çay ve kahve ücretleridir. Zîrâ kütüphaneye gelen misafirlerin bir kısmı, içeceklerin ücretini Saib Hoca’nın üzerine yazdırır o da bu duruma hiç ses çıkarmazmış. Hattâ kahveciye şöyle dermiş: “Bunlar iyi insanlar. Ta uzaktan vapurla geliyorlar, kendilerini kütüphanede çaysız bırakmak olmaz.”

Kırk yılı aşkın bir süre çalıştığı Beyazıt Umumi Kütüphanesi’nden 1939 yılı sonlarında emekli olunca İbnülemin Mahmud Kemal’le berâber Kütüphaneler Tasnif İşleri, ardından İslâm Ansiklopedisi ilmî müşâvirliğinde bulundu. Bu sırada kendisine Lâleli’de Râgıb Paşa Kütüphanesi’nin girişindeki ilkokulun bir odası ikametgâh olarak verildi. 22 Mart 1940’ta vefât etti. Bir beyitle de ölümüne tarih düşürmüştür: “Nâil-i rahmet-i rahmân olsun / Dâhil-i ravza-i rıdvân olsun”


Katılanların şehâdetine göre; cenâzesi görülmemiş bir kalabalık tarafından kaldırılmış ve Merkezefendi’nin yanı başında yer alan, aile kabristanına defnedilmiştir. Kabri, Merkezefendi Câmi yönünden mezarlığa girildiğinde, sol kolda, 25 metre ileridedir. Mezar taşında şu ifâdeler yer alır: “Allah!../ Eski Dârülfunûn Edebiyat-ı Arabiye Müderrisi ve Bayezid Umûmî Kütüphânesi Müdirliğinden Emekli, Bayezid Dersiâmlarından, Şarkiyyât Mütehassısı Hoca İsmail Saib Sencer Burada Medfundur. / 1289-1940” Mezar taşında âlimlere mahsus sarıklı bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzünde nefis bir nesîhle şu kitâbe hâkk edilmiştir:

“Yâ Bâki.../ Okuyup hâl ile lâ havfe aleyhim nassın / Göz yumub terk-i vücud itdi veliyy-i âgâh / Âşık’a mevt visül olduğunu anlatdı / Öldüğü dem âzim’i dergâh-ı ilâh / Yazdı tarihini hasretle Muhammed sâlih / Göçdi fahr ü’l- ulemâ İsmâil Sâib ah...”


Dostları ve sevenleri tarafından ölümüne pek çok tarih düşürülmüştür. Bunlardan birisi de Melâmi Şeyhi Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolon Efendi'ye aittir. Merhûm pîrdaşı’nın vefâtına çok üzülerek, irticâlen: “Mâte Kutbu’l-ârifîn” Arapça ibâresiyle (Âriflerin kutbu öldü) ölümüne tarih düşürmüştür. Yakınında bulunan ve ona ait pek çok bilgiye başvurduğumuz İbnülemin Mahmud Kemal İnal da Saib Hoca’nın âhirete irtihâlinden sonra hakkında 30 dizelik bir manzume yazarak sonuna “Gitti İsmail Efendi cennete” (1359) mısrâsıyla tarih düşürmüştür. Kedilerle olan münâsebetini de konu edinen manzûmenin iki dörtlüğü şöyledir: “Kırk sene talim-i cihn ü marifet / Etti İsmail Efendi millete / Sahib-i hulk-i hasen bir zat idi / Layık olmuştu bihabibin hürmete / Müşkülatı hallederdi rıfk ile/ Talibi teşrik ederdi gayrete / Nazikâne hâl ü kâli bî riya/ Herkesi mecbur ederdi rağbete...”

 

 İsmail Saib Sencer Hoca, ebediyete intikalinde de muhteşem bir ders verir; vefâtı dolayısıyla “Dünya ilminin başı sağ olsun” diyerek tâziyelerini bildiren İsveç Başbakanı’nın telgrafıyla, başta dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devrin ileri gelenlerini hayretler içinde bırakır. Şahsî kütüphanesindeki kitapları, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde kendi adını taşıyan bölümde muhafaza edilmektedir.


Yeri gelmişken Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nden de kısaca söz edelim. Devlet eliyle kurulan ilk kütüphanedir. 1884 tarihinde, Beyazıt Külliyesi’nin İmaret bölümü, zamanın padişahı II. Abdülhamid’in direktifleri ile restore ettirilerek kütüphaneye çevrilmiştir. Açıldığında “Kütüphane-i Umûmî-i Osmanî” olan adı, 1961 yılında “Beyazıt Devlet Kütüphanesi” olarak değiştirilmiştir. Kütüphanecilik alanında pek çok “ilk”lerin uygulamaya konulduğu bir kurumdur. İlk cilt atölyesi ve matbaa burada kurulmuştur. 1952 tarihinde Kütüphanenin bir bölümünde “Beyazıt Çocuk Kütüphanesi” açılmış ancak sonraki yıllarda yer darlığı sebebiyle kapatılmıştır. Modern kataloglama çalışmalarına da ilk kez Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde başlanmıştır. Bu mekânda 2009 yılında bir ilk daha gerçekleşti. Tamamen sivil inisiyatifle ve Eskader öncülüğünde “Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları-Mezar Taşları Paneli” düzenlendi. Birbirinden kıymetli araştırmacı, yazar ve akademisyen bu panele konuşmacı olarak katıldı. Panelde konuşma yapmak bu fakîre de nasip oldu.


Târihî geçmişi, kitap sayısı, koleksiyonları ve derleme kütüphanesi ile Türkiye’nin en önemli kütüphanelerinden biri olma özelliğini taşıyan kütüphane, artık 7 gün 24 saat esâsına göre hizmet vererek öncü rolünü günümüzde de devâm ettiriyor. Bu gelişme kültür-sanat câmiası ve kitap dostları tarafından büyük sevinçle karşılandı. Bu vesîleyle ilgilileri tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz. Mekân konferanslara, sergilere, yazar-okur buluşmalarına, panellere ve açık oturumlara da ev sahipliği yapıyor. Bu uygulamaların diğer kütüphanelere de örnek teşkîl etmesini temennî ediyoruz. Merkezî yerlerdeki kütüphaneler fonksiyonel hâle getirilirken çevrenin de ihmâl edilmemesini, sâdece ilçe merkezlerinin değil bütün mahallelerin kütüphanelerle donatılmasını arzuluyoruz. Zîrâ mahallelerde bu açığı, internet kafeler, oyun ve eğlence merkezleri dolduruyor.


Günümüzde müşküllerimizi çözecek âlimlerin sayısı iyice azaldı. Çevremizde “ayaklı kütüphane” deyimini hakîkaten reva göreceğimiz münevverlerimizin sayısı ne kadardır? Hâfız-ı kütüp kavramının günümüzde yeri ve bir anlamı var mıdır? Hassaten kütüphane ve benzeri bilgi merkezlerinde çalışanların özenle seçilmesi gerektiğini de bu vesîleyle daha iyi idrâk etmiş bulunuyoruz. Bu gibi işler özveri, sabır ve kadirşinaslık ister. Her meslekte olduğu gibi bu meslekte de işine âşık, kendisini mesleğine adamış “vakıf insanlar” az da olsa vardır, onları ne yapıp edip arayıp bulmalı ve bu alanlarda istihdâm etmeliyiz. Evet, bu gibi meselelerimizi konuşmalı, tartışmalı, sorgulamalı ve yeni İsmail Saib Sencer'lerin ve Sabahat Varol İnsel’lerin yetişmesi için var gücümüzle çaba sarf etmeliyiz. Geleceğimiz işte buralardadır…

Eylül 2023, sayfa no: 40-41-42-43-44-45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak