O erler ki,
O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
Yıldızları tesbih tesbih çeker de.
Namazda arka saf hizasındalar.
İçine nefs sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.
Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.
Bir an yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.
Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.
Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah'ın rızasındalar.
Necip Fâzıl Kısakürek
Peygamber Efendimiz (sav)’in babasının adı Abdullah, dedesinin adı da Abdulmuttalip’tir. Abdulmuttalib’in babası Hâşim b. Abdumenâf, annesi Selmâ bint Amr en-Neccâriyye’dir. Hâşim, ticâret için gittiği Medîne’de Hazrec kabîlesinin Neccâr oğulları kolundan dul bir hanımefendi olan Selma hanımla evlendi. Mallarını Medîne’de satıp bitiremediği için Gazze’ye götürdü. Mallarını Gazze’de satıp bitirdi ama orada vefât ettiği için geri dönemedi; oraya defnedildi. Bizim Gazze sevgimiz biraz da bu sebepten dolayıdır. Peygamberimizin büyük dedesi Hâşim, orada yatmaktadır. Abdulmuttalip, Medîne’de annesinin evinde doğdu. Doğduğu zaman tepesindeki bir tutam ak saçtan dolayı kendisine Şeybe veya Şeybetülhamd ismi verilen Abdulmuttalip, yedi veya sekiz yaşına kadar Medîne’de annesinin yanında kaldı. Daha sonra amcası Muttalip, yeğenini alıp Mekke’ye getirdi. Şehre girerken Muttalib’in bindiği devenin terkisindeki çocuğu gören Mekkeliler, onu Muttalib’in kölesi zannederek kendisine ‘Abdulmuttalib’ dediler. Bir başka rivâyete göre de Muttalib’e, çocuğun kim olduğu sorulduğunda o da o anda elbisesi düzgün olmayan Şeybe’yi kölesi diye tanıtmıştır. Şeybe, Mekke’ye geldikten sonra Abdulmuttalib olarak anılmış ve böylece gerçek adı unutulmuştur. Abdulmuttalib’i amcası yetiştirdi. Muttalib yaşlandığı zaman yeğenine “babanın yerine sen lâyıksın” diyerek âilenin reisliği ile berâber rifâde (hacılara yemek yedirme) ve sikâye (hacılara su dağıtma) görevlerini yeğenine devretti. Abdulmuttalip de babası Hâşim ve büyük dedesi Kusay gibi kendini Mekke’ye, Mekkeliler’e ve Kâbe’ye vakfetti. Bu şehirde unutulmaz hizmetler yaptı.
Zemzem’in Bulunması
Abdulmuttalib’in en başta gelen hizmetlerinden biri yüzyıllardan beri kaybolmuş olan zemzem suyunu yeniden bulmasıdır. Hz. İsmâil’den sonra Mekke’nin idâresini ele geçiren Cürhüm kabîlesi ile Yemen’den gelen Ezd kabîlesinin bir kolu olan Huzâa kabîlesi arasında savaş olmuş, mağlup duruma düşen Cürhüm kabîlesi Mekke’yi terkederken zemzem kuyusunu da kapatmış ve yerini belli olmaz hâle getirmişlerdi. Değişik kuyulardan su ihtiyaçlarını gideren Mekkeliler, aradan uzun seneler geçip tehlike ortadan kalkınca Zemzem kuyusunu yeniden açmak istediler, bu sefer de yerini bulamadılar. İşte o günden beri zemzem kuyusunun yerini kimse bulamıyordu. Kusay’ın ihdâs ettiği sikâye görevini yürütenler, hacılara su dağıtmakta çok zorluk çekiyorlardı. Şimdi de bu görev Abdullmuttalib’in omuzlarındaydı. Bir gün Kâbe’nin yanında ‘el-Hicr’ denilen yerde uyurken rüyâsında kendisine zemzem kuyusunun yeri gösterildi ve orayı kazması emredildi. Kuyunun yerini kazarken yardıma çağırdığı Mekkeliler kendisine yardım etmediler; ‘boşa çalışıyor, bulamaz’ diye söylendiler. Abdulmuttalib'in bu faaliyetini başından beri gözleyen Kureyşliler, suyun artık ortaya çıkmak üzere olduğunu farkedince, büyüklerine haber verdiler. Bir müddet sonra Kureyş büyükleri, kazılan yere geldiler ve Abdülmuttalib'e, "ey Abdulmuttalib! Bu babamız İsmâil'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Bizi de bu işe ortak et." dediler. Abdulmuttalib, "Hayır, yapamam. Bu iş sâdece bana tahsis edilmiş ve aranızdan ancak bana verilmiştir." dedi. Abdulmuttalib'in bu kesin cevâbı Kureyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi. İçlerinden Adiyy bin Nevfel şöyle konuştu: "Sen yalnız bir adamsın. Tek oğlundan başka dayanacağın bir kimsen de yok; nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğmezsin?" Bu söz, Abdülmuttalib'in içini yaktı. Çünkü Kureyşliler onu kimsesizlikle küçümsüyorlardı. Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu hâliyle de belli etti. Bir müddet üzüntü içinde sustu. Sonra içini şöyle döktü: "Yâ, demek sen beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyorsun, öyle mi?" Muhâtabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, ellerini açarak yüzünü semâya doğru çevirdi ve şöyle dedi: "Yemîn ederim ki, Allah bana on erkek çocuk verirse, bunlardan birisini Kâbe'nin yanında kurbân edeceğim.”1
Abdülmuttalib'in bu sözleri hem bir duā, hem bir yemîn hem de bir adaktı. Derken Abdulmuttalib, yıllardan beri kayıp olduğu bilinen ve merâk edilen zemzem kuyusunu buldu. Kâbe civârındaki bu kuyuyu bulması, Abdulmuttalib’in hem sikâye görevini kolaylıkla yapmasını hem de Arap yarımadasında isminin iyi bir şekilde yayılmasını sağladı.
Abdullâh’ın Kurbân Edilmesi
Yıllar sonra Abdulmuttalib’in on oğlu oldu; gördüğü bir rüyâ ile de adağını yerine getirmesi hatırlatıldı. Kurban adayını belirlemek maksadıyla oğulları arasında kur’a çektirdi. Kur’a en çok sevdiği oğlu Abdullâh’a isâbet etti. Ancak, Medîneli Secah adındaki bir arrâfenin bulduğu bir çözüm ile Abdullâh’ın yerine yüz deve kurbân ederek oğlunu kurtardı. Bu hâdise, zemzem kuyusunu bularak şöhrete kavuşan Abdulmuttalib’in ismi ile birlikte oğlu Abdullâh’ın ismini de etrâfa duyurdu.
Arrâfe Secah, Abdulmuttalib’i bu sıkıntıdan şöyle bir çözüm yolu bularak kurtarmıştı: Abdulmuttalip, olup biteni olduğu gibi anlatınca kadın “Sizde bir insanın diyeti nedir?" diye sordu. Abdulmuttalip de "on deve" diye cevap verdi. Bunun üzerine kâhin kadın, şöyle dedi:
"Gidin on deve hazırlayın. Delikanlı ile on deveyi alıp ok çektiğiniz yere götürün. Bir tarafta çocuğunuz, diğer tarafta ise on deve olmak üzere ikisi arasında ok çekin. Eğer ok develere çıkarsa, develeri kurban edip çocuğu kurtarın. Yok, eğer ok çocuğa çıkarsa, her defasında develerin sayısına bir diyet miktarı daha ekleyerek Rabbiniz sizden râzı oluncaya kadar ok çekmeye devâm edin! Ne zaman ok develere çıkarsa, onları boğazlayıp kurbân edin. Bu şekilde hem Rabbinizi râzı etmiş hem de çocuğunuzu kurbân olmaktan kurtarmış olursunuz" dedi.2
Ortaya konan çâreyi uygun bulan Abdulmuttalip, sevinçten uçacak gibi oldu. Vakit kaybetmeden Mekke'ye döndü. Abdulmuttalip âilesi ve Mekke halkı da bu habere son derece sevindi. Mekke'ye dönüşünün ertesi günü Abdulmuttalib, biricik oğlu Abdullâh’ı ve on deveyi alıp Kâbe'ye gitti. Kâhin kadının tavsiyesi üzerine Abdullah ile on deve arasında kur'a çekilecekti. Abdulmuttalip sevinç içinde, ilgili şahsa "çek" dedi. Çekilen ok Abdullâh'a çıktı. Develerin sayısını yirmiye çıkardılar. Memur tekrar ok çekti; ok yine Abdullâh'ı gösterdi. Develer otuza çıkarıldı. Ok tekrar Abdullâh'a isâbet etti. Develer kırk oldu; ok yine Abdullâh'a çıktı. Elli oldu; ok Abdullâh'a çıkmakta ısrâr ediyordu. Altmış, yetmiş, seksen, doksan oldu; ok ısrarla Abdullâh'ı gösteriyordu. Sanki başka bir âlemden emir alır gibiydi. Abdulmuttalip hayret ve heyecan içindeydi. Her çekim esnâsında ellerini semâya doğru kaldırarak duā etmekten de geri durmuyordu. Nihâyet develerin sayısı yüzü buldu. Tekrar ok çekilince, merakla bakanlar derin bir nefes aldılar. Çünkü ok develere çıkmıştı. Herkes gibi Abdulmuttalib'in de gözleri sevinçle parladı. Fakat onun bu sevinci fazla sürmedi; derhal ciddîleşti. Kendisini fazla tebrîke imkân tanımadı ve şöyle konuştu: "Vallâhi, üst üste üç defa daha ok çekeceğim. Tâ ki, kalbim mutmain olsun."
Çekiliş üç defa daha tekrarlandı. Her defasında sevinç çığlıkları atılıyordu. Çünkü üç seferinde de ok develere çıkmıştı. Bu sevincini Abdulmuttalib, "Allâhü ekber, Allâhü ekber!" diyerek izhâr etti ve diz çökerek duāda bulundu. Böylece Abdullah kurbân edilmekten kurtuldu. Sevgili oğlunun kurbân edilmekten kurtulmasına son derece sevinen Abdulmuttalip, yüz devenin Safa ile Merve arasına götürülüp, yan yana kurbân edilmesini emretti. Emri derhal yerine getirildi. Kurbân edilen develerin etlerinden Mekke halkı bol bol istifâde etti. Alamadıklarını da kurtlar, kuşlar, köpekler, vahşî ve ehil bütün hayvanlar paylaştılar. O günden itibâren bir insanın diyeti, Kureyşliler ve Araplar arasında, yüz deve olarak kabûl edilme âdeti benimsendi.3 Peygamber Efendimiz de bu âdeti olduğu gibi bırakmıştır.4
Bu olaya ve neslinden geldiği Hz. İsmâil'in kurbân edilmesi teşebbüsüne işâretle Rasûlullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ben iki kurbanlığın oğluyum."5 O zamâna kadar on deve olan diyet (öldürülen bir kimsenin kan bedeli) de, bu olaydan sonra, yüz deveye yükselmiştir.6 İslâm Hukûku'nda kan bedelinin yüz deve olması, zamanla örf hâline gelen bu olaya dayanmaktadır.
Dipnotlar:
1 İbn Hişâm, es-Sîre, I, 160; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 88.
2 İbn Hişâm, es-Sîre, I, 163; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 174.
3 İbn Hişâm, es-Sîre, I, 164; Taberî, Tarih, II, 174.
4 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 89.
5 Hâkim, el-Müstedrek, II, 604, 609.
6 İbn Hişâm, es-Sîre, I, 163.
Temmuz 2025, sayfa no: 44-45-46
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak