Ara

Bedîuzzaman Said Nursî’nin Tarîkatı ve Tasavvufî Görüşleri – 5

Bedîuzzaman Said Nursî’nin Tarîkatı ve Tasavvufî Görüşleri – 5

Bedîuzzaman Said Nursî, Allâh’ın dînine adanmış zorlu bir ömür sürmüş, fikirleri ve eserleri ile sayısız kişiye dokunmuş, günümüzde dahi etki sahasını giderek arttıran âlim, ârif ve mücâhid bir zâttır. Kendisinden feyiz alan ve istifâde eden farklı alanlardaki ilim, irfan ve meslek erbâbı onun hakkında övgü ve minnet ifâde eden sözler söylemişlerdir. Konumuz tarîkat ve tasavvuf üzerine olduğundan Bedîuzzaman hakkında tarîkat erbâbının sözlerinin bir kısmını vefat târihlerine göre sıralayarak arz ediyoruz. 

Tarîkat Erbâbının Bedîuzzaman Said Nursî Hakkındaki Sözleri

Muhammed Es’ad Erbilî (ö.1931)

Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’nin talebelerinden Safranbolulu Nuri Efendi, üstâdı ziyâret etmişti. Üstâd, ona: “Ben senin yaşındayken, Kelâmî Dergâhı’nda Es’ad Efendi’yi ziyâret ederdim. Bazı meselelerde itirâz ederdim. Oradaki halîfelerden bazıları bundan gocunurlardı. Bir gün yine böyle bir şeyden sonra bana kızan bir talebesine şöyle demiş: “Said’e dokunma, dokunma...O, ilerinin İmâm-ı Rabbânîsi olacaktır.” (Salih Okur, Ulemanın Gözüyle Bedîuzzaman, Kayıhan Yayınları, s. 157)

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (ö.1942)

Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, ‘Hayatım Hatıralarım’ adlı eserinde, Elmalılı merhumdan ders almış olan Erzurum ulemâsından Mustafa Efendi’den naklen, Elmalılı Hamdi Yazır’ın şöyle dediğini naklediyor: “Bedîüzzaman berrak sular gibi temiz bir vicdâna, çok güzel bir rûha sâhip bir zât idi. İstanbul’un âlimlerinin gözü öyle bir âlim görmemiştir.” (Salih Okur, s. 142)

Alvarlı Efe Muhammed Lütfi Efendi (ö.1956)

Salih Özcan anlatıyor:

Erzurum’a gidiş târihimi kat’î hatırlamıyorum. Üstâd Emirdağı’nda idi. Yanına gittim. Erzurum’a gideceğimi söyledim. O da: ‘Mehmed Alvarlı’ya benden selâm söyleyin. Bana duā etsin. Ben onu duāma aldım, duā ediyorum’ dedi. Yanımda askerlik yapan Mehmed diye bir erimle Kasımpaşa Câmii’nin müezzini Hafız Mehmed ile birlikte gittik. Beni tanıttılar. Kulağı ağır duyuyordu. Kulağına eğilerek, ‘Üstâdın selâmı var, bana duā etsin diyor’ dedim. Efe hazretleri yaşlı ve hasta olmasına rağmen birdenbire doğruldu; ‘Bedîüzzaman bizim medâr-ı iftihârımızdır. Biz onun duācısıyız. O da bize duā etsin’ dedi. Bunu gelip Üstâd’a anlatmıştım. O da memnûniyetini izhâr etmişti. 

Süleyman Hilmi Tunahan (ö.1959)

Mehmet Fırıncı’nın bizzât şâhit olup anlattığına göre:

“Salih Özcan, İstanbul’a geldiğinde birlikte Süleyman Efendi’ye gittik. Koltuk değil ama minder de değil yüksekce bir yerde oturuyordu. Salih Özcan, Üstâdın selâmını söyleyince, Süleyman Efendi heyecanlanarak ayağa kalktı: ‘Bedîuzzaman Baba mı! Bedîuzzaman Baba mı! Akeykümüsselâm, aleykümüsselâm, aleykümüsselâm’ diyerek selâmı aldı. 

Süleyman Efendi’nin mürîdlerinden Arif Hikmet Köklü’ye āittir: “Bazı kimseler Bedîuuzzaman Said Nursî aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi hazretlerine: 'Biz Said Nursî'yi nasıl bileceğiz?' diye sordum. 'Bu Bedîuzzaman hazretleri Türkiye'de en sevdiğim zâttır' dediler. Yanından bir zât çıkıyordu, onu kastederek: 'Siz gelmeden önce bir zât gelmişti. Said Nursî hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: 'Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman Efendi’ye veriyorum' dediğini bize nakletti. Biz de o zâta dedik: 'Biz de bugüne kadar sevap ve hayır nâmına ne kazandı isek hepsini Said Nursî hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz.' Süleyman Efendi şöyle buyurdu: 'Said Nursî'ye makāmını bizzât Resûlullah vermiştir. En yüksek dereceye çıkmıştır. Hz. Allâh’ın ilhâm ettiği şekilde yazacak, onun hizmeti de öyle...' 

Ali Haydar Efendi (ö.1960)

İstanbul Fatih Çarşamba’daki Şeyh İsmet Garîbullah Efendi Dergâhı’nın son şeyhi Ali Haydar Gürbüzler Efendi’nin talebesi Mehmet Emin Saraç anlatıyor: “Ali Haydar Efendi demişti ki:Bedîuzzaman İstanbul’a ilk geldiğinde (1907) birçok ulemâ gibi ben de gittim. Kapısında ‘Burada her soruya cevap verilir, kimseye soru sorulmaz’ yazılıydı. Mutavvel’den (dersiamlık imtihanı bu kitaptan yapılırdı) çok zor bir suâl hazırladım. Tereddütsüz ve çok isâbetli, en doğru cevâbı verdi. Gördüğüm en zekî insanlardandır.” (Zafer Aydın, Hocalarımız Konuşuyor, İstanbul 2009, s. 113) 

Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî: (ö.1968)

Halîfelerinden Abdurrahman Alkış’ın naklettikleri şöyledir:

“Şeyhim, Üstâd’la gıyâben tanışıyordu. Mânen, vefât etmek üzere olduğunu hissederek, aynı gün cenâze namazına yetişmek için yola çıktı. Kendisini bir binbaşı, askerî ciple hiç kimsenin haberi olmadan cenâzeye yetiştirmek için yola çıkarmıştı. Cizre ahâlisi de Şeyh Efendi’nin kaçırıldığını düşünerek İdil’e ve Midyat’a haber verip önlerini kesmelerini istemişlerdi. Midyat’ta on binlerce kişi arabayı durdurup önlerini kesmişler. Tam bu sırada üzüntüyle Üstâd hazretlerinin vefât ettiğini mânen hissederek halka duyuran Şeyh Efendi, on binlerce kişiyle gıyâbî cenâze namazı kılmıştır.  

Ben bir gün Cizre medresesindeyken, Van taraflarından bir nur talebesi geldi.  İnâbe almak istedi (bağlanmak istedi). Şeyh Seyda Efendi bunu kabûl etmedi. Ve şöyle dedi: ‘Üstâd Bedîuzzaman kendi tarîkatının pîridir. Tarîkatının ismi Saidiyye’dir. Evrad ve ezkârı da Hizbu’l-hakâiki’n-nûriyye’dir. Sen ona devâm et.’ 

 Bir gün Üstâd Said Nursî, Şeyh Seyda’ya mektup yolladı. Mektupta şöyle diyordu:

‘Sizin dâvânızı tebrik ederim. Sizinle iki cihetle alâkadarım.’ Şeyh Seyda Efendi, mektuba büyük değer verdi. Mektup kendisine ulaşınca halîfelerini topladı. Ve ‘iki cihetle alâkadarım demekle ne demek istemiştir?” diye sordu. Halîfelerden her biri farklı cevaplar verdi. Meselâ maddî- mânevî gibi. Sonra kendisi mektubu istedi, ancak hâlinden bu cevaplardan tatmin olmadığı anlaşılmaktaydı. Ve mektubu istemekle ‘bu sırrı ancak ben anlarım’ der gibiydi. Vefâtına kadar da bu sırrı açıklamadı. Üstaddan büyük saygıyla söz eden Şeyh Seyda Efendi, kendi talebelerine de ısrarla Risâle-i Nur okumalarını tavsiye etmiştir.” (Melahat Beki, Said Nursî’nin Tasavvufi Görüşleri, MÜSBE İAD Yüksek Lisans Tezi, s. 237-238) 

Ladikli Hacı Ahmet Ağa (ö.1969)

Reşat Bey ve arkadaşı Ahmet Ağa’nın yanına giderler. Ahmet Ağa’ya Bedîüzzaman ve eserleri hakkındaki fikirlerini sorarlar. Ahmet Ağa: “Ben size onu nasıl anlatayım ki? O bizim gibi herhangi bir tarîkat silsilesine bağlı değildir. O, ne kutbü’l-aktâba ne de herhangi bir kutba bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimiz’den (sav) feyiz alır ve ona göre hareket eder. Size bir hâtıramla onun mânevî makāmını anlatayım. Bir gün Hızır (as) geldi. ‘Eskişehir’de zelzele olacak, taş üstünde taş kalmayacak. Gel, Bedîüzzaman’a gidelim ve duā etmesini isteyelim ki bu zelzele hafiflesin.’ dedi. Sonra “Berâberce gidip, Bedîüzzaman’a vaziyeti anlattık. Bedîüzzaman, “Haberim var, haberim var!” dedi. Hızır (as), “Dağlara gidip duā edelim!” dedi. Bedîüzzaman, “Ben hastayım, siz dağlara çıkıp duā edin, ben buradan duā edeceğim!” dedi. Eğer onun duāsı olmasaydı, Eskişehir’de gerçekten taş üstünde taş kalmazdı.” 

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu (ö.1984)

Lütfi Eraslan anlatıyor:

“Yunak müftüsü Süleyman Efendi bir gün Mahmûd Sâmî Üstâdımıza sormuş: “Efendim, Said Nursî hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihâda devâm etti?” Mahmûd Sâmî Üstâdımız cevâben buyurmuşlar ki: “Bir insanın Allah korkusu her tarafını ihâta ederse, sâir korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz.” 

Şeyh Molla Yahya Pakiş (ö. 2007)

Şeyh Molla Yahya Pakiş’in, Bedîuzzaman hakkındaki görüşleri şöyledir:

‘Bedîüzzaman hazretlerinin ilmi vehbîydi, yāni kesbî değildi. Vehbîydi, çünkü kesbî ilmi insan, okuyarak, çalışarak emek vererek kazanıyor. Vehbî ise, Allah bir seferde ona veriyor.  İşte bu zât, Hızır aleyhisselâmla buluşmuş ve Hızır aleyhisselâmı böyle şey bir şekilde görmüş ve Cenâb-ı Mevlâm (cc) ona bu vehbî ilmi vermis. Onun ilmi vehbîdir yāni kesbî değildir. O bir müddet de Doğu Beyazıt’ta meşhur bir zât var Şeyh Ahmed-i Hânî, onun yanında kalmış, onun türbesine çok gidip gelmiş.  İşte Bedîüzzaman Hazretleri’nin ilmi vehbi yāni Allah tarafından ihsân edilen ilimdir.’ (Melahat Meki, s. 238)

Şeyh Molla Muhammed Zâhid (ö.?)

Nakşibendi şeyhi olan Muhammed Zahit hazretleri Bedîuzzaman’a medhiye yazan şeyhlerdendir. Bedîuzzaman için yazdığı methiyesinin bir kısmı şöyledir: 

Hakîkat ilminin menbâı, irfânın sırrıdır Said
Saltanat tahtının şâhıdır Said
Malımı, canımı, çocuklarımı hepsini sana fedâ ediyorum
Çünkü şeksiz şüphesiz bilirim ki, sensin cihânın Gavsı ey Said!. 

(Şeyh Molla Muhammed Zahid, Said Nursî’ye Dair Yazılan Medhiye ve Mersiyeler, Derleyen: Zeynelabidin Âmedî, Diyarbekir Matbaası, s.17-18)

Ekim 2025, sayfa no: 74-75-76-77

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak