Risâlelerinde elliye yakın tasavvuf büyüklerinden nakiller yapan Bedîuzzaman, eserlerinde her zaman hakîkî tarîkat mürşid ve mürîdlerinden övgüyle bahsetmiş, hayâtı boyunca onlara hürmet ve muhabbet göstermiş ve kendilerini sık sık ziyâretlerde bulunmuştur. Çocukluğunda âdet hâline getirdiği bir davranışını şöyle anlatmaktadır:
“Ben sekiz-dokuz yaşında iken bütün nâhiyemiz ve etrâfındaki ahâlî Nakşî tarîkatinde idiler. Oraca meşhur Gavs-ı Hîzân nâmıyla bir zâttan istimdâd ediyorlardı. Ben akrabâma ve umum ahâlîye muhālif olarak ‘Yâ Gavs-ı Geylânî!’ derdim. Çocukluk itibâriyle, elimden ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, ‘Yâ Şeyh! Sana bir Fâtiha, sen benim bu şeyimi buldur’ derdim. Acîbdir ve yemîn ediyorum, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duāsıyla imdâdıma yetişmiştir. Onun için bütün hayâtımda umûmiyetle Fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuş isem, Zât-ı Risâlet’ten (sav) sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediyordum. Ben üç-dört cihetle Nakşî iken, Kādirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyârsız hükmediyordu. Fakat tarîkatle iştigāle ilmin meşgûliyeti mâni oluyordu…” (Sekizinci Lem’a, 145)
- Bedîuzzaman Said Nursî Üveysîdir ve Kādirî Tarîkatına Bağlıdır
Bedîüzzaman’ın eserlerinde, rûhânî himmet ve tasarrufunu gördüğünü belirttiği mutasavvıflar arasında Şeyh Abdulkādir Geylânî, İmâm-ı Rabbânî, İmâm-ı Gazâlî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri gibi önemli zâtlar vardır. Söz konus zevât-ı kirâm arasında ‘birinci üstâdım’ dediği Abdülkādir Geylânî’ye (ks) bağlılığı ise çok farklıdır. 1894 yılında on yedi yaşında Tillo’da iken, Abdülkādir Geylânî (ks), rüyâsında Bedîuzzaman’a hitâben “Molla Said! Miran Aşîreti Reisi Mustafa Paşa’ya gidiniz, kendisini tarîk-i hidâyete dâvet ediniz, yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emr-i mârufa müdâvim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz!” diye emreder. Bedîuzzaman kalkar, hemen hazırlanır, kılıcını kuşanır ve Mustafa Paşa’nın kaldığı yere gider. Kendisine rüyâda gördüğü şekilde hareket eder ve adamlarının arasında ona: “Dinlemezsen seni öldüreceğim” der…. Olay, Mustafa Paşa’nın hâlini düzeltmesi ve namaza başlaması ile netîcelenir. (Kasımî, s.80-83) Bedîuzzaman’ın, Abdülkādir Geylânî’ye (ks) bağlılığı bu derece net ve kesindir.
Peygamberimiz (sav) zamânında Yemen’de yaşayan ve müslüman olan Üveys el-Karanî, Peygamberimiz ile görüşememiş lâkin kendisi tarafından mânen yetiştirilmiştir. Peygamberimiz’den (sav), Veysel Karanî’den, Hızır’dan (as) veya bir mürşidden rûhânî yolla yetişen kişilere ‘Üveysî’, bu metoda da ‘Üveysîlik’ denilmektedir. İbrâhim b. Edhem, Bâyezîd-i Bistâmî, Ebu’l-Hasan el-Harakānî, Bahâeddîn Nakşibend, Ahmed Fakîh (ks) gibi birçok zevât-ı kirâm üveysîdir. Bedîuzzaman, üveysî olarak Abdülkādir Geylânî hazretlerinden hakîkat dersini aldığını şöyle ifâde etmektedir: “Zâten ben üveysî bir sûrette doğrudan doğruya hakîkat dersimi Gavs-ı A‘zam’dan (ks) ve Zeynelābidîn (ra) ve Hasan (ra), Hüseyin (ra) vâsıtasıyla İmâm-ı Alî’den (ra) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz dâire onların dâiresidir (Emirdağ Lâhikası, 114).” Bedîuzzaman’ın üveysî olarak ders aldığını ifâde ettiği zevât-ı kirâm Kādirî Tarîkatı silsilesinde olan kişilerdir.
Abdülkādir Geylânî’den (ks) üveysî olarak ders alan Bedîuzzaman, Risâlelerinin pek çok yerinde kendisinin, Abdülkādir Geylânî’nin (ks) talebesi veya şakirdi olduğunu değil, onun mürîdi olduğunu ve evrâdını muntazaman okuduğunu bizzat ifâde etmektedir. Konu hakkında, herhangi bir yoruma gerek kalmadan, Bedîuzzaman’ın, Abdülkādir Geylânî’nin 28 beyitlik kasîdesinin 23 ilâ 27nci beyitleri ile Sikke-i Tasdîk-i Gaybî/Sekizinci Lem’a adlı eserinde yaptığı tercüme ve şerhin tek başına yeterli olacağı kanâatindeyiz.
Bedîuzzaman’ın, Abdülkādir Geylânî’ye (ks) āit beş satırlık kasîdeye yaptığı tercüme ve şerhi şöyledir:
تَوَسَّلْ بِنَا ف۪ي كُلِّ هَوْلٍ وَشِدَّةٍ ٭ اَغ۪يثُكَ فِي الْاَشْيَٓاءِ دَهْرًا بِهِمَّت۪ي
“Her tehlike ve sıkıntıda bizimle tevessül et. Himmetimle her şeyde her zaman sana yardım edeyim.”
اَنَا لِمُر۪يد۪ي حَافِظًا مَا يَخَافُهُ ٭ وَاَحْرُسُهُ ف۪ي كُلِّ شَرٍّ وَفِتْنَةٍ
“Ben mürîdimi korktuğu her şeyden muhâfaza ederim. Onu her kötülük ve fitneden korurum.”
“On dördüncü asırda ‘el-Kürdî’ lakabıyla yâd edilen ‘Molla Saîd’ benim mürîdimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden Allâh’ın izniyle ve havl ve kuvvetiyle onun muhâfızıyım.” Evet, Hürriyetten yirmi-otuz sene sonraya kadar yirmi fitne-i azîme içinde, fevkalâde bir sûrette Gavs’ın o mürîdi mahfûz kalmıştır. Korktuğu şer ve mehâlikten bir hıfz-ı gaybî ile fevkalme’mûl kurtulmuştur.’’
مُر۪يد۪ٓي اِذَا مَا كَانَ شَرْقًا وَمَغْرِبًا ٭ اَغِثْهُ اِذَا مَا سَارَ ف۪ٓي اَيِّ بَلْدَةٍ
“Mürîdim şarkta ve garbda olduğu zaman; herhangi bir ülkeye gittiğinde ona yardım ederim.”
“O Gavs’ın mürîdi olan Saîdü’l-Kürdî, Rusya’da esâretle Asya’nın şark-ı şimâlîsinde ve ehl-i bid‘anın eliyle Asya’nın garbına nefy olarak kaldığı müddetçe, Sibirya taraflarından firâr edip âdetin fevkinde çok bilâdı seyir ve seyahat etmeye mecbur olduğu zaman, Allâh’ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdâd etmişim. Ve istimdâdına yetişmişim.” Evet, Hazret-i Gavs’ın ‘Mürîdî’ ünvânıyla irâde ettiği Said, üç sene esâretle Asya’nın şark-ı şimâlîsinde mehâlik içinde mahfûz kalıp, üç-dört aylık mesâfeyi firâr etmek sûretiyle kat‘ ederek, çok şehirleri gezip Gavs’ın dediği gibi mahfuz kalmıştır.”
فَيَا مُنْشِدًا نَظْم۪ي فَقُلْهُ وَلَا تَخَفْ ٭ فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ
“Ey benim nazmımı okuyan! Onu söyle ve korkma! Çünkü şüphesiz sen inâyet gözüyle korunmaktasın.”
“Gavs-ı A‘zam, ‘Bedîüzzaman Molla Said’ nâmıyla yâd olunan ve evrâd-ı muntazamasını muntazam okuyan mürîdine der ki: “Benim nazmımı, yāni meslek ve meşrebimi ve mücâhedâtımı gösteren makālâtımı söyle. Yāni nazmımdan murâd, senin risâlelerindir ve Sözlerin ve Mektubâtındır. فَقُلْهُ وَلَا تَخَفْ Bin üç yüz otuz ikide (m. 1914) o Sözler ile mücâhedeye başla. Sen inâyet-i İlâhiye’nin hıfzındasın.” Evet, مُنْشِدًا ilm-i cifir ile Molla Said Bedîüzzaman’ı gösterdiği gibi, نَظْم۪ي Risâletü’n-Nûr’u gösterir. (ض) ile olsa, هُوَ مَكْتُوبَاتِكَ hem كَلِمَاتُ سَع۪يدِ الْكُرْدِيِّ yi gösterir. Kelimât, sözler demektir. فَقُلْهُ وَلَا تَخَفْ bin üç yüz otuz ikiyi (m. 1914) gösterir. O târih, mebde’-i cihâdıdır. O târihte İşârâtü’l-İ‘câz Tefsîri’nin neşriyle mücâhedeye başlamıştır.
Hazret-i Şeyh-i Geylânî, (ks) hizmet-i Kur’âniyye’ye nazar-ı dikkati celb etmek ve o hizmet-i Kur’âniyye âhir zamanda dağ gibi büyük bir hâdise olduğuna işâret etmek için, -şu hizmette istidâd ve liyâkatimin pek fevkinde bulunması ve fedâkâr çalışkan kardeşlerimle çalıştığımıza, fazîlet noktasından değil de, belki sebkatiyet noktasından- kerâmetkârâne ismimi bir derece göstermesi, beni epey zamandan beri düşündürüyordu. “Acaba bunun izhârında mânevî bir zarar bana terettüb eder mi? Bir gurur, bir hodfurûşluk getirir mi?” diye sekiz-on senedir üzerinde tevakkuf ettim. Bugünlerde izhârını bir ihtâr ile hissettim. Hem kalbime geldi ki: “Hazret-i Şeyh bana bir pâye vermiyor, belki Said isminde bir mürîdim hem bir hizmette bulunacak hem fitne ve belâlardan izn-i İlâhî ile ve Şeyh’in duāsıyla ve himmetiyle mahfûz kalacak.”
وَكُنْ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ مُخْلِصًا ٭ تَع۪يشُ سَع۪يدًا صَادِقًا بِمَحَبَّت۪ي
“Muhlis olarak Allah için vaktin Abdulkādir’i ol. Benim muhabbetimle Said ve sâdık olarak yaşarsın.”
“Ey Said! Sen zamânın Abdülkādir’i ol. İhlâs-ı tâmmı kazan. Fakirliğinle berâber maîşetini düşünme. Nâsdan minnet alma. İsmin Said olduğu gibi, maîşette de mesud olacaksın. Muhabbetimde sâdık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulûsî gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman ve Bekir gibi sâdık hizmetkârlar ve Sabrî gibi tam takdîr edici ve ciddî müştâk talebeler size verilmiş.” Evet, lillâhilhamd, Gavs’ın sarâhat derecesinde ihbâr ettiği hâl vukû bulmuştur. Gavs-ı A‘zam, ‘Said’ nâmıyla tesmiye ettiği mürîdinin târîhçe-i hayâtında en mühim noktaları beyân etmekle beraber, ilm-i cifir esrârıyla sekiz-dokuz cihette, Said’in başına parmağını basıyor. Beyitlerin mânâ-yı zâhirîsiyle mânâ-yı cifrîsi birbirine çok yakın olmakla dokuz vecihteki işâretler birbirini te’yîd ettiğinden, sarâhat derecesine çıkmıştır.”
Bedîuzzaman, ‘Kerâmet-i gaybiye-i Gavsiyenin işârâtını te’yîd eden üç remiz’ bölümünde ise şu ifâdelere yer vermektedir: “Demek Hazret-i Gavs, “Bu târihte, istikbâlde gelecek mürîdimi emr-i İlâhî ile muhâfaza edeceğim” diyor…”; “Demek Cenâb-ı Hakk o kudsî üstâdımı, bir melâike-i sıyânet gibi bana muhâfız kılmış…”; “مُر۪يد۪ٓي اِذَا مَا كَانَ شَرْقًا وَمَغْرِبًا ٭ اَغِثْهُ اِذَا مَا سَارَ ف۪ٓي اَيِّ بَلْدَةٍ fıkrasında bahsettiği ve konuştuğu mürîdinin şarka esâreten gittiği târihi gösterdiği gibi, garba nefiy olunduğu târihi de gösteriyor. Bin üç yüz on dört (m. 1896) senelerinde mevzû‘-u bahis olan mürîdi mühim vartadan kurtulmasına Gavs işâret ediyor. “Onun imdâdına yetiştim” diyor…” (Saîdü’n-Nûrsî, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, 153-155)
Bedîuzzaman’ın, Abdülkādir Geylânî’nin (ks) mürîdi olduğunu kendi talebeleri de şöyle ifâde etmektedirler: ‘İşte Risâle-i Nûr’un bir hâdimi ve tercümânı olan üstâdım, Allâh’ın abdi, İmâm-ı Alî’nin (ra) mânevî veledi ve Gavs-ı Âzam’ın (ks) mürîdidir…’ (Zülfikar, 371, Hasan Feyzi)
‘…Hazret-i Rasûl Aleyhi’s-salâtü Ve’s-selâm’ın mânevî nesl-i şerîfi ve İmâm-ı Alî Kerremallâhü Veche’nin mânevî hafîdi ve Hazret-i Gavs-ı A‘zam Şâh-ı Geylânî radıyallâhü anh’ın mürîdi…’ (Emirdağ Lahikası, 28, M. Sadık)
Ağustos 2025, sayfa no: 70-71-72-73
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak