Ara

Bedîuzzaman Said Nursî’nin Tarîkatı ve Tasavvufî Görüşleri -2 Dr. Necmi Atik

Bedîuzzaman Said Nursî’nin Tarîkatı ve Tasavvufî Görüşleri -2 Dr. Necmi Atik

Said Nursî’de olduğu gibi her insanda eğitim hayâtının temelleri âile ortamında atılmaktadır. Her alanda, kişinin üzerinde en fazla etki ise şüphesiz anne ve babaya āittir. Bedîuzzaman da mânevî ders aldığı ilk hocasının annesi olduğunu şöyle ifâde etmektedir:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tâzeler gibi, merhum vâlidemden aldığım telkînat ve mânevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdetâ maddî vücûdumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sâir derslerimin o çekirdekler üzerine binâ edildiğini, aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve rûhuma merhum vâlidemin ders ve telkînâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakîkatler içinde birer çekirdek-i esâsiye müşâhede ediyorum.” (Lem’alar, 24.)

Said Nursî’nin annesi Şefika Nuriye hanım, babası Mirza Efendi, kardeşleri Hanım (ö.1945), Molla Abdullah (ö.1914), Molla Muhammed (ö.1951), Molla Abdülmecid (ö.1967), Duriye Hanım (ö.?) ve Mercan Hanım (ö.?) olmak üzere âilenin hepsi Nakşî tarîkatına bağlı idiler. Baba ve annesinin Şeyh Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’ye, abisi Molla Abdullah’ın hocası ve şeyhi, Tağ Köyü’nde medresesi bulunan Şeyh Seyda Abdurrahmân-ı Tâğî'nin oğlu ve Şeyh Fethullah Verkanisî’nin halîfesi Şeyh Muhammed Ziyâeddîn'e bağlı oldukları bilinmekte olup, diğer kardeşlerin bağlı olduğu şeyhleri ile alâkalı herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Said Nursî, konu hakkında şu ifâdelere yer verir: “Ben üç-dört cihetle Nakşî iken, Kādirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyârsız hükmediyordu…” (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî)

  1. Bedîuzzaman’ı Yetiştiren Tarîkat Şeyhleri

Said Nursî’nin yetişmesinde ve kemâle ermesinde tamâmen tarîkat ehlinin emekleri ve nazarları vardır denilebilir. O, ilim ve irfânı bizzat tedrîs ettiği meşâyıh-ı kirâmdan Şeyh Seyyid Nur Muhammed Arvâsî (ö. 1870), Şeyh Nureddin (ö.?), Şeyh Seyyid Abdurrahman Tâğî (ö.1886), Şeyh Seyyid Fehim Arvâsî (ö.1895), Şeyh Seyyid Muhammed Küfrevî (ö.1898), Şeyh Fethullah Verkanisî (ö.1899), Şeyh Muhammed Emin Efendi (ö.1908), Şeyh Muhammed Celâlî (ö.1914), ve üveysî olarak istifâde ettiği Hazret-i İmam Ali (ra), Zeynelâbidîn (ra), Hz. Hasan (ra), Hz. Hüseyin (ra), Gavs-i Âzam Şeyh Seyyid Abdülkādir Geylânî, İmam Rabbânî, Huccetullâhi’l-İslâm İmam Gazâlî, Şeyh Ahmed Hânî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî’ye Risâle-i Nûr’un muhtelif bölümlerinde yer vermekte, sık sık kendilerinden çok istifâde ettiğini belirtmektedir. 

Said Nursî, şeyhlerine ve mürşidlerine olan muhabbet ve hürmetini Barla Lâhikası ve Şualar’da şöyle ifâde etmektedir:

Otuz üç adet sözlerin, otuz üç adet mektûbâtın mecmûuna Risâletü’n-Nûr nâmı verilmesinin sırrı şudur ki: Bütün hayâtımda ‘Nur’ kelimesi her yerde bana rastgelmiş. Ezcümle: Karyem/Köyüm Nurs’tur. Merhum vâlidemin ismi Nure/Nuriye’dir. Nakşî üstâdım Seyyid Nur Muhammed’dir. Kādirî üstâdım Nureddin. Kur’ân üstadlarımdan Nuri. Talebelerimden benimle en ziyâde alâkadarı Nur isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyâde izah ve tenvîr eden Nur misâlidir. Kur’ân-ı Hakîm’deki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meşgûl eden ‘Allâhu nûru’s-semâvâti ve’l-arz’ âyetidir.  Hem hakâik-i İlâhiyede müşkîlâtımın ekserîsini halleden Esmâü’l-Hüsnâ’dan ‘Nur’ ism-i nûrânîsidir. Hem Kur’ân’a şiddet-i şevk ve inhisâr-ı hizmetim için husûsî imâmım Zinnureyn’dir.’

Said Nursî, konuyla alâkalı Emirdağ Lâhikası’nda ise duygularını şöyle dile getirir:

“… Şimdi bir ihtâr ile kat’î kanâatim geldi: O talebe arkadaşlarım, o üstadlarım hükmünde hocalarım, o mürşidlerim, evliyâ ve şeyhlerim; bir hiss-i kable’l-vukû ile rûhu hissedip …”

Said Nursî’nin o “…üstadlarım hükmünde hocalarım, o mürşidlerim, evliyâ ve şeyhlerim..” dediği mübârek zâtlardan vefat târihleri sıralamasına göre kısaca bahsedelim:

a. Şeyh Seyyid Nur Muhammed Arvâsî (ö. 1870)

Seyyid Nur Muhammed Hizan'ın Gayda köyündeki tekkesiyle Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Nakşî tarîkatının Hâlidiyye kolunun yayılmasına hizmet etmiş ve Şeyh Seyyid Abdurrahmân-ı Tâği'nin de hocası olan Gavs-ı Hizan Şeyh Seyyid Sıbgatullah Arvâsî'nin oğlu olup "Hizan Şeyhi" olarak bilinir. Said Nursî, aynı zamanda medrese müderrisi de olan Şeyh Seyyid Nur Muhammed Efendi’den Nakşî tarîkatı dersini almış ve kendisinden medrese tahsîli görmüştür. Bir hâdiseden sonra, Şeyh Seyyid Nur Muhammed kendisine: “Sen benim talebemsin, kimse sana ilişemez” dediği için ‘Şeyh Talebesi’ olarak anılmıştır. Said Nursî, onun için “Nakşî üstâdım Seyyid Nur Muhammed” demektedir. Said Nursî’nin babası Mirza Efendi’nin şeyhi de Şeyh Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’dir.

b. Şeyh Nureddin (ö.?)

Said Nursî’nin Barla Lâhikası’nda ‘Kādirî üstâdım Nureddin’ diye adını zikrettiği zât-ı mübârek hakkında herhangi bir belge ve bilgiye ulaşılamamıştır. Şeyh Nureddin b. Cebbâr’ı (ö.1850), Said Nursî’nin Kādirî şeyhi Şeyh Nureddin ile karıştırmamak gerekir. Zîrâ Şeyh Nureddin b. Cebbâr, Said Nursî doğmadan önce vefât etmiştir. 

c. Şeyh Seyyid Abdurrahman Tâgî (ö.1886)

Nakşîbendî Hâlidî şeyhi olan Şeyh Seyyid Abdurrahman Tâgî, Said Nursî’nin babası Mirza Efendi’nin de bağlı olduğu Nakşîbendî Hâlidî şeyhi Şeyh Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’nin halîfelerindendi. Şeyhi Sıbgatullah Arvasî’nin, Mirza Efendi’nin soyundan gelecek kutlu kişiyi müjdelediğini biliyor ve kendisi de Nurs köyünden medresesine gelen ve aralarında Said Nursî’nin de bulunduğu talebeler için: ‘Bu Nurslu talebelere iyi bakın! Bunlardan biri dîn-i mübîn-i İslâm’ı ihyâ edecek. Fakat hangisidir, ben de bilmiyorum’ derdi. Abdülkadir Badıllı’nın, Bedîuzzaman Said Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı kitabının 1. Cilt, 64-65. sayfalarında şu rivâyete yer verilmektedir: 

“Bediüzzaman Hazretleri henüz küçük bir talebe iken, Nurşin köyüne birkaç kez geldiği gibi, bir defasında yine Nurşin'e gelmekte iken, Seyda Hazretlerinin ânîden divangâhından kalkarak, Nurşin köprüsüne doğru yürüdüğünü görürler. Bazı halîfeleri de Seyda’nın arkasına düşerler. Görürler ki, uzaktan bir çocuk geliyor. Seyda Hazretlerinin o çocuğa doğru yürüdüğünü görürler. Sonra Seyda o çocuğun yanına gidip, elinden tutar, köye getirir. Berâber divana gelirler. Ve Seyda emreder: 'Divanda kimse kalmasın.' Seyda Hazretleri küçük Said ile uzun müddet yalnız kalırlar. Bazıları anahtar deliğinden bakmaya cesâret eder, görürler ki Seyda Hazretleri diz çökmüş, gözleri yumuk, murâkabe hâlinde... Küçük Said ise, ayakta sapsarı kesilmiş, elpençe durur vaziyettedir. Sonra Seyda Hazretleri kapıları açar, talebeler divana gelirler. Seyda Hazretleri cemâate der ki: Merâk ettiğinizi biliyorum. Meseleyi anlatayım: “Cenâb-ı Hak bu çocuğa ilim merhalelerini tayy ettirdiği gibi mâneviyâtı da ona öyle tayy buyurmuştur.” 

d. Şeyh Seyyid Fehim Arvâsî (ö.1895)

Nakşî Hâlidî Şeyh Seyyid Tâhâ’l-Hakkârî’nin halîfelerinden ve Şeyh Seyyid Abdülhakim Arvâsî’nin mürşidi olan Şeyh Seyyid Fehim Arvâsî hakkında Said Nursî, Kastamonu Lâhikası’nda şu ifâdelere yer vermektedir: ‘…benim silsile-i ilimde en mühim üstâdım olan Şeyh Fehim kuddise sirruhu…

e. Şeyh Seyyid Muhammed Küfrevî (ö.1898)

Nakşî Hâlidî Şeyh Seyyid Tâha’l-Hakkârî’nin halîfelerinden ve Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin şeyhi olan Şeyh Seyyid Muhammed Küfrevî için Said Nursî Barla Lâhikası’nda şöyle demektedir: ‘‘…Silsile-i ilmiyede bana en son ve en mübârek dersi veren ve haddimden çok ziyâde şefkatini gösteren Küfrevî kuddise sirruhu …’’. Şeyh Seyyid Muhammed Küfrevî’nin, Said Nursî’ye ezberden verdiği son ders şöyledir: 

الحمد لله الذی قدر مقادیر الاشیاء بقدرته و صور تصاویر الاشکال بحکمته ؛ و الصلاة علی محمد محیط مرکزه دائرة النبوة و علی اله حبیب کسوة الفتوة و المروة ما دارت علی سطوح الافلاك النجوم وما سارت فی زوایا الغبراء الغیوم.

Mânâsı: “Hamd, yıldızlar göklerin yüzeyinde döndüğü, bulutlar yeryüzünün etrâfında gezdiği müddetçe, kudretiyle varlıkların miktarlarını/ölçülerini takdîr eden ve şekillerin sûretlerini hikmetiyle tasvîr eden Allâh’a; salât, nübüvvet dâiresinin merkezini ihâta eden/kuşatan Muhammed’e (sav) ve mürüvvet ve fütüvvet/yiğitlik kisvesinin sevgilisi olan âline/âilesine ve ashâbına olsun/devâm etsin.” 

f. Şeyh Fethullah Verkanisî (ö.1899)

Nakşî Hâlidî Şeyh Seyyid Abdurrahman Tâgî’nin dâmâdı en mühim talebesi olan Şeyh Fethullah Verkanisî, Bitlis’te ilk icâzetini Said Nursî’nin ağabeyi Molla Abdullah’a vermiştir. Said Nursî, Şeyh Fethullah Efendi’nin Siirt’teki medresesine gittiğinde Şeyh Fethullah Efendi ona: “Geçen sene Suyûtî okuyordunuz, bu sene Molla Câmi’yi mi okuyorsunuz?” diye sorar. Said Nursî: “Evet, Câmi’yi bitirdim” der. Şeyh Fethullah medresede okutulan hangi kitabı sorarsa “Bitirdim” cevâbını alır ve hayrette kalır. Said Nursî “…Emrederseniz, söylediğim kitaplardan beni imtihân ediniz” der. Şeyh Fethullah Efendi hangi kitaptan sorarsa güzelce cevâbını verir. Bunun üzerine Şeyh Fethullah Efendi “Pekâlâ, zekâda hârikasınız, fakat hıfzınız nasıldır? Makāmât-ı Harîriye’den birkaç satırını iki defa okumakla hıfzedebilir misiniz?” diyerek kitabı uzatır. Said Nursî, kitabı alır, bir yaprağını bir defa okumakla hıfzeder ve ezbere okur. Şeyh Fethullah Efendi “Zekâ ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nadirdir” diyerek hayrette kalır ve kendisine ‘zamânın hârikası’ anlamında ‘Bedîuzzaman’ lakabını verir. 

g. Şeyh Muhammed Emin Efendi (ö.1908)

Said Nursî, Bitlis’te Şeyh Muhammed Emin Efendi’nin medresesine giderek, iki gün kadar dersinde bulundu. Şeyh Muhammed Emin Efendi kendisine ilim kisvesine girmesini teklîf edince: “Ben henüz sinn-i büluğa vâsıl olmadığımdan, muhterem bir müderris kıyâfetini kendime yakıştıramıyorum. Ve ben bir çocuk iken nasıl hoca olabilirim?” diyerek bu teklîfi kabûl etmedi.  Şeyh Muhammed Emin Efendi, 1900 yılında İstanbul’a geldiğinde II. Abdülhamid Han tarafından merâsimle karşılanmış ve kendisiyle husûsî sohbetleri olmuştu.

h. Şeyh Muhammed Celâlî (ö.1914)

Said Nursî, 1892 yılında 14 yaşında iken Erzurum’a bağlı Doğu Bayezit’e gitmiş ve orada Şeyh Muhammed Celâlî’den medrese derslerini tamamlayarak icâzet almıştır. Dâru’l-hikmeti’l-İslâmiye’ye âzâ olarak girişinde, “Muhammed Celâlî Efendi’den aldığım icâzetnameyi, Ruslara esîr olduğum zaman zâyi ettim” diye beyân etmiştir.

Şeyh Muhammed Celâlî’nin oğlu Sıddık Efendi’den torunu İbrâhim Bey, babasından naklen şöyle anlatıyor: “Pe­de­ri­min ba­na an­lat­tık­la­rı­na gö­re, Be­dîüz­za­man Haz­ret­le­ri ge­ce­le­ri or­ta­dan kay­bo­luyor­muş. Di­ğer ta­le­be­ler bu­nu de­de­me sor­muş­lar: ‘Ho­cam! Said ge­ce­le­ri kay­bo­lu­yor, bu hoş bir şey de­ğil; aca­ba ne­re­ye gi­di­yor?’ Mü­bâ­rek de­dem Şeyh Meh­met Ce­lâ­lî, ta­le­be­le­re bi­raz sert­çe çı­kı­şa­rak, ‘Si­zin Said’le hiç­bir alâ­ka­nız yok, ona ka­rış­ma­yın!’ di­yor. Bu­na rağ­men dedem iki ta­le­be tâyin edi­yor, ‘Said’i ge­ce tâ­kip edin, ne­re­ye gi­di­yor ba­kın; ama piş­mân ola­caksı­nız!’ di­yor."

“O iki ta­le­be giz­li­ce sak­la­na­rak Said’i tâkip edi­yor­lar, ba­kı­yor­lar ki mü­bâ­rek Mol­la Said, Şeyh Ahmed Hânî’nin kab­ri­ne gi­di­yor ve tâ­kip eden­ler bir ses­ler işi­ti­yor­lar ‘Evet ho­cam, evet hocam!’ di­ye, o ta­le­be­ler Mol­la Said’in Hânî Ba­ba’dan ders al­dı­ğı­nı bu­ra­da du­yu­yor­lar. Son­ra ba­ba­mın an­lat­tı­ğı­na gö­re bu iki ta­le­be ge­ri dö­nü­yor­lar, ama renk­le­ri, be­niz­le­ri at­mış, ne­redey­se dü­şe­cek hal­de ge­ri ge­li­yor­lar. ‘Böy­le böy­le ol­du; Said, Hânî Ba­ba’dan ders alı­yor.’ di­ye me­se­le­yi an­la­tı­yor­lar. De­dem, ‘Ben si­ze de­miş­tim, si­zin Said’le işi­niz yok, ona ka­rış­ma­yın.’” 

Sa­bah olu­yor, de­dem ta­le­be­le­re ders ve­rir­ken, Said’e ‘Şu şu ki­tap­la­rı ge­tir.’ di­yor. Ba­kıyor­lar ki Mol­la Said ge­len bü­tün ki­tap­la­rı hal­let­miş, bi­tir­miş... Di­yor: ‘Said ar­tık se­nin be­nimle işin bit­ti, ben se­nin icâ­ze­ti­ni ve­re­ce­ğim, çık git.’ ‘Yok!’ di­yor Mol­la Said, ‘Be­nim üç ay­lık müd­de­tim var, üç ayı ta­mam­la­yıp on­dan son­ra gi­de­ce­ğim.’ Ni­te­kim üç ayı ta­mam­la­dık­tan son­ra Si­irt, Bit­lis tarafları­na gi­di­yor." (Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor, I)

Temmuz 2025, sayfa no: 74 – 77 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak