Kısa süre önce Rus uçaklarının Türk sınırına tecâvüz ederek vurduğu ve Rus uçağının düşürülmesiyle bütün dünyânın dikkatinin çevrildiği Bayırbucak Türkmen bölgesini görev yaptığım yıllarda birkaç defa gezme imkânı buldum. O yiğit insanların nasıl bir Türklük bilincine sâhip olduklarını, nasıl bir Türkiye sevdâlısı olduklarını yakından gördüm. Türkmenler “Biz ibâdet ederken yönümüzü kıbleye döner, sırtımızı Türkiye’ye yaslarız” derler. Onlar için Türkiye şevk ve ilham kaynağıdır.
Yaşanan olaylarla kamuoyunun gündemine oturan Türkmen adının sözlük ve terminolojik tanımlamalardan tamâmen farklı olduğunu öncelikle belirtmek gerekir. Bu söz güncel anlatımla Türk’üm ben demektir. Yâni Men Arap, Acem değil; Men Türk demektir. Türkmen. Mensup olduğu millet adının daha kuvvetli vurgulanmasıdır. Bu bakımdan bâzı yorum ve eleştirilerde görüldüğü üzere Türk ve Türkmen sözlerine ayrıştırıcı bir anlam yüklenemez.
7.Yüzyıldan itibâren bölgede görülmeye başlayan Türkmen akıncıları, 10. ve 11. Yüzyıllarda dalga dalga gelerek Halep, Şam, Humus, Rakka ve Lazkiye bölgelerine yerleştiler. 1. Haçlı seferine katılan bir papaz Antakya civârındaki savaştan sonra 11 Ekim 1098 tarihinde “Her yerde Türkler” şeklinde not düşmüştü günlüğüne. Bir başkası “Kendilerine Türk diyen karınca sürüsü gibi insan kaynıyor” diye yazacaktı Kudüs’e giden yollarda.
Bu Türkmen oymakları 1078 yılında Suriye Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna dayanak oluşturdular. Lazkiye Türkmenleri de denen Bayırbucak Türkmenleri, Yayladağı ilçe sınırlarında bulunan ve piramit şeklini andıran, yüksek olduğu için tepelerinde ağaç bitmeyen, adını da buradan alan Kel Dağ’ın hemen güneyinden başlar ve Lazkiye’ye kadar uzanır. Köy ve kasabaları Türkmen dağı ve çatışmalarda sürekli el değiştiren Kızıldağ eteklerine yayılmıştır.
Uçak ve füzelerle alçakça yapılan azgın ve yayılımcı Rus saldırganlığının sonuçları, yaşlı, kadın, çocuk tüm sivil Türkmenler üzerinde kendini göstermektedir. Bugün Rusların yaptığı katliâm için “bana kimse seslenmesin” dediği bu topraklar 14 asırdan beri Türk yurdudur. Daha da önemlisi Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 târihinde imzâlanan Ankara Antlaşması’nın 7.maddesi uyarınca Suriye Türkmenleri Türkiye’nin garantörlüğü altındadır.
Osmanlı kayıtlarında “Halep Türkmenleri” olarak geçen Türkmenler, o dönemlerde Hac yollarının güvenliğini temin eden en önemli unsurlardı. Ayrıca bölge şiirleriyle, türküleriyle, folkloruyla Anadolu’nun beslendiği kültür kaynaklarından biridir. Rahmetli ninem bize masal anlatmaya başlarken “Halep yolu Şam’a gider, içinde maymun gezer, maymun beni korkuttu, sağ kulağını sarkıttı…” şeklinde süregiden uzun bir tekerleme söylerdi.
Devletin bir kurumu birkaç Bayırbucak Türkmen’ini gizli bir görevde kullanır. Başka bir kurum görevlileri bu kişileri yakalar. “Kendi canımızdan vazgeçtik. Suriye devleti bizimle berâber âilelerimizi de katleder.” şeklindeki yakarmalara rağmen bu kişiler kendileriyle birlikte âilelerinin ölümü pahasına baba Esad rejimine teslim edilmek istenir. O günkü aymazlık karşısında tüm meslekî riskleri göze alarak sorumluluğu üstlendim ve bu insanların topraklarına güvenli bir şekilde ulaşmalarını sağladım.
1400 yıldan beri yaşadıkları topraklarında canlarıyla, mallarıyla bizim arkamızda duran Türkmenler’e bu zor günlerde destek olmak Türkiye için hem ahlâkî, hem vicdânî, hem insânî, hem târihî hem de millî bir görevdir. Kaldı ki Ankara Antlaşması’na göre Türkmenlere yardım hukûkî bir yükümlülüktür. En önemlisi de, o bölgelerin sağlam durması Türkiye’nin güvenliği açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Gürsel Akpınar (Mayıs 2016)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak