Ara

Batı’nın İnsanlığa Verdiği Hasardan Nasıl Korunuruz?

Batı’nın İnsanlığa Verdiği Hasardan Nasıl Korunuruz?

Batı savruldukça ister istemez dünyânın geri kalanı da savuruluyor. Çünkü bugünün baskın medeniyeti Batı kaynaklıdır. İsmet Özel’in dediği gibi, “İnsanlar artık aya, güneşe, Lât ve Menât putuna tapmıyorlar ama devlet adamlarına, piyasaya, makinalara, teşkîlatlara, teorilere tapıyorlar. Yeni putları mukaddes kılabilmek için kitaplı dinleri terk ediyorlar. Bu tarz putperestliğin Doğu'da ve Batı'da birbirinden farkı yok.”

Rönesans ile başlayan Batı’daki sekülerleşme, aklı kutsama anlayışı 19. ve 20. yüzyılda zirveye ulaştı. Çoğu kişi bu dönemi Fransız filozof Descartes (1596-1650) ile başlatır. Onun Kartezyen felsefesi kendisinden sonra gelen filozoflar tarafından Hristiyanlığın Tanrısını reddetme noktasına ulaşacaktır. Kısaca Dualizm denilen bu felsefe insanı zihin ve beden olarak ikiye ayırarak bunlardan birincisini tercîh ederek yüceltmiştir. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını savunan laiklik anlayışı da bu düalizme dayanır. Akıl âdetâ tapılacak bir mâbut olarak görülmeye başlandı. Batı’nın “akıl”a olan bu güveni daha sonrasında büyük yıkımlara sebep olmuştur.

Descartes’ı tâkip eden İngiliz filozoflar Thomas Hobbes (1588-1679), John Locke (1632-1704), David Hume (1711-1776), Adam Smith (1703-1790) aklı daha da yücelterek Hristiyanlığın metafizik değerlerine en büyük darbeyi indirmiştir. Bugünkü Kapitalizm büyük ölçüde bu İngiliz filozofların ürünüdür.

Fransa bu bayrağı Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) ile devralarak daha radikal noktalara ulaştırmıştır. Voltaire (1694-1778), Denis Diderot (1713-1784), Montesquieu (1689-1755) gibi Fransız düşünürler en azılı Hristiyanlık karşıtları olarak bilinmektedir. Voltaire’in Peygamberimiz hakkında yazdığı kitap özü itibâriyle İslâm üzerinden Hristiyanlık eleştirisidir. Çünkü o dönemde bile Hz.Îsâ ve kilise aleyhine doğrudan konuşmak/yazmak cezâ-i müeyyide gerektiriyordu.

Milliyetçilik Vebâsı ve Yok Edilen Milyonlar

Fransız İhtilâli (1789) ateizmi kapalı salon sohbetlerinden halkın içerisine taşımıştır. Devrim, pek çok din adamını ve özellikle de ruhban sınıfını Fransa’dan kovmuştur. I. Napolyon döneminde, Fransız halkının sekülerleşmesi kurumlaştırıldığı gibi devrimin İtalya’nın kuzeyine ihrâcı da gerçekleşmiştir. 19. yüzyılda pek çok ateist ve din karşıtı felsefeye sâhip düşünür, bütün güçlerini siyâsî ve toplumsal devrime adadı. Onların bu çabaları 1848 Devrimlerini kolaylaştırdı ve yükselen uluslararası sosyalist harekete öncülük etti. Milliyetçilik belâsının başlangıcı da bu sürecin sonuçlarındandır.

  1. ve 19. yüzyılda Hristiyanlık karşıtlığını Alman filozoflar devralmıştır. Etkisi bugünlere uzanan materyalist ateizmin son hâlini bu Almanlar oluşturmuştur. Immanuel Kant (1724-1804), Baron d'Holbach (1723 - 1789), Friedrich Hegel (1770-1831), Ludwig Feuerbach (1804-1872), Karl Marx (1818-1873), Friedrich Engels (1820-1895), Arthur Schopenhauer (1788-1860), Friedrich Nietzsche (1844-1900) Avrupa’nın Tanrısız çağlarını inşâ eden başlıca Alman düşünürlerdir.

Düşünce deyip geçmeyin. Bu filozofların çağrısı kendilerinden sonra siyâsî akımların oluşmasına ve milyonlarca insanın katledilmesine yol açmıştır. Örneğin Hegel’i tâkip eden Komünizm ve Faşizm gibi görünüşte düşman iki ayrı akım ortaya çıkmıştır. Oysa ikisinin de birbirinden farkı yoktur. Yine Hume-Kant-Smith üzerinden şimdiki kapitalist düşünce inşâ edilmiştir. Avrupalıların çok övündüğü “Kantçı ahlâk” özü itibâriyle aklı yücelten pragmatist/hümanist bir “ödev” ahlâkıdır. 1. ve 2. Dünya Savaşlarıyla ortaya çıkan manzara bilimi yücelten, rasyonalizmi baş tâcı eden işte bu ahlâkın bir yansımasıdır.

  1. yüzyılda ateizm kendini daha çok pratik ateizm olarak sahneledi. Bu dönemde ateizm; varoluşçuluk, nesnelcilik, seküler hümanizm, nihilizm, pozitivizm, Marksizm, feminizm ve genellikle bilimsel ve ulusalcı hareketlerde yer edindi. Nietzsche’nin “üstün insan” çağrısı Hitler’de karşılık buldu ve yaklaşık 50 milyon Avrupalının birbirini vahşîce katlettiği 2. Dünya Savaşına yol açtı.

Batı’nın tanrısız çağları bugün de devâm ediyor. Savaşı ve her türlü şiddeti kendi kıtalarında çözüme bağlayan batı medeniyeti akla dayalı hırslarını daha çok Müslüman coğrafyalarda dindirmeye çalışıyor. Yakın zamanlarda yaşanan Ruanda katliâmı, Filistin’deki katliamlar, Somali-Sudan-Mali-Güney Afrika-Cezâyir-Libya-Irak-Lübnan-Bosna-Afganistan-Suriye gibi coğrafyalarda yaşanan insanlık dramları özü itibâriyle Tanrısız Batı’nın “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışından dolayı yaşanmış ve yaşanmaktadır. Güçlünün haklı olduğunu savunan bu batılı ahlâk anlayışı, karşısında duran İslâm Ahlâkını yok etmek için en sinsî planlarla mücâdeleye devâm etmekte, geçmişteki fiilî işgāllerin yerini sömürgeleştirme ve kendi dinlerine yabancılaştırma politikalarıyla sürdürmektedir. Müslüman milletlerin yaşadığı sorunların büyük çoğunluğu işte bu Tanrısız Batı anlayışının içimize ektiği zehirli tohumlar dolayısıyladır.

Tüm bu filozoflar sâdece dînî, siyâsî anlayışımızı değil estetik algılarımızı da kökünden değiştirmiştir. Vahyin ve Peygamberin (sünnetin) kapı dışarı edildiği bu zihniyet çıkara ve hazza dayalı yapısıyla insanlığı uçurumun kenarına getirmiştir. Doğu toplumlarında olduğu gibi ülkemizde de ahlâkî çöküşün, ailenin dağılmasının, LGBT’nin yaygınlaşmasının, dînî değerlerin aşınmasının, târih şuurunun yok olmasının, moda adı altında fuhşiyyatın tavan yapmasının sebebi içimize sızan bu Batı tesiridir.

Neyi kaybettiğini hatırla!

İsmet Özel’in bir kitabının da başlığıydı “Neyi Kaybettiğini Hatırla!”… Bugün de hâlen aynı sözü kullanıyorsak demek ki değişen pek bir şey yok. Batı’nın dayattığı sözde medeniyeti içselleştirdikçe önce îmânımızı sonra da insanlığımızı yitirmeye başladık. Bugün itibâriyle Doğu toplumları ve özelde Müslümanlar derin bir buhrânın içinde. Nereye yöneleceklerini, nereye tutunacaklarını bilemez halde boşlukta sallanıyorlar.

Etrâfınıza bir bakın, yaşanan sorunların büyük çoğunluğunun irfânımızdan, değerlerimizden, geleneklerimizden kopmanın netîcesi olduğunu fark edeceksiniz. Saygı, sevgi, muhabbet, paylaşım, vefâ, sadâkat ve tüm bu ahlâkî kāidelerin temeli olan “îman” hastalanınca şehirlerimizi âdetâ yaşayan ölüler işgāl ediyor. Elinden düşürmediği sosyal medya üzerinden her sâniye “Kendinden tâviz verme”, “Kendini şımart” gibi sloganlarla yürütülen bu ölüler hiçbir değer kaygısı yaşamaksızın bir ömür geçiriyor.

Sıradan ölümler o kadar arttı ki… Trafikte yol vermedi diye kurşun yağdıranlar, yan baktı diye bıçak çekenler, hanımını çocuklarını gözünü kırpmadan katleden tipler her yerde. İnsanımız akşam eve nasıl sağ sâlim döneriz endîşesi yaşıyor. Bunun sebepleri üzerinde durup düşünmemiz gerekiyor.

“Haz ve hız çağı” olarak tanımlanan 21. yüzyılın ilk 20 yılını geride bıraktık. Önceki yüzyılın dünyâ çapındaki kapitalist yıkımı devâm ediyor. Tek fark bunun artık otomatikleşmiş olması. Gizli eller bu yüzyılda daha da gizli. Maşalar ve taşeronlar her zamankinden daha iyi kamufle oluyor. Fitnenin yayılması bir kibrit çakmaya bakıyor.

Her Şey Eğitimde Bitiyor

Eskiden en azından Müslüman câmiâda bir ümit, bir heyecan vardı. Son 20 yılda sistem bizi öylesine uysallaştırdı ki yerimizden hareket edemez, zevklerimizden-rahatımızdan tâviz veremez hâle geldik. Kısacası bireyselleştik. Sistem bizi kendisine benzetti ve şimdi de içten içe çökertmeye çalışıyor. Elde kalan üç beş ahlâkî sermâyemize dikkat etmemiz gerekiyor. Bizi ayakta tutan bu mânevî mîrâsı da kaybedersek ne millet adına ne de ümmet adına geleceğe dâir hiçbir ümîdimiz kalmayacak.

Müslümanların iktidar olması “özeleştiri” ve “uyarı” ahlâkını ortadan kaldırmamalı. Tam aksine her zamankinden daha fazla öz eleştiriye ve öneriye ihtiyaç var. İktidârın büyülü zehri herkesi kolaylıkla esir alabilir. Bunu aşmanın yolu tıpkı Hz. Ömer’in (ra) sünnetinde olduğu gibi, yanlış gördüğümüz her noktada uyarmaktan, sarsmaktan, hatırlatmaktan geçer. Bunu da yapamazsak gemiyle birlikte batmamız mukadderdir.

Mânevî Eğitim Şart

Kültür ve eğitim bu işin temel anahtarını teşkîl ediyor. 2002’den bugüne geçen 20 yılda eğitimde ve kültürde neler yapabildik dönüp bir bakalım. Restorasyonlar, yeni binâlar, geleneksel kurslar tek başına kültürü yaşatmaya yetmiyor. Asıl olan insan faktörüne odaklanmamız ve geleneğimizi-değerlerimizi yaşayan-yaşatılan bir nüveye kavuşturmamız gerekiyor. Bir gelenek yaşanmadan geleceğe kalamaz. Yaşanmayan gelenek ve değerler içinde bulunduğu topluma da fayda sağlamaz. Geleneği âdetâ nostaljik birer gösteri malzemesine çevirdiğimiz anda kültürel emperyalizmin tuzağına kendi irâdemizle teslîm oluyoruz demektir.

Kültür ve eğitim olmadan milletimizin yaşadığı derin buhrânı, ahlâkî çöküşü, adlî vakaları önlememiz mümkün değildir. Bu çözülmenin ilacı inandığımız değerleri yaşamaktan ve yaşatmaktan geçiyor. Peki, 20 yılda, kültür ve eğitim adına bu alanlarda ne yapılabildi? Açılan proje okulları iyi güzel. Müfredatta da bāzı iyileştirmeler yaşandı. Kültürde ise câmiler, târihî yapılar ihyâ edildi ve bunlara yenileri eklendi. Lâkin tüm bunlar işin zarf yönü olarak değerlendirilmeli. Manzara ortada! Asıl olan mazrufta ne yapabildik? Onu sorgulamamız gerekiyor.

Batı’nın değerleriyle geldiğimiz nokta değerlerin aşınması, saygı-sevgi ve bağlılığın ortadan kalkması olarak belirdi. Kimsenin kimseye müdânâsı yok. Herkes bir başına hayâtını yaşayıp gitmek istiyor. Batı’nın mânevî değerleri hiçleştiren kültürünü benimsedikçe kendimize yāni özümüze yabancılaştık. Bir toplumu bundan daha etkili şekilde yok olmanın eşiğine getiremezsiniz. Atom bombası dahi bir toplumu yok etmeye yetmez. Ama kültürünü, dînini, dilini, ahlâkını, değerlerini elinden alırsanız o toplum kendini imhâ eder. Dışarıdan hiçbir müdâhaleye gerek kalmaz. İşte Batı’nın bize yaptığı budur.

Kültürümüze verdiğimiz önem eğer ki bu yılın turizm gelirlerinin ardında kalıyorsa durup düşünmemiz lâzım. Para gelir geçer lâkin kaybolan nesillerin yerine neyi nasıl koyacağız biliyor muyuz? Eğitimde hâlen günü kurtarma telâşından öteye geçemedik. Bataklıkta çırpınan insancıkları andırıyor hâlimiz. Bize tüm bu şeyleri sorgulayacak yeni bir soru lâzım: Neyi kaybettiğini hatırla! Bu soruya cevap aramaya giriştiğimiz vakit belki bāzı eğrileri düzeltmeye vaktimiz kalabilir.

Aralık 2022, sayfa no:  54-55-56-57

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak