Ara

Başarı

Başarı

İbâdette niyet şarttır. Ulemâmız âdî işlerde bile niyet vardır derler. Emri bil ma’ruf nehyi anil münker, Allah Teâlâ için sevgi ve buğuzda, cihadda niyet olduğu gibi, normal işlerde bile niyet mevcuttur. Meselâ eve girer çıkarken, arabaya binip sürerken, telefon açıp konuşurken, işyerinin kapısını açarken de niyet edilebilir. Yapılan her bir işde rızâyı İlâhi kasdedilir. Dünyâya geliş amacımız düşünülse, Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın hâkimiyeti göz önünde tutulsa, başarılmayacak hiçbir iş yoktur. Ev hayâtından tutun devlet idâresine kadar her şey düzelir. Süleyman Paşa askerlerine “sizin geliş amacınız nedir?” dediğinde, askerler hep bir ağızdan, “i’lâ-i kelimetillah” der ve şafak sökmeden kale fethedilir. İstanbul’un fethinden tutun, Afrin’e giden askerin “düğün-şenliğe gidiyoruz” haykırışına kadar niyet mühimdir. Cihâdı Mevlânâ’nın (ks) düğün gecesi kabûl ettiği gibi vatan savunmasını da İlâhî şenlik olarak kabûl eden asker yenilmez. Âkif (rh.a)’in:

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.”           

övgüsüne mazhar olur.

Himmeti âlî, ideali yüksek olanlar erer başarıya. Duâlarda, Allah Teâlâ’ya kul Habîbi’ne ümmet, Evliyâya evlât, birbirine samîmî dostlar olmak temennîsi bunun kanıtıdır. Cenâb-ı Hakk Resûller Resûlünü Kul olarak tanımlamıştır. Kulluğun kimliği Ahzâb sûresinin otuz beşinci âyetidir:

Bütün müslüman erkekler, müslüman kadınlar,

mü’min erkekler, mü’min kadınlar,

itâat eden erkekler, itâat eden kadınlar,

doğruluk yapan erkekler, doğruluk yapan kadınlar,

sabreden erkekler, sabreden kadınlar,

mütevâzi erkekler, mütevâzi kadınlar,

zekât veren erkekler, zekât veren kadınlar,

oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar,

Allâh'ı çok anan erkekler ve kadınlar yok mu, işte bunlara Allah bir bağışlama ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır.

Resûlüne ümmet olmak, Halkın içinde üç yüz kişi Âdem’in kalbi üzere, meşrebi üzerindedir, kırk kişi Mûsâ’nın meşrebi üzerindedir, yedi kişi İbrâhîm’in meşrebi üzerindedir, beş kişi Cebrâil’in meşrebi üzerindedir, üç kişi Mikâil’in meşrebi üzerindedir; bir kişi de İsrâfil’in meşrebi üzerindedir.”(Aclunî, Keşfu’l-hafa, 1/26; Suyutî, el-Havî li’l-fetavî, 2/298) Hadîs-i Şerîf’inde belirtilen hâlis, muhlis, muhlas ümmet olmaktır.

 

Sâlihlere evlâd olmak, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin (ks) Dîvân'ında:

“Dervişin yastığı katı taş gerek

Yediği eleksiz arpa aş gerek

Yolda yalın ayak açık baş gerek

Menzil-i maksûda erem der ise.”

Yunus Emre (ks) bu konuda bakın ne der:

“Dervîş olan kişiler, deli olagan olur,

Aşk neydügin bilmeyen, ana gülegen olur.

Gülme sakın sen ana, eyü degildür sana,

Kişi neyi gülerse, başa gelegen olur…     

Dervîş Yûnus sen dahi incitme dervîşleri,

Dervîşlerün du‘âsı kabûl olagan olur…

Bize gerçek dervîş gerek, cihân doldı da‘vâ ile,

Yalan da‘vâ iderisen aşk n’eylesün senün ile…

Ben dervîşim diyene, bir ün edesim gelir,

Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir.”

Derviş, nefsini yenen, nefsin kötü ahlâkından uzaklaşandır. Derviş, İslâmiyet’in emir ve yasaklarına tam bağlı olandır. Gerçek bir murâbıttır. Kalbini Allâh'a bağlayan, düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen; içini nefis ve melun-ı lâinden, şeytandan, dışını da din düşmanlarından koruyan kimsedir. Kur’ân’daki beş esâsı yerine getirendir:

1- Îman.

2- Sabr.

3- Sabır yarışında düşmanı geçme.

4- Cihâd için hazırlıklı ve uyanık olma.

5- Allâh’a karşı gelmekten sakınma. (Âl-i İmrân, 200.)

 

Samîmî dostlar olma, Efendimiz’in (sav) mübârek dilinde şu şekildedir: “Birbirinize hased etmeyiniz. Birbirinizin aleyhinde fiyatları kızıştırarak necş yapmayınız. Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirip, dargın durmayınız. Birbirinizin pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. Ey Allâh’ın kulları! Kardeş olunuz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, sıkıntı ânında onu kendi hâline terk etmez. Ona yalan söyleyip onu aldatmaz. Onu küçük görmez. (Üç defa göğsüne vurarak) Takvâ işte buradadır. Bir kimse Müslüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona yeter. Müslüman’ın her şeyi; canı, malı, ırzı Müslüman’a haramdır.” (Buhari, Edeb, 7/88; Müslim, Birr, 4/1486)

 

Ufku Geniş Olmak

 

“Buluttan bir damlacık indi denize.

Enginliği görünce utandı.” 

Kendini tanıyıp, âlemlere sığmayan İlâhî muhabbetin kendinde saklı olduğunu bilme bahtiyarlığına ermektir ufkun genişliği. Kur’ân ve Sünnet gözlüğüyle bakanın ufku dar olmaz. Rahmeti her şeyi kuşatan Rabbimizin, kâfirin bile hidâyetini isteyen Sevgili Peygamberimizin (sav) edebinde olur.

Hem Kitâb-ı Kerîm’i hem de kâinâtın kitâbını okur. Arza atılan tohumun filizlenmesiyle Allah Teâlâ’nın “Bâis” ism-i Şerîf’ini seyreder. Kâinâtın boyasına cilâsına, süsüne bakarak; her şeye kendine mahsus şekil vermesiyle “El Musavvir” İsm-i Şerîf’ini görür. Her mahlûka rızık vermesiyle “Rezzâk”, yaratmasıyla “Hâlik” sıfatını müşâhede eder.

Hayâtını bir plan dâhilinde geçirmekle muvaffak olur. Ebul-Vefa hazretleri, “Yemek saatini kısaltmak için çöreği ufalayıp tirit şeklinde yemeği, ekmeğe tercih ediyorum. Zîrâ ikisi arasında çiğneme için kaybedilecek zaman farkı vardır. Böylece yazmaya daha çok zaman ayırabiliyorum” derdi.

 

Şâfiî âlimlerinden Nevevî hazretleri, günde bir defa, yatsıdan sonra yemek yerdi. Bunu, ibâdete daha çok vakit ayırabilmek için ve daha çok eser verebilmek için yapardı. Hiç evlenmedi. Geceleri uyumaz, kitap okur ve yazardı.

 

Tâbiinden Kahmes bin el-Minhal, bir ayda Kur’ân-ı Kerîm’i 90 defa hatmedip, anlamadığı âyetleri dönüp tekrar okurdu.

İmâm-ı Gazâlî (rh.a) evini medrese gibi kullandı. Evrâdını okur, ihtiyaçlarını görür, ders okutur ve ehlüllâh ile bir araya gelirdi.

 

Vakti tanzimde bize en güzel örnek , sahâbeden Ebû Hüreyre (ra)’dır.

Ebu Hüreyre (ra) geceyi üçe ayırırdı: Üçte birinde uyur, üçte birinde namaz kılar, üçte birinde Hz. Peygamber’in hadisleri üzerinde düşünürdü. Evine geldiğinde yiyecek bir şey olup olmadığını âilesine sorar, ”yok” cevâbını aldığında, tebessümünü çürütmeden, “Olsun, ben oruçluyum” derdi. O kadar kanâatkârdı ki; bir avuç hurmayla bütün gününü geçirir, bu nimetin şükrünü edâ edebilmek için her vesîleyle Allâh’ı anardı. Yokluğa rağmen misâfiri sever, azığını paylaşmakta tereddüt etmezdi. O günlerde üç cümlelik bir biyografisi vardı: “Yetim büyüdüm. Yoksul olarak hicret ettim. Karın tokluğuna çalışan bir işçiydim.”

 

Başarının sırrı, cânı cânâna vermektir Fuzulî gibi.

Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil,       

Ne nizâ' eyleyelim ol ne senindir ne benim.

 

Bir cânım var idi cânı cânanda 

Ben fedâ eyledim cânı cânâna 

Bedenim bendedir yüreğim onda 

Ben fedâ eyledim cânı cânâna.

 

Sıddîk-i Âzam (ra)’ın beş şeyi beş şeye tercihidir başarı:

1.     İnsanları iki grup olarak gördüm. Bunlardan bir grubu tâlib-i dünyâdır. Bir grubu da tâlib-i ukbâdır. Ben ise ne tâlib-i dünyâ, ne de tâlib-i ukbâ oldum. Tâlib-i Mevlâ olmayı tercîh ettim. Rabbimin rızâsına ermeyi her şeyin üstünde tuttum.

2.     Müslüman olduğum günden beri ma’rifet-i ilâhiyye ile dünyâ nimetlerine meyletmedim ve doyasıya yemek yemedim.

3.     Yüce Yaratıcımın muhabbetinin bana verdiği mânevî zevk sebebiyle, aşk harâretini söndürmemek için kanasıya su içmedim.

4.     Dünyâ ameliyle âhiret ameli karşılaştığında dâimâ âhiret amelini dünyâ ameline tercîh ettim.

5.     Rasûlullah’ın (sav) sohbetine çok sıkı bir şekilde devâm ettim. Dâimâ O’nunla birlikte bulunmaya gayret ettim. Hicrette arkadaşı, mağarada yoldaşı ve dâimâ sırdaşı oldum.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak