1992 yılının onuncu ayının yirmi yedisinde Bandırmalı Ali Amca'dan dinlediklerimi sizlere nakledeceğim Allah Teala' nın izniyle: Derviş demek, vakıf demek, sebil demek, başkası için yaşayan demek, Rabiatül Adeviyye gibi, kendisi için emeli olmayan demek. Dervişlik tac ile, hırka ile değil gönülledir. Benim ayıbım sizi mahcup etmiyorsa derviş olamaz insan. Taşçı Hüseyin Amca elli beş minare yapar. Sami Ramazanoğlu Efendi (ks) bir akşam zuhur eder. Elli minarenin sevabını sevmediğin bir insana hediye et der. Her şeyini hediye ettikleri için bu zatlar kendilerine, fakir derler. Dervişler, kâmil insanlar hiç kendilerine dua etmezler. 'Ümmeti, ümmeti' diyen Rasulullah (sav)'ı takip ederler. Cenâb-ı Hakk evliyaullahı beşere rahmet olarak göndermiştir. Bunlar kabil-i istidat olanların gönlüne iman ve marifet, asilere de rahmet ve hidayet kapılarının üzerlerine kapanmamasını Cenâb-ı Hakk'tan dilerler. Derviş olacaksan sigara içmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, deyip bir liste hazırlamamalı. Zaten onu terk etse, onun bu yola ihtiyacı kalmaz. Hakkari'den Şeyh Selim Efendi'den, İzmir'de Şeyh Rakım Efendi'ye kadar hepsinin dervişlik neş'esi aynıdır. Konyalı Mustafa Efendi ile Saraç Baba bizde on gün misafir kalırlardı. Mustafa Efendi'ye bir derviş gelir. Dersimi çekemiyorum der. O da, tabi evladım, der. Bundan fırsat bulan kişi, Efendim namazımı da kaçırıyorum, der. O da, kaza edersin der. Daha da neş'elenen mürid, içki de içiyorum der. Mustafa Efendi, eğer paran kalmazsa ihtiyacını benden karşıla der. Aslında Mustafa Efendi bu hareketlerin hiçbirini tasvip etmez. Yalnız onu incitmeden ikaz eder. Keşif, kerametle uçarak gelene, haydi git şuradan der; Efendim ben dersimi yapamıyorum diyene, hayat bahşedecek sözler söyler. Çünkü onda mahviyet, yokluk var; diğerinde ise dava var. Birinde fahir, övünme var; diğerinde nedamet var. Bandırma'da yazın ortasında bir bulut çıkar, arkasından fırtına, sandallar yok olur. Sonrada bir bakarsınız latif bir hava hâsıl olur. Neticeden kimse emin değil. Camiye imanla girip imansız çıkar insan. Salisede değişir insan. Muallim Naci Mukaddime'sinde, bir nefes tevhitten ayrılmadım Allah (cc) birdir, der. Hac'da halifelere dedim ki; yaşlı insanlara tahfif edin, yormayın. Yaşlının her hali zikirdir. Aman, vah derken yaşlı, hep kabri, hesabı, suali, defteri, mizanı, sıratı tefekkürdedir. Miadı, vakti dolmuş tefekkürü mevtde, ölüm düşüncesindedir. Yaşlı insan kedinin miyavlamasına bile ağlar. Bir çocuğa çiklet verilince sevindiği gibi, yaşlıya nasılsın sözü afiyet bahşeder. İnsanlara Cenâb-ı Hakk'ın 'Halik' sıfatından dolayı şefkatle bakarsanız, neticesi hayır olur. Fehmi Gemuhluoğlu anlatır: Zatın biri, Paris'e giden birine:"Metrolarda bulunan yaşlılara şarap parası ver." der. O da, Paris'te yolu şaşırır. Metroya tehlikeli bir şekilde ters yoldan girer. Oradaki yaşlılardan birisine yardımda bulunur. Trenin altına gireceği zaman onu süratle yolun dışına atar bu yaşlı. Yaşlıya para ver, demesinin hikmetini ancak bu zaman anlar. Saliselik zamanda bir anda kişi ah eder imanı küfür olur, küfrü de iman. Edirneli bir kahveci, 93 Osmanlı-Rus muharebesinde kahvehanesine gelen bir Rus'a kahve yaptı, nargile de hazırladı. Galiçya'da kahveci Ruslara esir düşer. Esirler kamplara yerleştirilir. Rus generali önüne dikilir. Yanındakilere kahveciyi eve götürmeleri, yıkayıp temizlemelerini, elbisesini değiştirmelerini söyler. General, beni tanıdın mı der. O da, hayır der. Hafızanızı iyi kontrol edin. Siz Edirneli kahveci değil misiniz? Bunun üzerine General kahveciyi 15 gün misafir eder ve Edirne'ye kılavuzlar. Almanya'da idim. Bizim damat orada Ateşe. Camide namaz kıldım. Biri bizi görünce: Ali Abii deyip önümüze fırlayıp ağladı. Bende misafir olacaksın dedi. Bandırma'da yirmi sene önce askerdim. Ramazan-ı Şerifte mukabele okuttunuz, bana çok ikramda bulundunuz, dedi. Hastanede bir gayr-i müslim ile kaldım. Benim şahsımda İslam'ı görür diye, çeşmeyi bile az açıyor, ses çıkaran karyoladan bile rahatsız olmaması için sağa sola dikkatle dönüyordum. Hastaneden ayrılan gayr-i müslim mektubunda, sizin arzunuz üzere olacağım diyordu. Üstazım Ali Haydar Efendi bizi pek severdi. Hasta olduğumun haberini alınca, kimseyle görüşmez, 'Ali'm hasta' der. Kavuştuğumuzda, ananın yavrusunu yaladığı gibi okşardı bizi. Ne lâtif insanlardır bu mürşid-i kamiller. Ben Ali Haydar Efendi'nin evladıyım. O'nun irtihalinden sonra, vasiyeti üzere Sami Ramazanoğlu Efendi'den ders aldım. Bursa'da kaplıcalarda bir odada üç saat kadar görüştüm. Bize buyurdular ki: Müsait zamanınızda bu evradı okursunuz. Öyle latif ki, izahı mümkün değil. Feridüddin-i Attar'ın Lemaat'ını okudum. İstanbul'a gittim. Sami Efendi Hazretleri o kitabı öyle izah buyurdu ki, ben okuduğumun binde birini anlayamamışım. İlyas Bey ile Yahyalı'ya geldik. Camide namaz kıldık. Musafaha yapılırken, Ali Ağabeyin elini öpeceğim, dedi. En zayıfa en büyük rütbe ile iltifat etti Hacı Hasan Efendi (KS.) Naz makamında olan bu velî, Ben verdim, sen de ver Allah'ım diyordu. O bizim gibi acizlere teveccüh gösteriyor, Allah'ımız da onların arzusunu geri çevirmiyor. Biri bize, "Fenafiş-Şeyh"i sorunca, biz kendimizde fani değiliz ki şeyhte fani olalım. İhvanda, dostta fani olup gönülden gönüle akmalıyız, dedim. Kimsenin ahvali kimseye uymaz. Bir saniyede tefekkür bile ayrı ayrıdır. Çocuklarımız bile birbirine benzemez. Parmak uçlarındaki kıvrımlar da birbirine benzemez. Aynen bunun gibi, bir dervişin hali diğerine uymaz. Birbirinin hali diğerine de söylenmez. Letâifler oradan oraya geçiriliyor zahirde. Fakat tahakkuk ediyor mu? Çalışıyor ama nasıl çalışıyor. Teyzem vardı, teveccüh eder, letâifler şakır şakır çalışırdı kendi rengiyle. Tarifi kolay, tatbiki var mı? Bizi kurtaracak olan da hüsnü zandır. Ali Haydar Efendi: Kimse kendi gayretiyle kendisini kurtaramaz, kutup da olsa. İhvanın hüsnü zannıdır ümidimiz, buyururlardı. Tevazuun zübdesin-dedir bunlar, davaları yok. Gönenli Mehmet Efendi Haydarçavuş'ta bir cenaze namazı kıldı. Cemaate dönerek: Eğer kırk kişi varsa burada ve bu cenazeyi iyi biliyoruz demiş-lerse vallahi o cennete girer. Samiha Ayverdi Hanım: Allah murad ederse, ne şarap fıçılarından ne melek çıkarır der. Bizi alakadar etmeyen işlerle meşgulüz. Başı açıksa gönlünle onu ört. Kadınlar Birliği'ne davet edildim. Sizler nasıl bir hanımefendisiniz. Bütün neşriyat sahasında siz pazara çıkarılıyorsunuz. Aileye nokta düştü, gaile oldu. Kendinizi kendiniz müdafaa edin. Ağlıyorum, hani insan hakları diye, dedim. Dükkânın önünü süpürüyordum. Yarı meczub, ispirto içen biri bana demedik sözler bırakmadı. Ben de, o hakaret ettikçe neşeleniyordum. Sayamadığım nice hatalar var bende dedim. Vay deli, ben ne diyorum sen ne diyor dedi, yere yıkıldı. Bu görüşmeden sonra bizi kılavuzlarken:"Haki payinize yüz süreyim. Saadet devletle menziliniz mübarek olsun. Hazretin kabri şerifine yüz sürelim. Bir sizin evinizde, bir de bacımın evinde kahve içelim", sözleri hiç kulağımızdan gitmez. Hacı Hasan Efendimiz (ks) ile olan münasebeti bambaşka idi. Telefon ederken diz çöker, karşılıklı Allah, Allah, Allah (CC.) nidaları ile birbirlerine veda ederlerdi. Bir defasında kapatıldı zannettiklerinde telefonu tekrar kaldırırlar, Ali Efendi'nin gözyaşları ile iniltisi duyulur. Şu anda başım Hasan Efendi'nin ayaklarının üzerinde der. İlk karşılaşmalarında anne ve babaya itaatten bahseder Üstadımız. Meğer Ali Efendi'nin anası nazlanırmış oğluna. Edremitli Kur'ân Kursu hocası Hüseyin Efendi'ye: Hasan Efendi'nin yüzüne çok bakın. Cennet ehlinin siması ona benzer. Allah'a (cc) giden binlerce kapı var. Her kapının arkasında o görünür. Ama O velayet makamında en son kapıdadır. Zannetmem ki Yahyalı O'nu tanısın, der. Evimizi teşriflerinde torunlarının bile ellerini öper. Siz Hasan Efendi'nin nesl-i pak'isiniz der.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak