Ara

Balkan Rüzgarı / Fatmanur Öztürk

Balkan Rüzgarı / Fatmanur Öztürk

Gidiyoruz…
Nereye diye sormak yok. Ruhumuzun, gönlümüzün duraklarından geçe geçe bir yolculuk yapacağız. Bu sefer yolculuğumuz tren ile olacak. Yol uzun, o yüzden biletimizi yataklı vagondan seçiyoruz. Yataklı vagonumuzda pencere kenarına kurulmuş, elimizde bir fincan kahveyle Balkanların uçsuz bucaksız manzaralarını izleyerek yolculuk yapmak kime iyi gelmez ki? Tren adım adım hızlanıyor. Hızlandıkça pencereden yansıyan manzara silikleşiyor. Silinen sadece manzara değil; ruhumuzdaki hengâme, telaş ve sıkıntılar da bir bir dağılıyor. Tren rayların üzerinde ilerledikçe zihnimiz de bir yolculuğa çıkıyor sanki.

Ve işte, ilk durağımıza yaklaşıyoruz: Bosna Hersek.

Bosna Hersek; Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar olmak üzere üç etnik gruba ev sahipliği yapıyor. Bu ülkenin toprakları, Osmanlı’nın Avrupa’ya açılan kapısı olarak görülmüş ve yüzyıllardır Osmanlı’nın izlerini taşımış. Bu yüzden Bosna’nın kalbinin Osmanlı’ya ait olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Her bölgesi ayrı bir tarih, ayrı bir kültür kokan bu şehre girmek üzereyiz. Trenimiz duruyor. Biz ise Bosna’nın eşsiz güzelliklerini keşfetmek için yola koyuluyoruz.

 

İlk olarak Saraybosna’dayız.

Saraybosna, müzeleri, camileri, kiliseleri ve çarşılarıyla ünlüdür. Doğu ve Batı kültürlerinin iç içe geçtiği bu şehir, “Balkanların Kudüs’ü” olarak adlandırılmıştır. Şehrin canlı ve hareketli yapısı, Osmanlı döneminde ona “Kuzeyin Şam’ı” unvanını kazandırmıştır. Sokaklar, geçmişin derin izlerini taşırken aynı zamanda bugünle iç içe yaşıyor.

Burada görmemiz gereken ilk yer Başçarşı. Osmanlı şehircilik anlayışının en güzel örneklerinden biri olan bu çarşı, tarihi dokusuyla Anadolu şehirlerindeki çarşıları hatırlatıyor. Çarşıda ilerlerken insanı içine çeken bir hareketlilik var. Dükkanların önünden geçen insanlar, restoranlardan yayılan güzel kokular, kafelerde oturmuş sohbet edenlerin kahkahaları bir araya gelerek büyülü bir atmosfer oluşturuyor. Bir kafede ise Bosnalı sanatçı Dino Merlin’i görüyoruz. Güzel ezgileriyle insanları büyüleyen bu sanatçıya selam verip yolumuza devam ediyoruz.

Ana meydanda Saraybosna’nın sembollerinden biri olan Sebilj adındaki çeşme bizi karşılıyor. Osmanlı mimarisinin zarif bir örneği olan bu çeşme, şehrin simgesi hâline gelmiş. Çeşmenin etrafında biraz soluklandıktan sonra Gazi Hüsrev Bey Camii’ne doğru ilerliyoruz.

 

Gazi Hüsrev Bey Camii, Saraybosna’nın kalbinde yer alan, sade ve mütevazı yapısıyla insanı etkileyen bir eser. Mimar Sinan tarafından yapılan bu camii, şehrin en büyük camisi olma özelliğini taşıyor. Daha avlusundayken sessizlik ve huzur insanı sarıyor. Caminin içinde geçirilen kısa bir zaman bile ruhu dinlendirmeye yetiyor.

Saraybosna’dan çıkmadan önce son bir durağımız var: Latin Köprüsü. Miljacka Nehri üzerinde yer alan bu kemer köprü, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan Saraybosna Suikastının gerçekleştiği yerdir. Köprüde yürürken, tarihin izlerini adeta adımlarımızda hissediyoruz.

 

Bir sonraki durağımız Bosna’nın büyüleyici şehri Mostar.

Mostar, adını dünya çapında duyurmuş bir yapıya sahip: Mostar Köprüsü. Bu köprü, Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından inşa edilmiş ve 427 yıl boyunca dimdik ayakta kalmış. Ne yazık ki Boşnak-Hırvat Savaşı sırasında yıkılan bu köprü, aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir.

Mostar Köprüsü’ne akşamüstü geldiğimizde, renkli ışıklandırmaların altında köprünün nehre düşen yansımasını izlemek adeta bir rüya gibi. Köprü sadece bir geçiş yolu değil, aynı zamanda cesaretin simgesi.

 

Temmuz ayında düzenlenen etkinlikte genç erkekler, köprünün üzerinden kendilerini nehre bırakıyorlar. Cesaretlerini sergilemek için yapılan bu gösteriyi izlemek, buranın kültürünü anlamak için harika bir fırsat. Neyse ki şu an Temmuz ayında değiliz ve sadece köprünün büyüleyici atmosferinin tadını çıkarıyoruz.

Mostar’dan ayrılmadan önce rotamızı Blagay’daki Alperenler Tekkesine çeviriyoruz. Buna Nehri’nin kaynağında, dağların eteğinde yer alan bu tekke, Osmanlı döneminden bu yana Anadolu erenlerinin ruhunu yaşatmaya devam ediyor. Burada Sarı Saltuk’a atfedilen bir türbe bulunuyor. Tekkenin etrafındaki doğa hem huzur hem de hayranlık uyandırıyor.

Şimdi trenimiz bizi Bosna’nın kuzeybatısına, küçük ve sevimli bir kasaba olan Bihac’a götürüyor.

Bihac’ta ilk durağımız Fethija Camii. Osmanlı fethiyle birlikte camiye çevrilen bu yapı, tarih boyunca pek çok önemli olaya tanıklık etmiş. Kasabanın doğal güzellikleri de en az tarihi kadar etkileyici. Una National Parkı, rafting ve tekne gezileri yapmak isteyenler için harika bir seçenek.

Bihac’tan ayrılmadan önce meşhur Boşnak böreğini tadıyoruz. İncecik yufkaların arasında saklanmış harç, ağızda adeta bir şölen yaratıyor. Yanımıza biraz yolluk alarak trenimize geri dönüyoruz.

 

Trenimiz bu kez bizi Arnavutluk’a götürüyor.

Arnavutluk’taki ilk durağımız Berat şehri. Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini barındıran bu şehir, “Bin Pencereli Şehir” olarak anılıyor. Burada Bekârlar Camii, Kurşunlu Camii ve Sultan Camii gibi tarihi yapıları ziyaret ediyoruz. Şehir, adeta tarihten bir kesit sunuyor.

Son olarak, Arnavutluk’un başkenti Tiran’a varıyoruz. Tiran, hem tarihi hem de modern yapılarıyla dikkat çekiyor. Şehrin merkezinde, Arnavutluk’un kurucusu İskender Bey’in at üzerindeki heykelini görüyoruz. Hemen yakınındaki Saat Kulesi ise Tiran’ın sembollerinden biri.

Arnavut mutfağını keşfetmek için meşhur Arnavut ciğerini deniyoruz. Lezzetiyle damakta iz bırakan bu yemek, bu yolculuğu taçlandırıyor.

Yolculuğun sonuna yaklaşırken, zihnimizden bu seyahatin her bir anını geçirmeye çalışıyoruz. Tren rayların üzerinde süzülürken, gördüğümüz şehirler, köprüler, camiler ve doğal güzellikler birer birer gözümüzün önünden geçiyor. Yol boyunca her durak bir hikâye, her manzara bir tablo gibiydi.

 

Bosna Hersek’in tarih kokan sokaklarında yürüdük, Osmanlı’nın izlerini taşıyan camilerde huzuru hissettik, Mostar Köprüsü’nde geçmişin izlerine dokunduk, Alperenler Tekkesi’nde maneviyatı iliklerimize kadar yaşadık.

Balkan toprakları, sadece tarihi yapılarla değil, insanlarıyla da farklı bir kültür zenginliği sunuyor. Boşnak halkının sıcaklığı, misafirperverliği ve geleneklerine bağlılığı her fırsatta hissediliyor.

Özellikle kahve içme kültürleri oldukça dikkat çekici. Kahvelerini mutlaka lokumla içiyorlar ve bu küçük gelenek, onların misafirlerine olan saygısını ifade etmenin bir yolu. Lokumsuz kahve ikram etmek, neredeyse bir eksiklik olarak görülüyor.

Bir diğer gelenek ise misafirliğe giderken mutlaka kesme şeker götürmek. Boşnak halkı, bu küçük jestle misafirlik ilişkilerindeki nezaketi göstermiş oluyor.

Yolda Sevdalinka’ların hikâyesini dinlerken, bu şarkıların ne kadar derin bir duygu barındırdığını anlıyoruz. Aşk, özlem ve hüzünle sevdiklerine yazılmış bu ezgiler, Boşnak kültürünün en zarif unsurlarından biri. Her bir melodisi, bu toprakların güzelliğini ve insanlarının içtenliğini anlatıyor.

 

Trenimiz Arnavutluk sınırlarından geçerken Berat ve Tiran’ın yanı sıra Arnavutluk’un doğal güzelliklerini de hayranlıkla izliyoruz. Dağların eteklerine kurulmuş küçük köyler, yemyeşil vadiler ve zümrüt yeşili nehirler, yolculuğumuza adeta bir huzur fonu oluşturuyor.

Arnavutluk’un mutfağı, kültürünün önemli bir parçası. Yöresel yemekler arasında sadece Arnavut ciğeri değil, zengin ot yemekleri, börekler ve tatlılar da bulunuyor. Bu lezzetler, bölgenin hem Akdeniz hem de Balkan etkilerini harmanladığını gösteriyor.

 

Yolculuğumuz boyunca tanık olduğumuz en etkileyici şeylerden biri, bu toprakların geçmiş ile bugün arasında kurduğu güçlü bağdı. Her şehir, her köprü ve her meydan bir hikâye anlatıyordu. Balkanlar, sadece bir coğrafya değil; farklı kültürlerin, dinlerin ve dillerin bir arada yaşadığı bir sahneydi. Bu çeşitlilik, bu toprakların zenginliğini oluşturuyordu. Osmanlı’dan miras kalan yapılar, hâlâ dimdik ayakta durarak bu geçmişi hatırlatıyor ve Balkan halklarının tarihine ışık tutuyor.

Artık eve dönme vakti geldiğinde, bu yolculuğun sadece bir gezi değil, aynı zamanda bir içsel keşif olduğunu fark ediyoruz. Balkanların tarihi, doğası ve insanları, bize unuttuğumuz ya da ihmal ettiğimiz birçok şeyi hatırlattı. Huzurun sade bir cami avlusunda ya da bir köprü üstünde bulunabileceğini, kültürün sadece yapılarda değil, insanların günlük hayatında da yaşadığını, doğanın ise insan ruhunu ne kadar dinlendirebileceğini gördük.

Rayların üzerinde ilerlerken, bir sonraki yolculuğun hayalini kurmaya başlıyoruz. Acaba bir sonraki durak neresi olacak? Yine trenle mi gitmeli, yoksa bu kez bir yolculuk gemisi mi tercih etmeli? Belki de Balkanların diğer şehirlerini keşfetmeli, bu kültür mozaiğinin daha da derinine inmeliyiz. Ancak şimdilik, bu güzel anıları içimize işleyerek ve trenin ritmik sesini dinleyerek eve dönüyoruz.

Tren istasyona yaklaştığında, bir Sevdalinka melodisi hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor. “Bu topraklara tekrar döneceğiz.” diyerek kendimize söz veriyoruz. Çünkü Balkanlar, insanı içine çeken, her köşesi ayrı bir hikâye barındıran, unutulmaz bir rüya gibi.

Yolculuğumuzun bu kadar güzel olmasının ardında yatan şey, belki de sadece gördüğümüz yerler değil, hissettiğimiz duygulardı. Huzur, heyecan, merak ve hayranlık… Hepsi bu tren yolculuğunda birleşti.

 

Bir başka yolculukta yeniden buluşmak dileğiyle…

Nisan 2025, sayfa no: 8-9-10

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak