Ara

Aşkın Zirvesinde Bir Sûfî Hallâc-ı Mansûr

Aşkın Zirvesinde Bir Sûfî Hallâc-ı Mansûr

Ünlü İslâm sûfîsi Hallac-ı Mansur, Yûnus Emre’den çok önceki zamanlarda yaşadı. Yûnus Emre, onun vefâtından (921-22) yaklaşık üç asır sonra doğdu. Dolayısıyla aralarında bir zamandaşlık yoktur. Fakat, Hallac, yaşadığı dönemden günümüze nasıl bütün sûfîleri çok derinden etkilemişse bu derin etki Yûnus Emre için de söz konusu olmuştur. Bu yüzden Yûnus Emre Dîvân'ına bakıldığında otuzdan fazla beyitte ondan bahsedildiği görülür. Üstelik bu bakış açısı son derece müsbettir.

Bu neden böyledir? Bu sorunun cevâbı için önce Hallac-ı Mansur kimdir ve hangi özelliği ile sûfîleri etkilemiştir ona bakmak gerekir. Hallac-ı Mansur, 858 yılında İran’da Beyzâ’nın kuzeydoğusundaki Tûr’da doğdu. Asıl adı Hüseyin’dir. Hallac ismini babasının mesleğinden dolayı almıştır. Küçük yaşlarda hâfız olmuş, daha sonra Bağdat’a giderek Cüneyd-i Bağdâdî, Amr b. Osman el-Mekkî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî gibi Bağdat’ın tanınmış sufîlerinin sohbetlerine katılmıştır. Amr b. Osman el-Mekkî’den hırka giyen Hallac, karşımıza önce Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerinde halka vaazlar veren, onlar için eserler yazan biri olarak çıkar. İki defa gerçekleştirdiği Hac ziyâretinden sonra tebliğ ve irşad gāyesi ile Hindistan, Horasan, Tâlekan, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir bölgelerine gider. Buralarda vaazları ve kitaplarıyla çok etkili olur. Pek çok kişi onun sâyesinde İslâm dînine girer. Daha sonra memleketine döner.

Aşk Şehîdi Olmak

İşte bu süreçte yaşadıkları onu ilâhî aşkın zirvesine çıkarır. Hak yolunda canını fedâ etmek ister. Söylediği sözler, halkın genel algı düzeyinin çok üstünde olmaya başlar. Zîrâ pek çok konuda o, yaygın genel kanâatlerin aksine düşüncelere sāhiptir. Meselâ Nûr-ı Muhammedî anlayışına inanmakta, daha pek çok konuda tepkiye sebep olan görüşler ileri sürmektedir. Diğer yandan ise bu yıllar Karmatîler’in Abbasi Devleti'ni tehdit ettiği, Zenc isyânının izlerinin henüz silinmediği ve bu yüzden siyâsî istikrarsızlığın yanında mānevî istikrarsızlığın da devâm ettiği bir dönemdi. İşte Hallâc’ın sözleri ve davranışları böylesi hassas bir dönemde halk ve ulemâ arasında yeni bir huzursuzluk meydana getirdi. Bu huzursuzluk çok geçmeden daha çok artmaya başlayınca Hallac aleyhinde bir faaliyet başlatılarak onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğu ileri sürüldü. Bu gelişmeler üzerine dervişleri tutuklanır. Çok geçmeden o da yakalanarak Bağdat’a getirilir ve îdam talebiyle mahkemeye sevk edilir. Önce hapis cezâsı verilerek tutuklanır. Fakat aleyhindeki sözler devâm edince bu defa yeniden yargılanıp 26 Mart 922 târihinde Bağdat’ta önce kırbaçlanır. Ardından burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra îdâm edilir. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikilir. Gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savrulur. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırılır.

Aslında onu bu noktaya getiren o meşhur “enelhak” sözüdür. Hallac, “Ben Hakk’ım” ma'nâsına gelen bu sözle dünyâdaki her şeyin, Allâh'ın tecellîsi, yansıması olduğunu söylemişti. Fakat bu sözü ilâhlık iddia etmek olarak yorumlandı. Oysa söz “Ben Allâh'ım” şeklinde değildi. Hak, Allâh'ın sıfatlarından biri olmakla birlikte hakīkat, gerçek ma'nâları da vardır. Buna göre sözü “ben hayâl değilim hakīkatim. Çünkü beni Hak olan Allah yarattı” yâhut “Ben Hak’ım yāni Hak’tanım bâtıl değilim” şeklinde de anlamak mümkündür. Nitekim Ebülvefâ Horasânî’nin Hallac-ı Mansur’u îdamla yargılayan mollalara söylediği rivâyet edilen “Mansur, “Enel-Hak” demeyip de “Enel-bâtıl” mı, yāni ben gerçek değilim mi deseydi?..” sözü de bu durumu en güzel şekilde açıklayan bir ifâdedir. Buna göre Enel Hakk; Hallac-ı Mansur’un Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta görmektir yāni Hakk ile berâber olmak anlamında söylediği sözdür. Ne var ki kimileri bunun cezbe hâlinde söylenmiş bir şathiye olduğunu düşünerek hoş görmekle berâber kimileri bunu fıkıh ve akāid açısından kabûlü mümkün olmayan bir söz olarak değerlendirerek hulûl ve ittihadı çağrıştıran ifâdeler olarak görüp onu kâfir, zındık, tanrılık iddiasında bulunan biri olarak görmüşlerdir. Kimileri ise onu büyük bir velî olarak görüp bu sözün bu anlama gelmeyeceğini söylerler. Meselâ Gazâlî böyle düşünür. Ona göre bir bardağa meşrubat konulunca bardakla meşrubatın rengi birbirine karışır, artık bardaktan değil sâdece meşrubatın varlığından söz edilir. Kalbinde Allâh'ın tecellî ettiğini gören bir velî bāzan tecellî mahalli olan kalbi göremez, sâdece burada tecellî eden Hakk’ı görür ve o zaman ‘enelhak’ der. Bundan maksat, velînin kendi varlığını yok sayarak Hakk’ın varlığını dile getirmesidir. Mevlânâ da “Fîhi Mâfîh” adlı eserinde bu sözü buna yakın şekilde şerhe tâbi tutar. Ona göre “…bu «ene’l-hakk” demeyi halk büyük bir da'vâ sanır. “Enel-hak” büyük bir tevâzudur. Oysa “Ben kulum” demek büyük bir da'vâdır, çünkü bunu diyen, iki varlık isbât eder; bir kendisini, bir de Allâh'ı isbâta kalkışır. Ama “Ben Hakk’ım” diyen, kendisini yok etmiştir; yele vermiştir. “Ben Hakk’ım”, yāni ben yokum, hep O’dur. Allah’tan başka varlık yoktur, ben yokluktan ibâretim, hiçim” der. Bunda daha fazla tevâzu vardır. Bundan dolayı halk bu sözü anlamaz.” Söz aslında “Ben diye birşey yok, içimdeki beni yok ettim, her şey ‘O’ yāni Allah’tır. Enel Hak” demektir. Fakat, söylenme biçimi, devrin şartları, zāhir ulemâsının yüzeysel anlama biçimi bir anlam kargaşası doğurmuş ve Hallac söylediğimiz suçlamalara mâruz kalarak böyle trajik bir ölüme mahkûm edilmiştir. Fakat olaya daha yakından bakınca onun îdâmının dînî olmaktan çok siyâsî sebeplerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Hallac’ın sāhip olduğu büyük ün, dervişlerinin sayılarının çokluğu hattâ bu etkinin saray mensuplarını bile içine alması devlet adamlarını endîşelendirmiş ve îdâmına dâir düşünceler ağır basmıştır. Burada hem bu sözün söylenme niyet ve şekline göre insanı hangi noktalara getireceğinin anlaşılması açısından Feridüddin Attar’ın şu yorumunu da hatırlamak gerekir: “Firavun “enel-hak” söyledi, alçaldı, Mansur “enel-hak” söyledi ve kurtuldu.” Görülmektedir ki Firavun’un “ben” demesiyle Hallac’ın “ben” demesi arasında büyük fark vardır. Biri varlığını Hak varlığı içinde düşünürken diğeri Hakk’ı inkâr edip kendini O'nun yerine ikāme etme çabasında olmuştur. Bu bahiste son söz olarak, Erzurumlu İbrâhim Hakkı’nın konuyla ilgili yorumunu ifâde eden şu mısraları da meseleyi doğru anlamak açısından önemlidir: “Hallac ene’l hak söyledi/Hakdır sözü Hak söyledi/Nâdân mukayyed anladı/Amma ki mutlak söyledi”

Yûnus Emre ve Hallac-ı Mansur

Hallac-ı Mansur, bu anlayışı ile Mevlânâ, Şems, Seyyid Nesimi gibi pek çok isme tesir etmiştir. Onun tesir alanında olanlardan biri de Yûnus Emre’dir. Öyleyse şimdi de Yûnus Emre için Hallac ne ifâde eder ona bakalım. Yûnus’a göre Hallac, Allah aşkı konusunda en büyük ve önemli bir isimdir. Zîrâ o da vahdet-i vücûd anlayışına bağlı bir sûfîdir. Kendisinin bu anlayışını dile getirirken Hallac ve hikâyesi onun için en önemli anlatım imkânına dönüşmüştür. Şimdi bu çerçevede söylediği bāzı beyitlere bakalım. “Abdü'r-rezzâk ol dervîş yoldaş idindi beni/Hallâc-ı Mansûr'ıla dâra asılan benem.” Burada Hallac, bir teşbih unsuru olarak kullanılmakta, şâir kendi hâlini onunkine benzeterek kendini onunla özdeşleştirmektedir. Bu da ilâhî aşk konusunda onun da onunla benzer düşüncelere sāhip olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka beyitte ise Mansur ismi şöyle geçer: “Eger gerçek āşıkısan key beklegil sır sözini/Bir sözden oda atdılar miskîn Hallâc-ı Mansûr'ı.” Bu söyleyiş göründüğü gibi Hallac’ın hikâyesine bir atıftır. Buna göre gerçek āşıkları bekleyen son, ateşe atılmaktır. “Ol Hallâc-ı Mansûr'ıla söyleridüm/Ene'l-Hakk'ı/Hem yine anun boynına dâr urganun dakan benem” beytinde ise Yûnus Emre kendini Hallac ile özdeşleştirmekte olup kendisinin de onun gibi “Ene’l-Hak” sözünü söylediğini, böylece boynuna urgan takılmaya râzı olduğunu dile getirmektedir. Bir başka beyitte ise “İlm-i hikmet okıyanlar ışkdan fakir duru bunlar/Mansur oldum asun beni hep dillerde söyleyin” diyen Yûnus yine kendini ilâhî aşk yolunun Mansur’u olarak görmekte, hakīkati dile getirmekten çekinmediğini, bunun sonu îdam bile olsa buna râzı olacağını söylemektedir. Şu beyitte ise Hallac’a bu sözü söyleten sebebin ilâhî aşk olduğu dile getirilir: “Ol ışkınun bir zerresi bıraktı Mansur gönline/Teştı “Ene’l Hak” deyuben çağırdı feryâd eyledi.”

Gerçekten de Yûnus Emre’nin ilâhî aşka dâir şiirlerine baktığımızda tıpkı Hallac gibi konuştuğu görülür. Bunlardan birkaç örnek şöyledir: “Sensin bu gözümde gören sensin dilümde söyleyen/Sensin beni var eyleyen sensin hemin öndin sona”, “Her gelen oldur giden ol görinen oldur gören ol /Ulvî vü süflî cümleten oldur ger bana görine”, “Ezel benüm ilümdür Elest benüm yolumdur/Ezel ile Elest'i ben bunda göre geldüm”, “İnsan sıfatı kendü Hak insandadur Hak togrı bak/Bu insânun sıfatına cümle ‘âlem hayrânımış”, “Sanurdum kendüm ayrıyam dost gayrıdur ben gayrıyam/Beni bu hayâle salan bu sıfât-ı insânımış”, “İnsân sıfatı kendü Hak insandadur Hak togrı bak”, “Asılda âşık u ma‘şûk u ışk bir/ Bu birden gerçi kim yüz bin görindi/Eger âyîne bin olsa bakan bir /Gören bir görinen bin bin görindi”, “Vücûda gelmeyince kimse Hakk'ı bilmedi /Bu vücûddan gösterdi dost bize dîdârını”

Yûnus Emre Dîvân'ında bunlara benzer çok sayıda söyleyiş vardır. İşte bunlardan da anlıyoruz ki Yûnus Emre Hallac-ı Mansur yolunda, onun anlayışını benimsemiş bir sûfîdir. Bu yüzden ona şiirinde çok sayıda atıf yapmış, kendi hâlini onun hâline benzeterek açıklamıştır.

Kaynakça

Mevlâna Celaleddin Rumi, “Fihi Mafih” ve “Mecalisün-seba”dan seçmeler, hazırlayan: Abdulbaki Gölpınarlı, Ankara 1989

Hasan Kamil Yılmaz, “Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar” İstanbul, 2019

Süleyman Uludağ, DİA, Hallac-ı Mansur maddesi, İstanbul 1997

Süleyman Uludağ, Tasavvuf terimleri sözlüğü, İstanbul 1996

Faruk Kadri Timurtaş, Yûnus Emre Divanı, İstanbul 1975

 Eylül 2022, sayfa no: 48-51

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak