Ara

Aşk ve Aşka Kanat Açan Pervâneler

Aşk ve Aşka Kanat Açan Pervâneler
‘Yâ Rab beni pervâne gibi ‘aşka düçâr et, Yâ Rab beni yak şem‘-i cemâlinle gubâr et.’1 ‘Sevginin insanı tam olarak hükmü altına alması ve muhabbetin en üst derecesi’ olarak târif edilen aşk, sûfîlerce ‘ulaşılması istenilen en üst hedef ve sevginin en mükemmel şekli olarak’ kabûl edilmiştir.2 Sûfîler karşı cinse olan muhabbeti ‘mecâzî aşk’, Allah sevgisi üzerine kurulmuş muhabbeti yâni muhabbetullâhı ‘ilâhî aşk/Allah aşkı’ olarak görmüşlerdir. Tasavvuf ehli, genel olarak aşkı târif etmek yerine onun ancak tecrübe edilebilecek bir hâl olduğu konusu üzerinde durmuşlardır. Aşk çağlayanı Hz. Mevlânâ (ö.672/1273); ‘Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır, Aşk, Hudâ sırlarının usturlabıdır’ sözleri ile bu hakîkati veciz bir şekilde dile getirmiştir.3 XVII. Yüzyılın önde gelen sûfîlerinden Abdülehad Nûrî-i Sivasî (ö.1060/1650) ise aşkın târifi konusunda insanların çâresizliklerini şu ifâdeleriyle dile getirmiştir: ‘Işk vasfında zabân-ı urefâ lâl oldu, Gitdi anlanmadı târif-i mâhiyet-i ışk, Cins ü faslı bilinüp câmi’ ü mânî’ olamaz, Vasfa gelmez hele keyfiyyet ü kemmiyyet ü ışk.’4 Sûfîler aşk karşısındaki bu çâresizliklerine rağmen aşk-âşık ve mâşûk arasında dile getirdikleri bâzı benzetmelerle zaman zaman aşkı târif etmeye de çalışmışlardır. Örneğin Karabaş Velî (ö.1097/1686) aşkın bu üç boyutu ile ilgili şu benzetmesi ile aşkı tanımlamaya çalışmıştır: ‘Muhabbet/aşk, âşık ile mâşûk arasında öyle bir haldir ki ateş ile odun arasında olan harâret gibidir. Bu öyle bir harârettir ki odunu cezbeder. Aynı şekilde muhabbet muhibden mahbûba meyledip umûmî iyilikler zincirini boynuna takıp gece ve gündüz çeker. Ateşin harâreti oduna tesir etmeyince odun yanmadığı gibi muhabbet muhibbin kalbinden çıkan böyle bir şeydir.5 Sûfîler, ‘âşık’ ve ‘zâhid’ târifleri ve bu iki sınıfın kıyaslaması üzerinden aşkın değerini ifâde yoluna da gitmişlerdir. Sûfîler, âşığı ‘sevgisini Hak’tan başka hiçbir şeye/kimseye tahsis etmeyen kimse’ olarak kabûl ederken zâhidi ‘ilâhî aşkın yanında gönlünü başka sevgilere de açabilen kimse’ olarak benimserler. Bu yönüyle âşık, zâhidden binlerce berzah mesâfe önde kabûl edilmiştir. ‘Mâşûka vâsıl ola mı bin yıl yilerse de, Tâ olmayınca zâhide bir reh-i nümâ-yı ışk.’6 Sûfî düşüncede bu kıvâmı yakalayan âşık, mâşûkuna bakan aynaya benzetilmiştir. Sûfîlere göre aşk öyle tesirli bir şeydir ki aşk deryâsına dalan vahdetin hakîkatine erer. Bu durumda da mâşûk, âşıkla aralarındaki perdeleri kaldırır.7 Sûfîlere göre nefsin bitmek tükenmek bilmeyen kötü arzuları ilâhî aşkın ateşiyle yok olur. Dolayısıyla âşık, mâşûkun hâli ile hallenir ve fenânın mertebeleri olan ‘ayne’l-yakîn’ ve ‘hakke’l-yakîn’e ulaşır. Sûfî, bu hallerin tesiri ile hâl ve kâl olarak sevdiğinin bütün güzelliklerine ulaşır. Sûfîler, âşığın âşık olduğunu iddia edip sevdiğinin hâli ile hallenmemesi durumunda âşığı, sevgi iddiasında olup bu iddiasını ispatlayamayan kimse durumuna düşmüş olması sebebiyle eleştirmişlerdir: ‘İlâh’a isyân ediyor ve onu sevdiğini iddia ediyorsun, Ömrüme yemîn olsun ki bu, işlerin en benzersizidir, Eğer sevgin doğru olsaydı O’na itâat ederdin, Çünkü seven sevdiğinin itâatçisidir.’8 Kur’ân-ı Kerîm’de aşk kelimesi geçmemekle birlikte ‘Mahabbet’ kavramı etrâfında aşka yönelik bâzı işâretler söz konusudur. ‘Allah öyle bir kavim getirir ki kendisi (Allah) onları sever, onlar da Allâh’ı severler’9 âyeti sûfîlerce Allah sevgisinin/muhabbetinin/aşkının bir göstergesi olarak kabûl edilmiştir. Sûfî düşüncede varlığın varlık sebebi de aşk/muhabbettir. Vücûd-ı mutlak olan Allah Teâlâ aynı zamanda kemâl-i mutlak ve cemâl-i mutlaktır. Yâni sevgi ve farkındalığın da mutlak hâlidir. Bundan dolayı Allah Teâlâ, insanı ve kâinâtı bir ayna olarak yaratmıştır. Hadîs-i kudsî olduğu ifâde edilen bir sözde Allah Teâlâ’nın ‘Ben bir gizli hazine idim. Bilinmeyi istedim ve âlemi yarattım10 buyurduğu nakledilmiştir. Sûfîlere göre ‘aşk’; kulun Allah Teâlâ’ya karşı duyduğu sevgiyi ifâde etmektedir. Onlara göre, gönülden ve candan sevmek anlamına gelen ‘mahabbet/aşk’ kulun kalbinin tabii bir şekilde Allâh’a ve O’na âit olan şeye meyletmesi ve yönelmesi mânâsına gelmektedir. Tasavvuf yolcusunun sırayla katettiği ‘tâlib, mürîd, sâlik ve vâsıl’ makamlarında sekiz türlü sevgi aşamasından bahsedilmiştir ki bunların ilki sevme hâli sebebiyle kalbin özlem duymasını ifâde eden ‘meveddet’tir. İkincisi sâlike gözyaşlarını dökmesine sebep olan sevdâyı ifâde eden ‘hevâ’; üçüncüsü sevgilinin sevmesi ile serbest oluş ve dostluğu ifâde eden ‘hillet’ ve dördüncüsü ise kötü huylardan arınıp sevgiliye lâyık olma ve yaklaşmayı ifâde eden ‘muhabbet’ halidir. Sevginin beşinci tezâhürü sevginin ateşi ile kalbin yanıp parçalanması anlamına gelen ‘sağaf’, altıncısı sevdâlının kul/köle olmuşçasına çılgınca sevme hâlini ifâde eden ‘hüyam’, yedincisi dost ve yârin güzelliğiyle, sevgi şarabının kana kana içilmesi anlamına gelen ‘valeh’ ve sekizincisi aşkın değil sadece mâşûkun olması ve var olan her şeyin O’ndan ibâret olmasını ifâde eden ‘aşk’ makamıdır.11 Tasavvuf Aşk, Âşık ve Mâşûku Buluşturan Sistemin Adıdır: Yûnus Emre (k.s), Mevlana (k.s), Seyyid Mir Hamza Nigarî (k.s) ve Diğerleri Aşk denilince sâdece Anadolu’da değil bütün dünyâda ilk akla gelen isimlerden birisi Yûnus Emre’dir.12 Sûfî kişiliğiyle ilâhî aşkın kendisini nefsinden geçirip Mevla’ya kavuşturmasını şu dizelerde dile getirmiştir: Ben yürürüm yane yane, Aşk boyadı beni kana, Ne âkılem ne divâne, Gel gör beni aşk neyledi.’13 Âşık Yûnus bir başka dörtlüğünde ise aşkın ezelden ebede gönlünde var edilişini ve aşktan duyduğu hazzı şu şekilde dile getirmiştir: ‘Aşkın odu ciğerimi, yaka geldi, yaka gider, Garip başım bu sevdâyı, çeke geldi, çeke gider, Kâr etti firak cânıma âşık oldum Sultânıma, Aşk zincirin dost boynuma taka geldi taka gider.’14 Aşk çağlayanı Hz. Mevlânâ ise âşığın hâlini özlem dolu ifâdelerle şu şekilde tasvir etmiştir: ‘Âşık, aşk diyârında ne söylerse söylesin ağzından aşk kokusu yayılır. Fıkıhtan bahsetse ağzından hep yokluğa âit sözler çıkar; her sözünde yokluğun nakşını işler. Küfrü anlatsa dînin hakîkatini söyler. Eğri söylese doğru görünür. O ne güzel eğridir ki doğruyu süsler. Eğri görünse de Hakk’ın sözü doğrudur. O eğri değil, dosdoğrudur. Ekmek şeklinde olan şekerin görünümü ekmeğe benzese de şüphesiz tadı ekmek değil şekerdir.15 Üstâdı İsmail Şirvanî’nin: ‘Mir Hamza, aşk-ı ilâhî ile mahvi vücûd etmiştir. Ânın mürşidi aşktır16 ve İskender Pala Bey’in ‘Mîr Hamza Nigarî adı lügatte bir kelime olsaydı, karşısında mutlaka ‘aşk’ yazıyor olurdu17 tespitinde bulunduğu Mir Hamza Nigarî ise aşka bakışını şu dizelerde dile getirmiştir: Ey ‘aşk-ı şirîn kelâmı ahlâ Senden kamu güft ü gûy-ı zîbâ Ey ‘aşk-ı lezîz-i hüsn-zâde Senden kamu nesr ü nazm-ı hüsnâ Ey ‘aşk-ı cihâna gulgule-endâz Senden kamu hûy u hây şeydâ Ey ‘aşk-ı kilîd ü kufl-i esrâr Senden açılur kamu mu’ammâ Ey ‘aşk-ı delîl ü pîr-i sâlik Senden umulur visâl-i Mevlâ Ey ‘aşk-ı Nigârî da-dârın Çık başına çak ayağı sevdâ18 Mevlânâ, Yûnus Emre ve Nigarî gibi aşk oduna/ateşine yanan pervanelerden birisi de Bâkî’dir. O aşkın büyüleyici atmosferindeki halini şu ifâdelerinde dile getirmiştir: ‘Bâki yanardı âteş-i ‘aşk ile odlara, Tâk-ı felekde meş'ale-i mihr yanmadın’19 Netice Olarak Sûfîlerin mecâzî aşktan ilâhî aşka seferle hayatlarını anlamlı kılma gayretinde olduklarından bahsedebiliriz. Onlar, aşk ve ma’rifetullâhı makamların en üstünü olarak görmüş ve bu makâma ulaşabilmek için nefis, şeytan ve diğer engellerden kurtulmak gerektiğinden bahsetmişlerdir. Sûfî düşüncede aşk, târifi yapılamayan ancak yaşanarak tecrübe edilebilecek bir makâmı temsil etmektedir. Prangalarından kurtulan bireyin/sâlikin Allah Teâlâ’ya, aşkı sâyesinde O’nun (c.c) sıfatlarıyla muttasıf bir birey/sâlik hâline geleceğini belirten sûfîlere göre, Allah Teâlâ’nın kalbe tecellîleri de kişinin/sâlikin aşkı oranında olmaktadır. Kulluk şuurunun zirve noktasını ifâde eden aşk; âşık ve mâşûku buluşturan sihirli/gizemli makâmın adıdır. Tasavvuf, ihsan, ihlas ve diğer halleri/makamları ile aşkın hizmetinde olan bir sistemdir/kurumdur ve bu sistem/kurum sâyesinde mürşidi aşk olan Hz. Yûnus Emre, Hz. Mevlânâ, Hz. Nigarî ve Hz. Bâkî gibi nice gönül sultanları yetişmiştir. Abdullah Sivaslı (Mayıs 2016) Dipnotlar: [1] M. Sait Mermutlu, ‘Diyarbakırlı Nigâhî ve Divânçe’si’, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi - Sayı: VII, Nisan 2012, s.157. 2 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s.50; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2005, s.65. 3 Büyük sûfînin bu sözlerini Ya’kûb-ı Çerhî (ö.851/1447) şöyle şerh etmiştir: ‘Aşk gerek hakîkî, gerekse mecâzî olsun insana rehber konumundadır. Aşk öyle bir sırdır ki onu açıklamak, anlatmak için ne söylesem aşka tutulduğumda o sözlerden utanırım. Dil sırları aydınlatıcıdır. Ancak dile gelmeyen aşk ondan daha aydındır. Kalem aşk bahsine geldiğinde çatlar, âciz kalır. Akıl bu gülün târifinde âciz kalır. Aşk ve âşıklığı yine aşkın kendisi târif eder.’ Ya’kûb-ı Çerhî, Neynâme, Hazırlayan: Halilullah Halili, Tahran 1375, s.169-170. 4 Abdülehad Nûri-i Sivasî, Divan, Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Bölümü, nr.159, vr.3a. 5 Karabaş Velî, Risâle-i Tarikatnâme, Fatih Millet Kütüphanesi (Ali Emiri-Şer’iyye Bölümü) nr.1181, vr.35b. 6 Nûri-i Sivasî, Divan, vr.44b. 7 Schimmel Annemaria, Ben Rüzgar Sen Ateş, Çeviren: Senail Özkan, Ötüken Yay., İstanbul 1999, s.196. 8 Muhammed Gazalî, İslam’ın Manevî Boyutu, Şura Yay., İstanbul 1990, s.260. 9 Maide 5/54. 10 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.121 (Hadis Nu: 2014) 11 Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1986, s.113-114; Fatih Çıtlak (2012) ‘Mesnevi’nin İlk 18 Beytinin Arkasındaki Sır Aydınlanıyor’, Aktüel Dergisi,  www.aktuel.com.tr. Yayın Tarihi: 21.11.2012. Erişim Tarihi: 15.07.2014. 12  Mehmet Bayrakdar, Yûnus Emre ve Aşk Felsefesi, Ankara 1991, s. 87; Emek Üşenmez, ‘Yûnus Emre Divanında Türkçe İslamî Terimler’, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/1, Winter 2013, s.625. 13 Cengizhan Orakçı, Yûnus Emre’den Seçmeler, Konya 2005, Elips Yay., s.160. Yûnus, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli üzerine yapılan bir araştırma için bkz., Nural İmik Tanyıldızı, ‘Türk Kültürünün Gençlere Tanıtımında Medyanın Rolü: Hacı Bektaş Velî, Mevlana ve Yûnus Emre Üzerine Bir Araştırma’, Türk Kültürüv Ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı LIX, s.101-118. 15 Ethem Cebecioğlu, ‘Psiko-Tarih Açısından Farklı Rûhî Tekâmül Mertebelerinin Mevlânâ’nın Anlaşılmasındaki Rolü-Metodolojik Bir Yaklaşım’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, s.44-45. Hz. Mevlana’nın aşkla ilgli düşünce ve tespitleriyle ilgili olarak bkz., Yakup Poyraz, ‘Fenâfillâh Mertebesinden Bekâbillâh Makamına Mevlânâ’da İlahî Aşk’, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/9 Summer 2014, s.871-895. 16 İbnülemin, Son Asır, s.1210. 17 İskender Pala, Bir Hamza Nigarî Yaşamıştı, KES, Sayı:13, s.77. 18 Hamza Nigarî, Dîvân-ı Seyyid Nigarî(Türkçe), Tiflis1326, s.2. 19 Ali Yıldırım, ‘Baki’nin Devriyye Türünde Yazdığı Bir Gazeli’, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: X, Sayı: I, (Elazığ 2000), s.212.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak