Ara

Amel

Amel

“Rabblerine olan derin saygılarından dolayı sorumlu davrananlar; Rabblerinin âyetlerine inananlar; Rabblerine ortak tanımayanlar, verdiklerini, Rabblerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek verenler; işte bunlar iyiliklere koşup, bu uğurda yarışırlar.” Mu’minûn sûresi 57 ilâ 61. âyet-i celîle’nin îzâhında Âişe-i Sıddîka Vâlidemiz (r.anha) “İsyan içinde olanlar mı Allâh’ın azâbından korkarlar?” deyince Efendimiz (sav): “Hayır, ibâdetlerinin kabûl olup olunmamasından korkanlar” buyurdu. Çünkü kişi namaza durur, yanında iki melek hazır olur. Yerine göre ameli yüzüne çarpılır. Mâûn sûresinde “Vay o namaz kılanların hâline ki onlar kıldıkları namazdan gâfildirler.” Biz günâhımızdan dolayı tevbe ederiz. Ama o kutlu erler ibâdetteki gafletlerinden tevbe ederler.

İbâdetin kabûlünün şartlarını nasıl tesbît ederiz? Kalpteki ateş, gözdeki yaş, kalpte zuhûr eden haşyetin vücuttaki görüntüsüyle. Bir mescide dâvet olunduğunda saçı sakalıyla meşgûl olan birini gördüğünde Efendimiz (sav): “Eğer kalbinde haşyet olsaydı âzâlarında da olurdu.” buyurdu.

İsviçre’de Cemâatle namaz kılarken en geri safta bulunan orta yaşta bir zât vardı. Yüzü ay gibi parlaktı. Namazdaki gözyaşı âhu vâhı etraftan da duyuluyordu. Meğer o zât yeni îmân eden, İslâm’ın tadını her zerresinde duyan bir kimseydi. Bize bu hâdise İslâm târihinden şu güzîde tabloyu hatırlattı: Ammar (r.a) kendine yapılan zulüm ve cefâya direnmeye devâm etti. Bir gün yine ona aklını kaybedesiye, soluğu kesilinceye, derileri soyuluncaya kadar çok ağır işkence yaptılar. Putlarını hayır ile yâd etmedikçe bırakmayacaklarını söylediler. O da ölümden kurtulmak için onların istedikleri şekilde Lât ve Uzza lehinde zarûreten konuşmak zorunda kaldı. Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz doğruca Rasûlullah (sav) Efendimizin huzûruna vardı. Başından geçenleri ağlayarak anlattı. Efendimiz ona: “Bu sözleri söylerken kalbini nasıl buldun?” diye sordu. O da: “Kalbimde Allâh’a îmanda en ufak bir değişiklik olmadı.” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz (sav): “Ammar’ı başından ayağına kadar îman kapladı. Îman kemiklerine işledi.” buyurdu.

Sâmî Efendi Hazretleri’nin (ks) evlatlarından Yusuf Beceren ellerini dizlerine koyamazdı. Namazda rengi uçar âdetâ kendinden geçmenin emâreleri görülürdü. Medîne-i Münevvere’ye girerken arabayı kullanırken direksiyonu bırakır, yine ellerini havaya kaldırır. Arabayı kim sürdü bilemem ama vâsıta Medîne-i Münevvere’ye, gönüller de menzîl-i maksûda erişir. 

Ashâb-ı Kirâm’ın gece yaptığı tâat nûr yüzlerinde daha nûraniyetle kendini gösterirdi. Yaptıkları tâatlerin sûreti de sîreti de, esrar ve hikmeti de âzâlarında belli olurdu. Medîne-i Münevvere’de bizimle umre yapan, Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm ile de görüşen bir kardeşimiz vardı. Meczûbînden Yaşar Efendi onu gördü ve dedi ki: “Kâbe’nin resmi yüzüne vurulmuş.” 

Termal kameralarla, yapılan hayır ve şer işleri vücutta kendini gösterir de gönül ekranında hiç belli olmaz mı? Vücuttan alınan kan bedendeki hastalığı bir bir gösterir de evliyâullâh’ın nûrla bakan gözü, mânevî ultrasonu insanın ahvâlini hiç bildirmez mi? Daha görmeden, gönül ekranında mürşid-i kâmil ihvânının hâlini biiznillâhi Teâlâ seyreder. Sabah saat 9’da evimize misâfirler gelir. Bir tânesi geç saatte kapının ziline basar. Üstâzımız “söyleyin ona” der, “Yapmış olduğu yanlış bir işi temizlesinler” buyurur. Onu duyan kimse ellerini yüzüne kapar, nedâmet ederek eve döner. Fâizle yaptığı bir işi tarlasını satarak helâle dönüştürür. 

Sâmî Efendi Hazretleri’ne 60 kişi intisâb için yola çıkarlar. Sâdece 2 kişiye ders verir. Bu cemâatin içinde bulunan müftü bir zâta der ki: “Evlilik işini hallet de öyle gel.” Meğer başkasının nikâhında olan kadını kaçırarak evlenir. Önlerine konan yiyeceklerin helâl olup olmadığını yiyip yememesinden anlarlar. Çokça ikrâm edilen bir bisküviyi bir müddet sonra yemez. Araştırdıklarında o müesseseye haramın bulaştığı görülür. Kabûl dergâhına giden ameller de melekler vâsıtasıyla kontrol edilir. İçinde riyâ, kibir, ucub bulunursa amel kabûl edilmez.

“De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sâdece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf, 110.) Riyâ, ikiyüzlülük gibi Allâh’a gizli ortak koşmayı amellerine karıştırmasın. 

“Allâh’ın en çok sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır.” 

“Allah vücutlarınıza ve şekillerinize bakmaz. Fakat Allah kalplerinize bakar.” 

“Kişi, insanların gözünde cennetliklerin işi gibi iş yapar oysa o cehennemliktir.” 

“Amelin hâlis ise, azı da sana yeter.” 

 

Vardık tâ Pîr-i Kâmile, taş olsa dil yumuşağ olur,

Firavun ise nefsin, yakın bir murdan alçağ olur,

Oldunsa vâkıf aczine, ednâ amel bir dağ olur,

Çürüklerin hep sağ olur, zehrin kamu bal yağ olur,

Dağlar yemişli bağ olur, cümle cihan bostan sana!

Es’âd-ı Erbilî (ks)

Üretilen mal fabrikanın değerine göredir. Kalp fabrikasını ilme’l-yakînden ayne’l-yakîne, ayne’l-yakînden hakka’l-yakîne ulaştıranlar, şerîat, tarîkat ve ma’rifetin sırrına erenler, mukarrebûn olanlar en güzel kumaşı pazarda sergilerler. Öyle olur ki, şeytan ve melek dahi haberdâr olamaz. “İhlâs, Allah ile kul arasında bir sırdır. O sırrı melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki bozsun.” buyurdu Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri (ks). 

Bâtın şerîata uymadıkça kabûl değildir. Kişi farz, vâcip, sünnet, müstehaplarına riâyet eder, ondan sonra kalbin güzellikleri ortaya çıkar. 

Şerîat, tarîkat yoldur varana

Hakîkat, ma’rifet andan içeri


Süleyman kuşdilin bilir dediler

Süleyman var Süleyman'dan içeri


Unuttum din diyânet kaldı bende

Bu ne mezhebdürür dinden içeri


Dînin terkedenin küfürdür işi

Bu ne küfürdür îmandan içeri


Geçer iken Yûnus şeş oldu dosta

Ki kaldı kapıda andan içeri

Hızır (as) Mescid-i Aksa Camide

Yine bir Cuma günü Mescid-i Aksa Camisi dolup taşmış, safların arasından iğne geçmezmiş. Hızır (as) üstü başı yırtık, sökük bir halde arka saflarda birinin yanına diz çökmüş. Hoca ise sırat köprüsünü anlatıyormuş, işte böyle kılıçtan keskin, kıldan ince, düşenler, ok gibi geçenler vs. Herkes ağzını açmış hocayı dinliyormuş. Hızır (as) yanındaki adama bakmış adam hocayı dinlemiyor başına eğmiş hafif, hafif sallıyor.

Hızır (as) yanındaki adamı dörtmüş Hoca çok önemli bir olayı anlatıyor bak herkes dinliyor sen niye dinlemiyorsun” deyince adam işaret parmağını dudaklarına götürerek sus demiş. Hızır susmuş tekrar insanları seyretmeye başlamış evet herkes hocayı dinliyor ama yanındaki adam dinlemiyor.

Bir kez daha adamı uyarınca adam Bana bak senin Hızır olduğunu söylersem camide bulunan bu insanlar hocayı dinlemekten vazgeçerler, senin peşine takılırlar, otur oturduğun yerde bir daha beni rahatsız etme demiş.

Hızır (as) susmuş, Ezan okunmuş, Hızır (as) farzı kılmış, sünneti beklemeden dışarı çıkmış. Cebinden isimlerin yazılı olduğu defterini çıkarmış kontrol etmiş biraz önce Mescid-i Aksa camisinde kendisini tanıyan adamın ismini görememiş. Durumu Allâh'a arz etmiş, Allah’tan şöyle bildirilmiş Bizim iki adet isim defterimiz var, biri genel, biri özel defterlerdir. Genel defteri size verdik, özel defter bizde kalıyor. Sizi camide tanıyan kişi bizim özel defterlerimizde kayıtlı Halis ve Muhlis kullarımızdandır.”

Nasıl ki ilâhî defterde ismi bulunanlar varsa meleklerin kaydetmediği ameller de vardır.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak