Ara

Alp-Eren Tipinin Sembol İsmi; Sarı Saltık

Alp-Eren Tipinin Sembol İsmi; Sarı Saltık

“Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan.

Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan”

  1. Kemal Beyatlı

Yûnus Emre’nin sûfî çevresi içinde düşünülmesi gereken isimlerin en başta gelenlerinden birisi de Sarı Saltık’tır. Bunu bizzat Yûnus Emre’nin kendisi söylemektedir. Onun “Yûnus'a Tapduğ u Saltuğ u Barak'dandır nasîb/Çün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân olam” beytinde dile getirdiği ve tarîkat silsilesi olarak da yorumlanan beytinde Tapduk ve Barak Baba ile birlikte Sarı Saltık’tan da söz ederek onu nasip aldığı kişilerden biri olarak anar. Öyle ise bu iki isim arasında bir münâsebet olduğu açıktır.

 

Tahta Kılıçlı Bir Gāzî-Eren

Bu konuyu detaylandırmak için önce Sarı Saltık (Saltuk) kimdir ona bakalım: Hayâtı menkıbeleştirilmiş bütün büyük şahsiyetler gibi Sarı Saltık’ın da hayâtına dâir söylenecekler tek tip bir gerçekliği ifâde etmez. Her anlatımda farklılıklara hattâ tezat anlatımlara rastlanır. Buna rağmen genellikle kabûl gören görüş, o bir gāzî-derviş olarak bilinmektedir ve menkıbeye göre de elindeki tahta kılıçla savaşan bir karakterdir. Onun menkıbelerinin yer aldığı Saltuknâme, Sarı Saltuk'un asıl adının Şerif Hızır olduğunu söyler. Şerif Hızır, üç yaşındayken babasız kalır. Yetiştirilmesi işini Seravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç kullanmayı, dînî-tasavvufî bilgileri öğrenir. Şükrü Akalın ondan “Alpler çağının önde gelen kişilerinden; olağan üstü gücü, kahramanlığı, merhameti, bilgisi, inancı, fedâkârlığı, kerâmetleri ile alp-eren tipinin en güzel bir örneği” diye bahseder. Mücâdelesini önce Anadolu’da sürdüren Sarı Saltık 1263-64’te bir Türkmen aşîreti ile Dobruca’ya geçer. Ardından Balkanlar’da hem gazâ yaparak hem de tekkeler kurarak fetih ve irşad faaliyetlerinde bulunur. Saltuknâme'ye göre 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından zehirlendikten sonra hançerlenerek şehîd edilmiştir. (ö. 697/1297-98) Serrac’ın eserinde ise 1298’de 70 yaşında öldüğü yazılıdır. Fakat asıl kabrinin nerede olduğu bilinmemektedir. Gerek Rumeli’de gerekse Anadolu’da ona izāfe edilen birden fazla makam bulunmaktadır. Çok kısa özetlenen bu hikâye, Sarı Saltık ve alperenleri eliyle Balkanların Müslümanlaştırılması ve buralara Türkmen aşîretlerinin iskân hikâyesidir. Bu arada onu yine Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli bir isim olan Battal Gāzî gibi de düşünmek mümkündür. Zâten kendisi de soyunu ona bağlar.

Saltık’tan Alınan Nasip

Sarı Saltık denilince eren vasfı olsa bile akla öncelikle eli kılıçlı, hayâtı gazâlarla geçen bir gāzî portresi gelir. Ne var ki o da ceddim dediği Battal Gāzî gibi dînî-tasavvufî bir şahsiyet olma özelliğine de sāhiptir. Yûnus Emre’ye gelince, ona dâir algılarımız onun bir sevgi, barış insanı olarak şiirler söyleyen bir derviş olduğu şeklindedir. Hayâtının büyük bir bölümü Tapduk Emre dergâhında tasavvuf eğitimi alarak geçmiş, bu eğitim tamamlanınca da Anadolu’nun muhtelif yerlerine irşâd için gönderilmiştir. Yine onun dağdan odun kesip dergâhın mutfağına getiren münzevî bir derviş özelliği de olduğu düşünülür.

Durumu böyle kabûl ettiğimizde böyle birinin Sarı Saltık gibi eli kılıçlı bir gāzî ile nasıl bir münâsebeti olabilir dahası Yûnus Emre ilgili beyitte nasip aldığı kişilerden biri olarak niye onun adını anmaktadır soruları akla gelmektedir. Bu soruların doğru cevâbı için o dönemdeki tekkelerin fonksiyonları ile ilgili bilgilerimizi gözden geçirmek ve onları bugünkü algılarımıza göre değerlendirmemek gerekir. O dönem bilindiği üzere Moğol, batıdan ise Bizans saldırılarının kıskacı altında kalan bir Anadolu vardır. Devlet çöküşe geçmiş, halk maddî-mānevî pek çok sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştır. Bir yandan da doğudan Anadolu’ya Türk göçleri devâm etmektedir. Gerek önce gerekse sonra gelen Türkmen aşîretlerinin Anadolu’yu yurt kılmak için bu topraklarda iskânı söz konusudur. Yine bu karmaşa ortamında dînî-tasavvufî konularda da ciddî bir kafa karışıklığı vardır. İşte tekkeler, bütün bu hâdiseleri yakından tākip eden kurumlar olarak sâdece tasavvufî eğitim verilen yerler olmayıp aynı zamanda birer iş, meslek, tarım, hayvancılık ve sanat merkezleridir. Daha da önemlisi siyâsî olaylar karşısında bir duruşları vardır. Gidişatı görerek halkı din-tasavvuf konusunda aydınlatacak insanlar yetiştirirken bunların her an için karşı karşıya kalabilecekleri tehlikeler karşısında onlara silah eğitimi de vererek onları eren olmanın yanında gāzî olarak da yetiştirmektedirler. Yine Anadolu’da birliği sağlama ve Osmanlı’yı kurma konusunda ümit va’deden Osman Gāzi etrafında görmekteyiz. Bunun en bilinen örneği Şeyh Edebalı ve Tursun Fakih’tir. Yine dönemin önemli velîleri olan isimlerin de Osman Bey’e destek oldukları bilinmektedir.

İşte bir gāzî-eren olan Sarı Saltık ile Yûnus Emre’yi bu bağlamda birlikte düşünmek gerekmektedir. Zîrâ Sarı Saltık, Tapduk Emre ile yakın münâsebeti olan bir isimdir. Saltukname’deki anlatımlara göre ikili arasında Nallıhan’daki Tapduk Emre dergâhında görüşmeler olmuştur. Dolayısıyla bir Tapduk Emre dergâhı mensûbu olan Yûnus Emre’nin de Sarı Saltık ile görüşmesi, bu olmamışsa bile onunla mānevî bir yakınlığının olması gerekir. Bunu destekleyecek bir husus da, Yûnus Emre’nin tarîkat silsilesi olarak kabûl gören beyte göre, Sarı Saltık’ın Rifâî olması dolayısıyla Yûnus Emre için de böyle bir adlandırma yapılarak onun bir Rifâî dervişi olarak görülmesidir.

Mâdem Sarı Saltıkla Yûnus arasında ister aynı tarîkatten olma ister gönül dostluğu şeklinde bir münâsebet vardır, öyleyse bu iki büyük ismi bu münâsebet çevresinde de ele almak gerekir. Çünkü Sarı Saltık, Yûnus Emre’nin ilgili beyitte de söylenildiği gibi nasiplendiği isimlerdendir. Fakat bu durum bizi ikisinin de aynı tarîkattan olduğunun ötesinde bir durumla karşılaştırmaktadır. Zîrâ Sarı Saltık, elinde kılıçla özellikle Balkan coğrafyasının müslümanlaşmasında rol oynayan bir gāzî-derviştir.

Aksiyoner Bir Derviş

Bu durum Yûnus Emre’ye farklı bir gözle bakmayı gerektirir. Zîrâ Yûnus’u çoğumuz bir dergâhta akşamları tasavvuf eğitimi gören, gündüzleri ise bütün zamânını odun kesmekle geçiren bir derviş olarak görmekteyiz. Hakkında yazılan romanlarda ve çevrilen filmlerde de anlatım aşağı yukarı böyledir. Onu bu şekilde anlatmak için de dîvânından bağlamından kopartılmış bāzı şiirleri kullanılmaktadır. O, buna göre gönül kırmayan, döğene ve söğene karşı elsiz ve dilsiz duran, herkesi seven, müsâmahası çok geniş biridir. Dergâh sonrası hayâtında ise Baki Altınok’un da bir makālesinde dediği gibi “Elinde asâ, sırtında heybe, diyar diyar dolaşarak ilâhiler söyleyen, miskin, ülkede yaşanan sosyal olaylara kayıtsız” bir şahsiyet olarak tanıtılmaktadır.

İşte Sarı Saltık-Yûnus münâsebeti ne şekilde gerçekleşmiş olursa olsun bu ezberi bozacak niteliktedir. Nitekim Yûnus dîvânında bizim bu görüşümüzü teyit eden söyleyişler de yer almaktadır. Onun “tatar” ifâdesiyle Moğollara, “Yedikleri yoksul eti içtikleri kan” diyerek zālim beylere, dervişliği şekilden ibaret görüp istismar edenlere, medrese hocalarına vs. ne keskin eleştiriler getirdiğini görürüz. Bu da bizi onu söz kılıcı ile mücâdele eden Yûnus Emre portresine götürür. Nitekim bütün bir dîvânı bizi, önce kendi nefsine karşı ardından bu savaşı kazandıktan sonra her türlü sosyal, siyâsî, dînî, tasavvufî problemlere karşı mücâdele eden bir karakterle karşılaştırır. Bu durumu en çok da şiirlerinde geçen şehitlik, gāzîlik, gazâ, gāzî, düşman, çeri, leşker, subaşı, ok, yay, kılıç, kalkan gibi savaş ve askerlikle ilgili kelimelerden anlamaktayız. Bu durum haklı olarak öncelikle onun nefsî mücâdelesini anlatmak için bu kelimelerden yararlandığı şeklinde elbette düşünülmelidir ama iş kanaatimizce bu noktada kalmaz. Onun çizdiği savaş manzarası aynı zamanda döneminde hem Bizanslılar hem de Moğollarla yapılan silahlı mücâdeleyi de düşündürür. Hattâ bunlar arasında “Gâh bir gāzî olam Efreng ile cenk kılam” ve “Havf ü recâ sende yok eyle ki bir Tatar’sın” gibi mısrâlar onun kendisini bir gāzî olarak da tanımladığını gösterir. Zîrâ karşısına aldığı güçler Tatar kelimesiyle Moğollar, Efreng kelimesi ile Hristiyanlar yāni Bizanslılardır.

Demek ki karşımızda yaygın kanaatin aksine devrinin siyâsî, dînî, tasavvufî, askerî olayları karşısında tavır alan bir derviş portresi vardır. İşte böyle bir portrenin oluşmasında Yûnus Emre üzerinde Sarı Saltık’ın müessir olduğu düşünülebilir. Fakat Yûnus’un bunu, her ne kadar nefs savaşını gerçek savaş kelimeleri ile anlatsa bile daha çok söz kılıcı ile, sözün gücü ile yaptığı görülmektedir. “Menâkıb-ı Ahî Evran Velî” adlı eserde söz edildiği gibi, onu dönemin olayları karşısında aktif bir mücâdele sergileyen Hacı Bektaş, Ede Balı gibi isimlerle birlikte görürüz. Hele bu kaynakta adı geçen Ede Balı adı anıldıktan sonra söylenilen “Yûnus bile anınla düştü yola/Nice ahîyi buluben şâd ola” beyti, karşımıza Moğollara karşı mücâdele veren bir Ahî Yûnus çıkarır. Hattâ konuya böyle baktığımızda onun Anadolu, Yukarı iller dediği bölgelerdeki seyahatlerini salt Tapduk mānâsını halka saçmak için yapılan gezi olarak sınırlamamak ve bunlara sosyal ve siyâsî bir anlam da yüklemek gerekmektedir. Nitekim gittiği yerlerde tebliğ ve irşâdını yaparken tekkeler kurduğu, dervişler yetiştirdiği, böylece Anadolu insanını örgütlediği de şiirlerinden anlaşılmaktadır. Konuya böyle bir gözle baktığımızda ise Yûnus Emre’yi Sarı Saltık izinde bir Anadolu velîsi olarak görmemek için hiçbir sebebimiz kalmaz.

Bütün bunlardan dolayı 13. asır sûfîliğini, tekkeleri ve mensuplarını aksiyoner erenler olarak görmek gerekir. Yûnus Emre ise bu isimlerin en başta gelenidir. Nasıl Mevlânâ nazarına muhātab olup gönül mücâhidi olmuşsa Sarı Saltık, Geyikli Baba gibi gazâ ehli dervişlerden de nasip alarak aksiyoner bir derviş kimliği kazanmıştır. Bunu Osman beyin dervişlerini tekkesinde mānevî olarak eğitip ardından Osman Gāzi’ye alp olmaları için gönderen biri gibi de düşünmek gerçeğe aykırı olmayacaktır. Çünkü nefs savaşını kazanamayan biri silahla yapılan savaşı da kazanamaz. Bu tür eğitimin de hem dînî-tasavvufî, ahlâkī, hem de şartlar dolayısıyla askerî eğitim olacağı muhakkaktır.

Kaynakça

Abdülbaki Gölpınarlı, Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 2008

Baki Yaşar Altınok, Yeni Vesikalara Göre Yûnus Emre’nin Ahi Evran Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı ile İlişkisi, Yûnus Emre Kitabı, Aksaray 2017

Haşim Şahin, Dervişler ve Sûfî Çevreler, İstanbul 2018.

Lütfi Bergen, Yûnus Emre ve Ahilik-Fütüvvetçilik, Dil ve Edebiyat Dergisi, sayı 143, Kasım 2020

Necdet Tosun, Yûnus Emre Rifâî, Hacı Bektaş Vefâî, Tasavvuf Dergisi, Sayı 31, Ocak-Hazîrân 2013

Necati Demir/M. Dursun Erdem, Saltıknâme (Saltık Gazi Destanı), İstanbul 2013

Mart 2022, sayfa no: 48-49-50-51

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak