Ara

Allâh’ın Yardımı Ne Zaman? / Dr. Garip Aydın

Allâh’ın Yardımı Ne Zaman? / Dr. Garip Aydın

“İnsanın nâçâr düştüğü, hiçbir dayanağının kalmadığı,
sebeplerin kesildiği anlarda o sonsuz ümit
kaynağı bütün parlaklığıyla tecellî eder.”
(Atâullah İskenderî, Hikem-i Atâiyye)

“Rabbim Allah” dediği için şiddetli işkenceler gören sahabilerden biri olan Habbâb b. Eret (ra) bir gün müşriklerin kendilerine yapmış oldukları eziyetlerden bunalmış bir vaziyette Allah Resûlü’nün (sav) yanına gelmişti. O esnâda Efendimiz (sav) cübbesini yastık ederek Kâbe’nin gölgesinde dayanmış bir vaziyette idi. Habbâb: “Ey Allâh’ın elçisi bizim için Allah’tan yardım (nusret) dilemez misin? (Müşriklerin zulmünden) kurtulmamız için Allâh'a duâ etmez misin?” demişti. Bunun üzerine Resûlullah (sav) önceki ümmetlerin daha büyük işkenceler gördükleri halde onların dinden dönmediğini anlatmış, Allâh’ın yardımının mutlaka geleceğini ancak acele edildiğini ifâde etmişti. (Buhârî, “İkrâh”, 1)

Hadîs-i Şerîf, Allâh’ın zaferi ve yardımının (nusretinin) mutlaka geleceğini müjdelemekte, ancak inananların acele etmemesini dolayısıyla Allâh’ın yardımına ulaşmak için kulun atması gereken adımlar bulunduğunu ifâde etmektedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm’de Allâh’ın yardımının “ne zaman?” olduğu sorusuna “yakın” olduğu cevâbı verilmekle birlikte (Bakara, 214.) o yardımın gelmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Örneğin Âl-i İmrân sûresinin 125. âyetinde “Evet, sabrettiğiniz ve Allâhʼa karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.” buyrulmuştur. Burada açık bir şekilde Allâh’ın yardımı sabır ve takvâ şartına bağlanmıştır. Sevgili Peygamberimiz (sav) Uhud savaşında sahabilerine bu durumu hatırlatmış ve “sabır ve sebat” ettikleri takdirde kendilerine meleklerle yine yardım edileceğini haber vermiştir. Hatırlanacağı üzere Abdullah b. Cübeyr kumandasındaki elli okçunun kesinlikle yerlerinden ayrılmamaları emrine karşılık bir kısmının buna uymaması savaşın seyrini değiştirmişti. Bütün bunlar Allah ve Resûlü’nün emir ve nehiylerine uyulmadığı takdirde mânevî yardımın garantisi olmayacağını açık bir şekilde göstermektedir. 

Yukarıda zikredilen âyetin devâmında “Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştır. Yardım/Zafer, yalnız güçlü ve hikmet sâhibi Allah katından gelir” (Âl-i İmrân 3/126) buyurularak inananların kalplerini sebeplere değil, onları yaratan Allâh’a bağlamaları gerektiğine de ayrıca işâret edilmiştir. Zîrâ “insan, nisyan (unutma) ile mâlûldür.” Bu sebeple Yaratıcıyı zaman zaman unutup sebeplere daha büyük önem verebilir. Nitekim Huneyn Savaşı’nda bunun bir örneği yaşanmıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz Mekke’nin fethinden sonra 12.000 kişilik ordusuyla Huneyn’e doğru harekete geçmişti. Ordunun içinden bazıları Müslümanların çokluğundan dolayı gurura kapılıp “Bu ordu aslâ yenilmez” gibi sözler söylemişlerdi. “Bunları söyleyenler daha önce kazanılan zaferlerin sayı gücüyle değil, îman gücü ve Cenâb-ı Allâh’ın yardımıyla gerçekleştiğini unutmuş gibiydiler.” Bu gurur ve zaferin Allah’tan olduğunu unutmak ilâhî yardımın gelmesini geciktirmiş ve savaşın başlangıcında Müslümanlar dağılmışlardır. Allâh’ın yardımını nasıl celp edeceğini iyi bilen Allah Resûlü, sabır ve sebat göstererek, bineğinin üzerine binerek düşmanın üstüne hücûm etmiştir. Bu esnâda orduyu da toparlamak için hemen yanı başında bulunan amcası Abbas’tan (ra) Bey‘atürrıdvân’da söz verenlere seslenmesini istemiştir. Hz. Abbâs gür sesiyle sahabeye Rıdvan beyatını hatırlatmış, Resûlullâh’ın bu dâvetini duyan Müslümanlar hemen toplanıp savaş düzenine girmişlerdir. Hz. Peygamber “Yâ Rabbi! Zafer vaadini yerine getir, yardımını gönder!” diye duâ etmiş, yerden bir avuç çakıl alarak müşriklerin üzerine doğru attıktan sonra şöyle buyurmuştur: “Muhammed’in Rabbine yemîn olsun, inkârcılar hezîmete uğradılar.” (Kur’an Yolu Tefsiri) Yüre Rabbimiz, yukarıda bahsedilen olayı âyet-i kerîmede şu şekilde beyân etmiştir: “Allah birçok yerde, bu arada Huneyn Savaşı’nda gerçekten size yardım etmiştir. O gün çokluğunuz sizi böbürlendirmiş, fakat bunun size hiçbir yararı olmamıştı; o yer geniş olmasına rağmen size dar gelmiş, nihâyet geriye çekilmeye başlamıştınız. Bunun üzerine Allah, peygamberinin ve mü’minlerin üzerine kendi katından bir güven duygusu indirdi, bir de göremediğiniz askerler gönderdi ve böylece inkâr edenlerin cezâsını verdi. İşte bu, inkârcıların hak ettiği karşılıktır.” (Tevbe, 25-26)

Yukarıda zikredilen âyet ve hadisler Allâh’ın yardımının gelmesini engelleyen yalıtkan bir duyguya işâret etmektedir. Bu duygu kibir ve ucubtur. Kişi, başarıları ve muvaffakiyetleri kendinden bilmeye başlayınca adım adım karanlıklara gidiş başlar. Hz. Peygamber Huneyn Savaşı’nda Allâh’ın yardımını engelleyen duyguları ortadan kaldırmak için gayret göstermiş sabır ve sebatla düşmanın üzerine giderek Allâh’a (cc) duâ etmiştir. Daha sonra Allâh’ın (cc) yardımı inmiştir. Aynı şekilde kişi, Allâh’ın yardımına ulaşmak için Hz. Peygamber’in yolunu tâkip etmeli, Allâh’ın yardımını engelleyen hususları ortadan kaldırmak için gayret göstermeli ve Allâh’a duâ etmelidir.

Kur’ân-ı Kerîm Allâh’ın (cc) yardımına ulaşmanın şartlarından biri olarak Allâh’a dayanılmasını ve sâdece O’na tevekkül edilmesini örnek olarak göstermiştir. Müşrikler Sevr mağarasında Allâh’ın Resûlü’nü öldürmek istediklerinde Resûlullâh’ın (sav) Allâh’a (cc) yapmış olduğu tevekkül bu konuda önemli bir örnektir. Âyet-i Kerîme’de bu hâdise şöyle açıklanmıştır: “Siz peygambere yardımcı olmasanız da önemli değil. Nitekim inkârcılar O’nu, iki kişiden biri olarak yurdundan çıkardıklarında Allah O’na yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına “Mahzun olma! Allah bizimle berâberdir” diyordu. Derken Allah O’na kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle O’nu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hâle getirdi. Allâh’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak gâliptir, hikmet sâhibidir.” (Tevbe 9/40) Hz. Peygamber’in Allâh’a bu şekildeki teslîmiyet ve tevekkülü bütün insanlar için örnektir. Zîrâ kendisine gerçek mânâda sığınanları koruyacağına dâir Allâh’ın garantisi vardır. (Talak, 3.) Önceki peygamberlerden bu tür örnekler Kur’ân’da çokça anlatılır.

Allâh’ın yardımının gelmesinin en açık şartlarından biri Muhammed sûresi 7. âyette beyân edilmiştir: “Ey îmân edenler! Allâh’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” Aslında bu âyet Allâh’ın kâinatın her bir karesine koymuş olduğu değişmez yasalara (sünnetullah) işâret etmektedir. Kul, Allâh’ı andığı müddetçe Allah onu anacak, kul Allâh’a karşı adım atarsa Allah ona adım atacaktır. Allâh’ın yardıma ihtiyâcı olmadığı halde bu şekilde bir ifâde kullanması, Allâh’ın dînine ve kullarına yapılan yardımı kendisine yapılıyor kabûl etmesinden dolayıdır. Nitekim İmam Mâtûrîdî bu âyeti Allâh’ın dînine ve O’nun dostlarına yardım olarak açıklamıştır. Bu yardımın da malla ve canla cihâd ederek ve Allâh’ın âyetlerini ve delillerini insanlara anlatmakla iki şekilde yapılabileceğini söylemiştir. Ona göre Allâh’ın bize yardımı, zafer ve bütün işlerde âkıbeti bizim lehimize çevirmekle olacaktır.

Allâh’ın kullarına yardım etme şartlarından birisi cihaddır. Müslümanların cihâdı terk etme sebepleri ise dünyâyı âhirete tercîh etmeleridir. “Ey îmân edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip de dünyâ hayâtıyla yetinmeye râzı mı oldunuz? Hâlbuki dünyâ hayâtının sağladığı fayda âhiretinkine göre pek azdır.” (Tevbe, 9/38) Bu âyete göre Allâh’ın yardımının yeryüzüne inmesi O’nun halîfesi olan insanın harekete geçmesidir. Allah (cc) kulundan cihâd etmesini bekliyor. Ancak kul, Allâh’ın Ebâbil kuşlarını göndermesini istiyor. Bugün Müslümanlar maalesef İsrail oğullarının Hz. Mûsâ’ya dediği gibi “Ey Mûsâ! Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” (Mâide, 24.) dedikleri bir noktaya geldi. Müslümanların inançlarının bu noktaya gelmesinden ulemâ da sorumludur. Kulun kendi üzerine düşenleri yapmayıp, Allah’tan sünnetullâhını değiştirmesini beklemesi de hevâ ve hevesine uyduğunun bir işâretidir (İskenderî, Hikem-i Ataiyye). Tevbe sûresi 14. âyette yüce Rabbimiz Allâh’ın yardımının cihad yapanlar için ineceğini açık bir şekilde beyân etmektedir: “Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezâlandırsın, onları rezil rüsvâ etsin, onlara karşı size yardım ve zafer ihsan buyursun, baskı ve zulüm altında inleyen mü'min toplulukların gönüllerini ferahlatsın!”

Allâh’ın yardımının bir anahtarı da îman ve duâdır. Îman ile İslâm arasındaki farka dikkat çeken Kur’ân-ı Kerîm gerçek mânâda îmân edenlerin mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihâd ettiklerine ve kalplerinde en ufak dahi bir şüphe olmadığına dikkat çekmektedir. (Hucurât, 49/15) Bu tür kimselere Allâh’ın yardımının hak olduğu beyân edilmiştir. (Rum, 30/47) Bu kimselere sâdece dünyâda değil, âhirette de yardım edileceği yine Mü’min sûresi 51. âyette haber verilmektedir. “Elbette biz, hem dünyâ hayâtında hem de şâhitlerin hazır bulunacağı günde elçilerimize ve inanmış kişilere yardım ederiz.” Yardımın gelmesine vesîle olan duâ ile ilgili olarak da Allâh’ın yardımının ulaştığı kullardan birisi olan Hz. Davud (as)’ın düşman ordusunun karşısına çıkınca şöyle duâ ettiği haber verilmektedir: “Rabbimiz! Sen bize sabırlar ver, ayaklarımızı diret, bizi kâfirlere üstün et. Sonunda Allâh’ın izniyle onları yendiler.” (Bakara, 2/250-251) Yüce Rabbimiz aynı şekilde niyazda bulunan Hz. Nûh’a da yardımını göndermiştir. (Enbiyâ, 76-77) 

Yukarıda işâret edilen âyet-i kerîmelere göre yüce Allâh’ın yardımı yakın olmakla birlikte buna ulaşmak için îmân etmek, duâ etmek, Allah yolunda malla ve canla mücâdele etmek, Allâh’a dayanmak sâdece O’na güvenmek, sabretmek, takvâ sâhibi olmak ve ahlak-ı zemîmelerden arınmak gerekmektedir. Yüce Rabbimiz O’nun yardımına çok muhtaç olduğumuz şu günlerde bizlere bu vasıfları kazandırsın ve bizlere yardımını (nusretini) lütfeylesin. Âmîn.

Ocak 2024, sayfa no: 50-51-52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak