Ara

Allâh'ın Adâlet ve Merhametinden Emîn Olmak / Elif E. Bayraktar

Allâh'ın Adâlet ve Merhametinden Emîn Olmak / Elif E. Bayraktar

Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allâh'ın âyetleridir. Allah, âlemlere zulüm isteyen değildir. (Âl-i İmran Sûresi, 108)

Dünyâ hayâtındaki imtihanı kavrayamayan insanların zorluk zamanlarında ya da bir felâketle karşı karşıya kaldıklarında sordukları soruları paylaşmak istiyorum. İfâdelerden dolayı Yüce Rabbimi tenzih eder, yüceltirim.

“Tanrı neden kulları için zorluklar yaratıyor?.. Eğer Tanrı her şeye gücü yeten ise arzu ettiği takdirde bunu önleyebilmesi gerekir. Eğer seven bir varlık ise sevilen varlığın acısını azaltmayı -hâşâ- arzu etmeyen sevgi tuhaf bir sevgidir.”

 

Yüzyıllardır süregelen din savaşlarında milyonlarca insan can verirken, Hitler 6 milyon Yahudi’yi fırınlarda yakarken, derin uykularındayken habersizce yakalandıkları depremlerde binlerce insan betonlar altında ezilerek can verirken, merhametli midir Yaradan?..." 

"Taş üstünde taş bırakmayan gazabın enkaza çevirdi yurdumu... Hiddetine âmennâ, lâkin nerde merhametin?.." 

“Tanrı varsa neden sakat çocuklar var?”

Bu insanların kafalarındaki soru özetle şu: "Mâdem dinlere göre Allah kullarına karşı çok merhametli, neden böyle zorlu olaylar yaratıyor?”

 

Bu sorular özellikle de ateistlerin, bazen psikolojik olarak çevrelerindeki insanları etkileyebildikleri ve çokça sordukları konular.

Yukarıdaki sorulara İngiliz filozof John Hick'in cevâbı şöyle:

“Dünyâ bir gözyaşları ırmağı değildir. Bir ruh oluşturma ırmağıdır. Anne babalar çocuklarını bazı zevklerden mahrum bırakırlar. Onların bazı şeyleri acı tecrübelerle öğrenmelerine de izin verirler. Hattâ cezâ verip acı çektirirler. Bunu yapmalarının nedeni kısa vâdeli hazzın yanında kendine hâkim olma, bilgelik, ahlâkî erdem ve kendini gerçekleştirme gibi önemli şeylerin var olduğuna inanmalarıdır. Çocuğun bakış açısından bu zâlimce görünür. Ancak bu görüş yanlıştır ve çocuğun bu görüşü savunmasının nedeni anne babanın daha geniş perspektifini kavrayamamasıdır.”

 

Evet, dünyâ bir ruh oluşturma, daha uygun bir deyimle olgunlaştırma ırmağı. Zorluk zamânında, îmân eden ve etmeyen insanlar birbirinden ayrılır. İmtihan yaşayan kişi samîmî îmân sâhibiyse imtihânında Rabbini görür, sıkıntı duymaz. Sabreder, tevekkül eder. Sıkıntısını giderecek olan Allah'tır; bunun bilincinde O'ndan yardım diler, içten duâ eder. Bu, îmân sâhibinin eğitim sürecidir; kişi böylece Rabbine daha yakınlaşır.

Dünyâ, insanın sonsuz âhiret yurduna ulaşmak için sınandığı yerdir. Allah, yarattığı kusursuz imtihan mekânı olan dünyâda, kullarını hem zorluk hem de kolaylıkla imtihân eder. İnsan, hayâtı boyunca âhirete yönelik bir sınav yaşar ve bu konudaki çabasıyla imtihân olur. Hayat aslında Allâh'ın bizleri denemek ve eğitmek için yarattığı bir süredir. İnsana yüklenen sorumluluk tüm bu gerçekleri düşünmek, Allâh'ı tanımak, O'nun sonsuz gücünü kavramak, emirlerine uymak ve O'nun hoşnutluğunu amaçlamaktır. Bu imtihan hayâtı süresince insan, karşılaştığı şeylere sabır göstermek, Rabbine tevekkül etmek ve güzel ahlâk sergilemekle yükümlüdür.

İsâbet eden belâ ve musîbetleri yaratanın Allah olduğunu kavramak, imtihan sırasında yaşanan her şeyi tevekkülle karşılamaya yol açar. İşte bu, dünyâ hayâtındaki imtihânın samîmî inananlara özel bir sırrıdır. Kuşkusuz bu sırrın bilincinde olmak, hem dünyâda hem de âhirette aslâ son bulmayacak bir kazanç getirir.

İmtihânın bir parçası olan zor zamanlar, insanın Allâh'a olan sadâkatini ve teslîmiyetini gösterebileceği, aynı zamanda sonsuz âhiret hayâtı için çok fazla ecir kazanabileceği anlardır. Allâh'ın sonsuz merhametiyle bir fırsat olarak yarattığı bu çok değerli zamanlarda, îmân sâhibi insan tüm bunların ardındaki hayır ve hikmeti bekler. Allâh'ın sonsuz adâleti ve merhametinden emîn olmak, insan için umudun kaynağıdır.

İnanan insanın, karşısına çıkan görüntülerle yüzleşme zamânında göstereceği sabır, âhiretteki sonsuz hayâtında kesinlikle karşılığını alacağı en güzel ahlâk özelliklerindendir. Allâh'a duyulan aşkın en güzel ifâde edilebileceği zamanlardır zorluk anları…

Burada, cevâbını bulabilmek için yukarıdaki soruları tersten soralım.

Eğer bir Tanrı yoksa?.....

Bu durumda, yaşanan doğal felâketler doğanın meydana getirdiği olaylardır ve doğaldır. O halde kimi/neyi suçluyorsunuz?

Ya da meselâ sakat çocuklara dâir bir söylem oluşturmanın mantığı var mıdır? Ateist görüş bunların genetik olarak gelişen hastalıklar olduğunu söyler. Sebebi de evrime delîl olarak sundukları mutasyonlardır. O halde kimi/neyi suçluyorsunuz?

Ancak bir Tanrı varsa?.. Bu durumda, bu konuda söz söylemek ateistlere düşmez. Kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemeyen Allâh'ın sonsuz adâleti var ve en önemlisi bir başka yaratılışla yeniden yaratıldığımız âhiret boyutu var. ‘Göz açıp kapama süresi’ kadar kısa bir dünyâ hayâtından sonra mükemmel bir âhiret hayâtını düşününce bu dünyâdaki zorlukların hiçbir anlamı da olmaz.

Her zorluk insan için sonsuz mutluluğun anahtarıdır. Kuşkusuz bazı güzelliklerden yoksun yaşamak önemli bir imtihan. Ancak zorluk durumlarında Yaratıcısına yakın olduğunda insanın kazanımları da büyür. Yaşadığı imtihanı sabrederek güzel bir şekilde vermesinin karşılığını insan kat kat fazlasıyla alacaktır. Âhiretten önce dünyâda da örneğin Down Sendromlu bir çocuğun annesine sorun, bu dünyâda onun için o evlâdından daha değerli ne var?

Sonuç olarak; adâlet kavramı ateizmin doğurduğu bir dünyâ görüşü değildir. Dînin oluşturduğu dünyâ görüşüyle adâlet aramak, ateizm için yanılgıdır. Allâh'a îmân eden insan, O'nun sonsuz adâlet ve merhametinden kuşku duymaz. İnanmıyorsa, zâten inanmadığı Allâh'ın adâlet ve merhametini sorgulaması anlamsızdır.

"... Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar." (Bakara, 255.)

Ağustos 2024, sayfa no: 6-7-8

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak