Ara

Allah Rasûlü'nün Sesini Kısmayın

Allah Rasûlü'nün Sesini Kısmayın

Hayat Düstûrumuz Kur’ân’da mü'minin Allah ve Rasûlü karşısındaki duruşunu belirleyen pek çok âyet vardır. Onlardan birkaçı şöyledir:

Ey inananlar! Allah'tan ve Peygamberinden öne geçmeyin; Allah'tan sakının; doğrusu Allah işitir ve bilir. Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, Peygambere birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın. Seslerini Peygamberin yanında kısan kimseler, Allâh'ın gönüllerini takvâ ile sınadığı kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.1

Medîne döneminin sonlarına doğru inen ve çok önemli edebî kuraldan bahsettiği için âdâb sûresi olarak da nitelenen Hucurât sûresinin bu âyetleri, bir konuda Peygamberimizin vereceği kararı beklemeden karar vermek isteyen ve bu konuda O’nun huzûrunda yüksek sesle birbirleriyle tartışan Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer hakkında inmiştir. Aslında Yüce Allah, onların şahsında tüm ümmeti uyarmaktadır. Önce Allâh'ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin buyurarak. Ardından Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin uyarısını yaparak.

Rivâyete göre Temimoğullarından bir heyet geldiğinde Hz. Peygamber’in konuyla ilgili görüşünü açıklamasını beklemeden Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer iki farklı kişiyi emir tâyin etmesini isteyerek tartışmaya başlarlar. Âyetlerin iniş sebebinde bu iki büyük sahabenin olması son derece anlamlıdır. Onlar, Peygambere îman, O’na itâat ve O’nu izleme konusunda ileri seviyede kimselerdi. Ancak bir konuda acele davranmaları onlara bu uyarıların gelmesine sebep olmuştur. Yüce Rabbimiz, onların üzerinden bizleri eğitmiştir.

Bu âyetler, sağlığında Peygamberimizin huzûrunda O’na saygılı davranmayı emretmektedir. Nitekim bir başka âyette mü'minler, Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın2 buyurularak Peygamberi herhangi bir insan mesâbesine koyup sıradanlaştırmaktan sakındırılmıştır. Ama bugün Peygamberimiz vefât etmiştir. Biz bu âyetleri, yalnızca O’nun sağlığında O’na saygılı davranmaya hasredersek, âyetlerin hükmünü belli bir zamanla sınırlandırmış oluruz. Hâlbuki, bir âyetin belli bir olay hakkında inmiş olması, âyetin hükmünü sınırlandırmaz. Mâdem ki âyetler bugün de okunmaya devâm ediyor; Peygamberimizin sağlığında olduğu gibi vefâtından sonra da O’na karşı sorumluluklarımızı bize hatırlamaktadır. Nitekim ilk âyette Allâh'ın önüne geçmeyin cümlesi bu söylediklerimizi teyit etmektedir. Zîrâ hiçbir zaman ve hiçbir konuda Yüce Allâh'ın önüne geçilmez. O’na danışmadan, O’ndan izin ve onay almadan hiçbir iş yapılmaz. Âyet, Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmemeyi tek cümlede istemiştir. Tıpkı Allah ve Rasûlü’ne îman, Allah ve Rasûlü’ne itâat, Allah ve Rasûlü’nün çağrısına icâbetin aynı cümlelerde emredildiği gibi. Bu Rasûlün önüne geçen, o söz söylemeden söz söyleyen Yüce Allâh'ın önüne geçmiş, O söz söylemeden söz söylemiş olur anlamına gelir. Çünkü âyette belirtildiği üzere Rasûle itâat Allâh'a itâat,3 Rasûle itâatsizlik de Yüce Allâh'a itâatsizliktir.

Buna göre bir Müslüman yapmayı planladığı bir iş için öncelikle Allah ve Rasûlü ne diyor diye Kitab ve Sünnete mürâcaat edecek ve oradaki hüküm doğrultusunda hareket edecektir. Allah ve Rasûlü’ne danışmadan, Kitab ve Sünnete mürâcaat etmeden yapılacak olan hareket İslâmî olmayacaktır. Şâyet Kitab ve Sünnette konuyla ilgili hüküm varsa, bu durumda itirazsız, tereddütsüz o hükme göre hareket edecek, o hükümlere rağmen alternatif hükümler koymaya, o hükümlere rağmen kafasına göre hareket etmeye kalkmayacaktır. Zîrâ bu konuda Rabbimizin uyarıları açık ve nettir: Hayır; Rabb'ına and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tâyin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamâmen kabûl etmedikçe inanmış olmazlar.4 Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allâh'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.5

İmam Tirmizî, Peygamberimizin hadislerini topladığı kitabının başına şu cümleleri koyar: Kimin evinde benim bu kitabım bulunursa, o evde konuşan bir Peygamber var demektir. Dolayısıyla kimin hayâtında konuşan bir Peygamber varsa, yâni kim hayâtını Peygamber aleyhisselâm'ın Sünnetiyle şekillendirirse o kişi Peygamberi izlemiş olur ve onun hayâtı anlamlı bir hayat olur.

Bugün bazılarının, konuşan bir Peygamberden çok susan bir Peygamber anlayışı hoşlarına gitmektedir. Zîrâ onlar Peygamberi susturmak istiyorlar ki O’nun yerine kendileri konuşsunlar, O’nun yerine kendileri âyetleri yorumlayabilsinler. Hâlbuki bilmiyorlar ki Hz. Peygamber insanlığın hayrına konuşur. Zîrâ O kendinden konuşmaz, O’nun söyledikleri vahyin ta kendisidir. Bilmezler ki Allah ve Rasûlü, insanlığı hayat veren gerçeğe çağırır: O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.6 Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icâbet edin.7

Mü'minler, farkına varmadan, işlediklerinin boşa gitmemesi için Allah ve Rasûlü’ne itâat etmelidirler. Bir konuda karar vermeden önce Allah ve Rasûlü’ne danışmalıdırlar ki yaptıkları dînî olsun, yaptıklarının dinde karşılığı olsun. Zîrâ Yüce Allâh'ın dîni, hayâtın tüm alanlarına müdâhildir. Bu muazzam dînin hayâta dâir söyledikleri/söyleyecekleri vardır. Mü'min yapacaklarını dîne göre yaparak onları ibâdet seviyesine yükseltir. Bunun için de bir işe başlamadan Allah ve Rasûlü’nün o konuda ne söylediklerini öğrenir. Aksi takdirde yapıp ettikleri boşa gider, onların Allah katında bir değeri olmaz.

Bugün Müslümanların çoğu bu hassâsiyeti kaybettiler. Onların hayâtında din belirleyici, yönlendirici olma özelliğini kaybetmiştir. Onların bir kısmı yapacakları işler konusunda dînin hükmünün ne olduğunu hiç öğrenmeden, öğrenmeyi akıllarına dahi getirmeden yapmaya kalkmaktadırlar. Bir kısmı ise, yapacakları işin dîne uygun olmadığını bile bile o işi yapmakta ve günâha girmektedirler. Sonuçta daha önce yaptıkları iyi ameller de boşa gitmekte, bilinçsizce yaptıkları işler de boşa gitmektedir.

Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i Yemen'e vâli olarak gönderirken ona şöyle sormuştur:

“Ey Muaz! Neye göre hüküm vereceksin?”

Muaz: “Allâh'ın Kitâbı'na göre” diye cevapladı.

Hz. Peygamber (sav): “Allâh'ın Kitâbı'nda herhangi bir konuda hüküm bulamazsan neye mürâcaat edeceksin?” diye sordu.

Muaz: “Allâh'ın Rasûlü'nün Sünneti'ne mürâcaat ederim” dedi.

Hz. Peygamber (sav): “Onda da bulamazsan?” diye sordu.

Muaz: “O zaman ben kendim ictihâd ederim” dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) onun göğsüne elini koyarak: “Peygamber'in temsilcisine Peygamber'in sevdiği yolu benimseten Allâh'a hamd olsun.” diye buyurdu.8

Takvâ sınavını kazanmanın yolu ise, bir işe başlamadan önce Allah ve Rasûlü’ne danışmaktır. Önce Allah ve Rasûlü ne diyor bunu öğrenmek ve ona göre hareket etmektir. Gerçek mü'minlere yakışan da budur. Evet, Hz. Peygamber bir insandır, ama kendisine vahyedilen bir insandır. O, Yüce Allâh'ın elçisidir. Onun için O’na saygı, O’nu gönderene saygı; O’na saygısızlık da O’nu gönderene saygısızlıktır. Hz. Peygamber’e sevgi ve saygıdan yoksun bir kalb, takvâdan yoksundur. Peygambere sevgi ve saygı ise kuru bir iddia değildir. O, O’nu her konuda bir örnek ve önder kabûl ederek izlemekle ispat edilir.

O’na salât ve selâm olsun.

Dipnotlar

1 Hucurât 49/1-3.

2 Nûr 24/63.

3 Nisâ 4/80.

4 Nisâ 4/65.

5 Ahzâb 33/36.

6 Necm 53/3-4.

7 Enfâl 8/24.

8 Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace.

 Ocak 2023, sayfa no: 10-11-12

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak