“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farzedilsin havfı Yezdân’ın
Ne irfânın kalır tesiri kat’iyyen ne vicdânın.”
Mehmet Akif Ersoy
Yıllarca en küçük bir hatâ veya günah işlediklerinde karşımızdakinin çocuk veya genç, yaşlı veya mâzeretli olduğuna bakmadan tehditlerimizi savurduk:
“Allah’tan kork!”
“Allah seni yakar.”
“Allah seni cehenneme atar!”
“Allah seni sevmez!”
Sonra yaygın bir kanâat olarak şöyle demeye başladık:
“Hiç kimseyi Allah ile korkutmayın. Allah, korkulacak bir yaratıcı değildir. O, sevgi yönüyle anlatılmalı…”
Önce korkulan bir Allah, sonra seven/sevilen/hiç kızmayan; gazabı, cezâsı olmayan bir Allah.
Bir türlü orta yolu bulamadık ama bulmalıyız.
Konumuz itibâriyle soracak olursak; Allah’tan korkacak mıyız? Ömer b. Abdülaziz der ki: “Kim Allah’tan korkarsa, her şey ondan korkar. Allah’tan korkmayan ise her şeyden korkar.”
Dolayısıyla cevap; evet korkacağız. Ancak bu korkunun salt bir korku, endîşe olmadığını da belirtmemiz gerekir.
Bir tanıdığı, İbrahim Edhem Hazretleri’ne gelerek der ki:
“Ben Allah’tan korkmak değil, O’nu sevmek istiyorum!”
O da şu cevâbı verir:
“Behey kardeşim, sevgiden büyük korku mu olur?”
İşin özü bu aslında. Korku sevgiyi, sevgi korkuyu getiriyor…
Korku İnsana Özgüdür
Korku hepimizin yaşadığı bir durum. Korkusuzluk zâten her açıdan tehlikelidir. Ancak burada da denge gerekir. Korkunun üst derecesi, cesâret ve şecâattir; alt derecesi ise zillet ve meskenettir. Makbûl korku vardır, mezmûm korku vardır.
Bir köpek gördüğümüzde, önümüze araba çıktığında, sözünü yerine getirmediğimiz anne baba veya öğretmenimizle yüz yüze geldiğimizde, uçağın hareketine yarım saat kaldığında havaalanına girdiğimizde, namaz vaktinin bitmesine az bir zaman kaldığında, akrabâdan bir büyüğümüzü üzme durumu ortaya çıktığında, Kur’ân okumayı uzun süre ihmâl ettiğimizde, bu ve buna benzer pek çok durumlarda korkarız, endîşeleniriz, üzülürüz.
Bunlar mâkûl, anlaşılır korkulardır.
İnsanların kendisine zarar vereceği düşüncesi, sürekli kendisinin ve yakınlarının ölümünü düşünme, savaş ve yenilgi korkusu, amelleri ile cehennemlik olduğu yargısı, Allâh’ın kendisine merhamet etmeyeceği inancı, kendisinin yetersiz ve başarısız bir insan olduğu vs. gibi duygu ve düşünceler kişiyi hem psikolojik olarak sarsar hem de inanç noktasında zorluklarla baş başa bırakır hattâ insanlarla iletişiminde de ciddî sorunlara yol açar. Zâten bu kanâatler devâm ediyorsa tıbbî süreç de başlamalıdır.
Her An Sınavdayız ve Gözetleniyoruz…
Dünyâya gelen her insanın sınav maratonu ergenlik dönemiyle başlar. İyilik ile kötülük, Allâh’a kul olma ile İblîs’e tâbi olma arasında gidip gelir. Sorumluluğun bilincinde olan, her an gözetildiğini, her şeyinin kaydedildiğini, başıboş olmadığını bilir. Yaptığı her işin hesâbını vereceğine, âhirette de bedeninin dile gelerek gerçeği söyleyeceğine inanır.
“Ey îmân edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmran, 3/102). “Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemektedir” (Fecr, 89/14). “Şüphesiz ki ne yerde ne de göklerde hiçbir şey Allâh’a saklı kalmaz” (Âl-i İmran, 3/5). “Eğer sen sözü açıktan söylersen bilesin ki O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir” (Tâhâ, 20/7). “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allâh’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah, ondan dolayı sizi sorgulayacaktır. Sonra dilediğini affeder, dilediğine de azâb eder. Allah her şeye kādirdir” (Bakara, 2/284). “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde bekçiler değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler” (İnfitar, 82/10-12). “O gün onların ağızlarını mühürleriz. Yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder” (Yâsîn, 36/65).
“Nihâyet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecektir. Derilerine: Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz, derler. Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Yaptıklarınızdan çoğunu Allâh’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyâna uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet, 41/22)
“(Ey Muhammed!) sakın Allâh’ı zālimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları (cezâlandırmayı) korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrâhîm, 14/42)
Korkunun Mânevî Halleri
Biz Müslümanlar, çok farklı sebeplerle korkular yaşarız. Ancak Allâh’ın emirlerini yerine getirme, dikkatli olma, haramlarından kaçınma, hassâsiyet göstermenin farklı aşamaları, hâlleri vardır. Mü’min kişi, Allah ile kurduğu bağ doğrultusunda bu mesâfeleri kat eder, hayâtına ilâhî bir anlam katar. İlâhî sevginin gerçekleşmesinde güzel sonuçlar elde eder.
Bu hassâsiyet çerçevesinde mü’min bir kimsenin yaşayacağı bāzı hâller, dereceler, çağrışım yapan kavramlar nelerdir bakalım…
Takvâ: “Korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itāat etmek, korkmak, çekinmek” anlamında olan takvâ, bir terim olarak “Allâh’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azâbından korunma” hassâsiyetidir.
“Kişinin kendini korktuğu şeyden korumasıdır.”
“İnsanın haramlarla birlikte bāzı mübahları da terk edecek derecede titiz davranarak kendini günah işlemeye sevk eden şeylerden korumasıdır.”
İffet: Bir mü’minin kendisini nefsânî hevâ ve arzulardan koruma titizliği ve hassâsiyetidir. Hem Allah sevgisi hem de Allah korkusu kaynaklıdır. Asıl itibâriyle fıtrî bir durumdur.
“İsyanlardan ve günahlardan dolayı hayâ ve elem duymak.”
Verâ: “Haram ve günah olup olmadığı şüpheli hususlardan özenle kaçınıp helâl ve mubahların bir kısmından ferâgat etme” derecesidir.
Sıdk: “Hakîkati konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadâkat göstermek” anlamında olup, Rabbimizle yaptığı ahde uyma, emirlerinin gereğini yerine getirme konusunda sınavı başarıyla yürüten mü’minin hâlidir. Gösterilen üst düzey bir duyarlılıktır. Tereddütsüz bir teslîmiyettir. Sebep korku da sevgi de olabilir, hiç önemli değil. Çünkü sözünde duran, inandığını yaşayan bir îman ehlidir kişi.
Haşyet: “Kulun işlediği günahlar sebebiyle veya Allâh’ın celâl sıfatlarının kendinde tecellî edeceği düşüncesiyle kalbinde duyduğu endîşe.”
Saygıyla karışık korku. “…Kulları içinden ancak bilenler (âlimler), Allâh’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar (korkarlar). Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır.” (Fâtır, 35/28) Âlimler, Allâh’ın sıfat ve isimlerini hakkıyla bilenler, ârifler bu âyetin doğrudan muhâtabı, müjdelenenleridir.
Havf: “Korkmak, kaygılanmak, endîşe duymak” anlamında olup Kur’ân’da 124 yerde geçmektedir.
“Hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku, insanın tahmîn ettiği veya açıkça bildiği bir emâreye dayanarak başına kötü bir hâl geleceğinden kaygılanmasıdır.”
“Kişinin hem kendisi hem de yakınları için yaşadığı dünyevî korku ve endîşeler, kaygılar, günah işleme hâlleri, şeytānın yakını olma, onu memnûn etme tehlikesi, Allah korkusu, ilâhî azap, âhiret hayâtıyla ilgili endîşeler…” bu kapsamdadır.
Büyük sûfîlerden Ebû Tâlib el-Mekkî: “Havf hâli, tutkuları dizginlemek, kötü alışkanlıkları yok etmek, taşkınlıkları gidermek ve hevâ ateşini söndürmek için gereklidir.” demiştir.
Habil, kendisini öldürmeye karar veren kardeşi Kabil’e: “Ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım” (Mâide, 5/28) diyerek havf hâlinin gerektirdiği hassâsiyeti dile getirmiştir.
İşfak: “Kaygı verici bir durumla karşılaşmaktan korkmak, çekinmek, ürpermek” demektir.
Hem korku hem de ümit içerdiğini belirtir.
Kur’ân’da havf anlamında da kullanılmıştır. (Meâric, 70/27, ayrıca bkz: Enbiyâ 21/49, Şûrâ 42/18, 22)
Vecel: Vecel korku hissetme durumunu ifâde etmektedir.
Rehbet: Şiddetli veya telâşlı korkuyu ifâde eder.
Dînin emir ve yasakları konusunda aşırı korku ve kaygıdan dolayı bir odaya, mâbedin kuytu bir yerine kapanıp kendini ibâdete veren Hristiyan keşişlere “rehbet” kökünden gelen “râhib” ismi verilmiştir. Bu kelimenin çoğulu da “ruhban” olup Allâh’ın onaylamadığı, biz Müslümanlardan istemediği bir aşırı korku ve dünyâdan el etek çekme hâlidir. (Mâide, 5/82; Tevbe, 9/31, 34)
Hüzün: Genel bir insanlık hâlidir.
Hepimiz zaman zaman bu hâli yaşarız günlük hayâtın akışı içerisinde.
“İnsanın maddî veya mânevî kayıp ve eksiklerinden duyduğu üzüntü için kullanılan bir ahlâk ve tasavvuf terimidir. İstenmeyen bir durumun başa gelmesinden veya geçmişteki bir kayıptan duyulan keder, üzüntüyü, keder sonucu oluşan iç sıkıntısını” ifâde eder.
Mü’minler bu dünyâ hayâtında, Allâh’ın emir ve yasakları konusunda bir gaflet ve mâsiyet hâlleri sebebiyle hüzün duyarlar. Mü’min bu hâllerde elbette büyük bir hüzün yaşar ve günâhın türüne, mâhiyetine, idrak ve îmânının kemâlâtına göre hüzün, korku ve endîşe yaşar.
Ancak Kur’ân-ı Kerîm bizlerden, İslâm’ı yaşarken yaşadıklarımız, insanların gafletleri, inançsızlıkları karşısında kendimizi harap edecek bir üzüntüye de kapılmamızı istememektedir. Ve yine bizlere, bizi bireysel anlamda hüzne götürecek davranışlara yönelmekten sakınmayı da öğütlemektedir.
Hüzün bu dünyâda olup, bir mü’min için cennette üzüntünün olmayacağı belirtilmektedir. (Bakara, 2/38, Enâm, 6/48, Yûnus, 10/62)
Müslümanlar, yaşadıkları hüzünden dolayı da ecir ve mükâfât alır, ancak buna rağmen bunları yaşamayı talep etmezler. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) de acı ve hüzün veren sıkıntılara uğramaktan Allâh’a sığınırdı. (Buhārî, Cihâd, 74, Ebû Dâvûd). Yaşanan musîbetler karşısında ağlamak, kalpten hüzünlenmek de bir bağışlanma vesîlesi olarak müjdelenmiştir (Buhārî, Cenâʾiz, 45, Müslim).
Dediğimiz gibi hüzün insânî bir duygudur. Her işte olduğu gibi bu konuda da dengeli olunmalıdır. Sürekli hüzün ve kaygı psikolojik zorluklara, patalojik ârızalara sebep olmamalıdır.
…
Bāzı insanlar dünyâ ve âhiret dengesinde takvâ, korku, hüzün, keder, haz veren şeylerden kaçınma gibi ilkelerle yol yürümeye çalışmışlardır. Allâh’ın emirlerini yerine getirme, yasaklarından kaçınma, son nefeste îmân ile gitme noktasında/konularına daha çok endîşe boyutuyla yaklaşmışlardır. Örneğin sahabeden Ebû Zer, Ebû Derda, Abdullah b. Mes’ud, Ebû Musa el-Eşari, daha sonraki dönemlerden Hasan Basrî, Veysel Karânî, Âmir b. Abdullah gibiler bu konuda öncüdürler.
Ebu Zer’in (ra) şu sözü çok açıklayıcıdır: “Allâh’ın haklarını yerine getirme yolundaki çabalarım etrâfımda dost; hesap gününden duyduğum korku bedenimde et bırakmadı.”
Korkuya dayalı dindarlık, zühd ve kulluk bir ekol olarak devâm etti, ediyor. Özellikle kimi tarîkatlar ve sûfîler üzerinden etkin olarak sürmektedir. Onlar, “havf ve hüzünle dost olmuş, kaygı ve kederle kaynaşmış, uyku ve istirahati yitirmiş” insanlardır.
Recâ: “Kulun Allâh’ın rahmetine güvenerek ümit içinde olmasıdır.”
“Kulun ilâhî rahmetin genişliğine bakması, Rabbinin lütfunu kendine yakın hissetmesi, sonucun iyi olacağını düşünüp sevinmesi, celâli cemâl gözüyle görmesi” hâlidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’a kavuşmayı ümit edip iyi bir kul olmaya çalışanlar övülmüş, Allâh’a kavuşmayı umursamayıp kötülükte devâm edenler yerilmiştir (Yûnus 10/7, 11, 15; Kehf 18/110; Ankebût 29/5).
Efendimiz Aleyhisselâm da, “Allâh’ım! Rahmetini ümit ediyorum” diye duā etmiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 101).
Allâh’ın rahmetini, af ve mağfiretini ümit etmek her kulun hakkıdır. Ancak bunun şartı da Allâh’a îman, hicret ve Allah yolunda cihâd etmektir. “İşte Allâh’ın rahmetini umanlar bunlardır” (Bakara 2/218).
Zühd: “Bir şeye rağbet etmemek, ona karşı ilgisiz davranmak, ondan yüz çevirmek, kulun Hakk’ın dışındaki her şeyi terk etmesidir.
Dünyâya dalmamak, Allah’tan gāfil olmamaktır.
Bu endîşe ve korku sebebiyle dünyevî zevklerden kendini mahrum bırakma, nîmetlerden uzak durma yoludur.
Bu yola giren “Zāhid”, dünyâya karşı perhiz hayâtı yaşamaya “zehâdet” denir. Zühdün karşıtı rağbettir.
Rağbet ve Rehbet: Rağbet, “ümit ve arzu etme, isteme, yönelme, ihlâsla yalvarıp yakarma” demektir.
Rehbet ise yukarıda da değinildiği gibi, “korkma, endîşe etme, çekinme” anlamına gelir. Terehhüb, korku sâikiyle Allâh’a en mükemmel şekilde kulluk etmektir.
Korku ve ümitte olduğu gibi rağbet ve rehbette de mâkûliyet zemîni bizler için çok önemlidir.
Zekeriyyâ ve Yahyâ peygamberlerden bahseden şu âyet onların şahsında bizlere mesajı net olarak vermektedir: “…Onlar hayırlı işlerde koşuşur, ümit ederek (rağaben) ve kaygı duyarak (reheben) duā ederlerdi, bize karşı pek saygılı idiler.” (Enbiyâ, 21/90)
Hadislerde de bu minvâlde pek çok teşvîk ve uyarı yer almaktadır. Hattâ Terğîb ve Terhîb bölümleri, bu başlıkla derlemeler de yapılmıştır.
Allah’tan Korkanların Mükâfâtı
Allâh’a iyi bir kul olma hassâsiyetiyle ortaya çıkan Allah korkusu elbette karşılıksız kalmaz. Cenâb-ı Allah hem bu dünyâda hem de âhirette nice ödüller hazırlar ve verir. Yeter ki kul gereken dikkat, özen ve hassâsiyeti göstersin.
Allâh’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma husûsunda gereken dikkati göstererek davranışlarını güzelleştiren kullara bu dünyâdan başlayan sayısız nîmetler vardır. Her şeyden önce o, dünyânın en mutlu ve huzurlu insanıdır. Yüce Yaratıcı’ya îmân etmesi, O’nu bilip tanıması ve emirlerini yerine getirmesi başlı başına bir nîmettir. Bu konuda endîşelenmesi, kaygı duyması da bir duyarlılıktır, inceliktir. Kişiyi Allah’tan uzaklaştıran değil, Allâh’a daha da yakınlaştıran ve huzur veren bir duygudur.
Âhirette de sayısız nîmetler, cennetler, dostluklar, ilâhî rızâ ve cemâlullâh ile müşerref olma vardır.
“Îmân edip yararlı işler yapanlara gelince, işte onlar halkın en hayırlılarıdır. Rabbleri katında onların mükâfâtı; altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli olarak kalacaklar Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rabbinden korkanlara mahsustur.” (Beyyine, 98/8)
“Rabbinin dîvânında durup hesap vermekten korkan kimselere iki cennet vardır.” (Rahmân, 55/46)
“Kim azgınlık edip, dünyâ hayâtını tercîh ederse, şüphesiz ki onun varacağı yer cehennemdir. Kim de Rabbinin huzûrunda duracağından korkar ve nefsini kötü arzulardan menederse, şüphesiz ki onun varacağı yer de cennettir." (Nâziat, 79/37-41)
Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyâmet Günü’nde Allah Teālâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı, Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, kalbi mescitlere bağlı Müslüman, birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, güzel ve mevki sâhibi bir kadının berâber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit, sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, tenhâda Allâh’ı anıp gözyaşı döken kişi.” (Buhārî, Ezan 36, Müslim, Tirmizî, Nesâî)
“İki gözü cehennem ateşi yakmaz. Bunlar, Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda cihadda nöbet bekleyen gözdür.” (Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 7)
Allah’tan hakkıyla korkan kişilere Rabbimiz, anlayış ve firâset, kavrayış ve basîret verir.
“Ey îmân edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sâhibidir.” (Enfâl, 8/29)
Özetle, “Allâh’ın hidâyetine uyan” (Bakara, 2/38), “iyi bir mü’min olarak kendini Allâh’a teslîm eden” (Bakara, 2/112), “îmân edip iyilik ve barış yolunda çaba harcayan” (En‘âm, 6/48), “îmân ettikten sonra istikāmet üzere olan” (Ahkâf, 46/13) kimselerle “Allah dostları” (Yûnus, 10/62) için âhirette korku, hüzün, endîşe ve keder olmayacağını Rabbimiz müjdelemektedir.
Mayıs 2025, sayfa no: 34-35-36-37-38-39
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak