Yüce Rabbimizin isimleri arasında el-Alîm, Âlimü’l Ğayb ve’ş-Şehâde, Allâmü’l-Ğuyûb gibi isimler vardır. el-Alîm, her şeyi ayrıntı ve incelikleriyle bilen, sonsuz ilim kaynağıdır. O’nun bu ismi âyetlerde 162 kere geçer. O, her şeyi bilendir, O'nun ilmi her şeyi kuşatmış ve her bilginin üstündedir. O’nun ilmi zaman ve şartlara göre değişmez. O’nun ilmi, kulların bilgisi gibi düşünerek ve çalışarak elde edilen bir ilim değildir. O, her şeyin önünü ve sonunu, her zaman ve tüm ayrıntılarıyla bilir. O, gizli açık, görünen görünmeyen her şeyi bilir. O’nun için bilinmez, meçhul olan yoktur. Gönüllerde olanı, insanların gizleyip saklamaya çalıştıkları şeyleri O bilir. Allâhü A’lem/Allah her şeyin iç yüzünü en iyi bilendir. Buna göre Yüce Mevlâ, ilmin kaynağıdır. O, her şeyi bütün yönleri ve ayrıntılarıyla bilir. Kullarının da bilgilenmesini ister. Elbette O’nun eşsiz ve sonsuz ilminden kullarının payına düşen çok az bir şeydir. De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi.1 Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allâh’ın sözleri bitmezdi. Doğrusu Allah güçlüdür, hakîm'dir.2 Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.3 Ancak herkes gücü ve kapasitesine göre bu paydan nasîbini artırmaya gayret etmelidir. O halde gerçeğin bilgisini isteyen O'na yönelmeli, O'nunla bağlantı kurmalı, O’nun engin ilminden nasiplenmeye çalışmalıdır. Unutulmamalıdır ki en şerefli ilim O’nun bilgisidir, O’nu tanımak ve O’nun ilminden nasiplenmektir. Zîrâ O’nu tanıyan kendini tanımış ve hayâtı anlamlandırmış olur. Elbette O’nu tanıma, insanın kendini tanımasıyla başlar. Ama insanın kendini ve çevresindeki varlıkları tanımasındaki asıl amaç da tüm her şeyin sâhibini tanımak olmalıdır. Zîrâ gerçek O’dur, O’nun dışında olan her şey gölgedir, fânîdir, sonludur. İLİMLER HAZÎNESİ KUR’ÂN’IN REHBERLİĞİNDE BİR HAYAT! İlimler hazînesi Kur’ân-ı Kerîm’in ilk inen âyeti Yaratan Rabbinin adıyla oku4 cümlesidir. Bu Kur’ân’ın ilim öğrenmeye ne kadar önem verdiğinin açık bir göstergesidir. Nitekim, Peygamberimizin nübüvvet öncesi durumunu tesbit eden bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil'i gönderdik; sen önceleri Kitap nedir, îman nedir bilmezdin…5 Kitap nedir, îman nedir bilmeyen bir peygambere gelen ilk emrin îmân et, abdest al, namaz kıl, oruç tut, zekât ver şeklinde değil de oku şeklinde gelmesi son derece anlamlıdır. Zîrâ kişi neye nasıl îmân edeceğini bilmeden doğru bir îmânın sâhibi olamaz. Abdesti nasıl alacağını, namazı nasıl kılacağını bilmeyen bir kişi nasıl doğru bir şekilde abdest alıp namaz kılabilir ki?! Orucun ne zaman ve nasıl tutulacağını bilmeyen bir kimse sıhhatli bir orucu nasıl tutabilsin ki?! Zekâtın hangi maldan, hangi şartlarda ve kimlere verileceğini bilmeyen bir kimse lâyıkı vechiyle zekât verebilir mi? Onun için kişi önce bunları okuyup öğrenecek, sonra da lâyıkı vechiyle yerine getirecektir. Bunun için ilk emir oku şeklinde gelmiştir. Yaratan Rabbinin adıyla oku cümlesi, Kur’ânî okumanın keyfiyeti hakkında da bizlere ipuçları sunmaktadır. Zîrâ Kur’ân’ın bizden istediği kuru ve sorumsuzca bir okuma değil Rabbin adına gerçekleşecek bir okumadır. Hem de bu Rabb herhangi bir rab değil, yaratan-yoktan var eden bir Rab’dir. Bu âyetin indiği dönemde ve günümüzde bunca rablik dâvâsında olan, rablik makâmına çıkarılan şeyin olduğu düşünülürse Yaratan Rabb ifâdesi daha iyi anlaşılır. Onun için mü’min Yaratan Rabbinin adıyla okuyacaktır. O’nun okuyup öğrenmemizi istediği şeyleri, Murâd-ı İlâhîye uygun bir şekilde okuyacaktır. Zîrâ O’nun oku emrindeki maksadı sâdece bilgilenmek değildir. O’nun murâdı doğru bilgilenmek, ardından doğru bilgiyle amel etmektir. Zîrâ eyleme dönüşmeyen bilginin sâhibine getireceği yük ve sorumluluktan başka bir şey yoktur. Nitekim Kur’ân’da ilmi ile amel etmeyenler soluyan köpeklere ve kitap taşıyan merkeplere benzetilmiştir. Fakat o, dünyâya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir.6 Kendilerine Tevrat öğretildiği halde onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allâh’ın âyetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zâlimleri doğru yola eriştirmez.7 Günümüz dünyâsını, insanlara zulmeden, insanları topluca katletmeyi mârifet sayan, çevre ve varlık kâtili nice insan işgâl etmiştir. Okumuş yazmış, pek çok diplomayı cebine katmış bu insanlar hem kendilerine hem çevreye zarar vermekte, nesli ve harsi tahrib etmektedirler. Çünkü bunlar yalnızca okumuşlar, yalnızca bilgilenmişler ama bilgiyi kim için elde edeceklerini, nerede ve nasıl kullanacaklarını bilememişlerdir. Değerleri ve ölçüsü olmayan, gâyesiz ve sorumsuz bir eğitim bu gibi insanları, insanlığın ve dünyânın başına belâ etmiştir. Yalnızca bilmek yetseydi İblis, kendisine lânet okunan şeytan olmazdı; Nemrutlar, Firavunlar, Belamlar, Ebû Cehiller dünyâyı kan gölüne çeviremezlerdi. MUALLİM PEYGAMBERİN İZİNDE! İlk olarak Yüce Rabden oku emrini alan ve bu emirle nübüvvet makâmının sâhibi olan Peygamberimiz, ben muallim olarak gönderildim buyurarak kendi durumunu beyân etmiştir. O’nun (sav) ilim, ilim öğrenme ve öğretme ile ilgili bu kısa yazıda zikredilemeyecek kadar çok sözü ve yönlendirmesi vardır. Muallim Peygamber, 23 yıllık nübüvvet vazîfesi sırasında bir baba şefkatiyle, mâhir bir usta maharetiyle, hâzik bir doktor eliyle, dâhi bir sanatkâr ruhuyla, azim ve sabırla insanları yetiştirmiştir. O’nun (sav) bir yed-i beyza mesâbesindeki şefkat eli sâyesinde yontulmamış kayalardan sanat âbidesi eşsiz eserler meydana gelmiştir. Câhiliye döneminin eşkıyâları O’nun bu kutlu eliyle, bu bereketli tâlim ve terbiyesi sâyesinde İslâmî dönemin evliyâları olmuştur. Yüce Allâh’a inanan, O’nun Kitâbını kendisine düstur edinen ve O’nun Peygamberinin izinde giden mü’min de bu anlayış içerisinde ilim yolcusu olmalı, Kur’ân’ın ilim irfan sofrasına oturmalı, Hz. Peygamber’in (sav) kapısı herkese açık olan Evrensel Okuluna talebe olmalı ve Allâh’ın ahlâkıyla yetişmeli, kendisini yetiştirdiği gibi çoluk çocuğunu, mâiyyetindeki insanları ve çevresindekileri yetiştirmelidir. Öyleyse mahvolan, apaçık belge üzere mahvolsun, yaşayan da apaçık belge üzere yaşasın!8 Yâni hiç kimse bilgisiz belgesiz, delilsiz mesnetsiz yaşamasın ve ölmesin. Yazımızı ilim yolcularının dillerinden düşürmemesi gereken bir Kur’ân duâsıyla sonlandıralım: Rabbim ilimce beni artır.9 Duâ cümlesinin Rabbi zid ilmî/Rabbim ilmimi artır şeklinde değil de Rabbi zidnî ilmâ/Rabbim ilimce beni artır şeklinde gelmesi ne kadar anlamlıdır! Demek ki bizler, bize Rabbin katında değer kazandıracak faydalı ilimlere tâlip olacağız ve öyle ilimleri isteyeceğiz. Yoksa hedef ilim küpü olmak değil, bilgi yüklenmek değil. Alîm olana yaraşır kul olmak, O’nun ilimler hazînesi Kur’ân’ı düstur edinmek ve Muallim Peygambere lâyık ümmet olmak da ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Söyleyen ne güzel söylemiş: İlim elinde çıra/ Yak da Mevlâ’yı ara. Bilmek olmak değildir, olmaya bak olmaya! Dipnotlar: [1] 18 Kehf 109. 2 31 Lokman 27. 3 17 İsra 85. 4 96 Alak 1. 5 42 Şûra 52. 6 7Araf 176. 7 62 Cuma 5. 8 8 Enfâl 42. 9 20Tahâ 114. Prof. Dr. Ali Akpınar
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak