Ara

Ālim, Ārif ve Şâir Ahmed Fakih

Ālim, Ārif ve Şâir Ahmed Fakih

Bir şâirin şiirinde başka bir isme atıfta bulunması elbette önemlidir. Zîrâ bu durum aralarında fikren veya aynı çağda yaşamışlarsa sûreten bir münâsebetin olabileceğini gösterir. Konuyu Yûnus Emre açısından ele alacak olursak onun “Fakīh Ahmed Kutbiddîn Sultan Seyyid Necmüddîn/Mevlânâ Celâleddîn ol kutb-ı cihan kânı” beytinde Fakīh Ahmed ismini de andığını görürüz. Ahmet Fakīh isminin Mevlânâ ve Necmeddîn Kübra gibi büyük isimlerle birlikte anılması onun Yûnus Emre açısından önemli bir isim olduğunu gösterir. Bu sebeple aralarındaki münâsebetin mâhiyetini anlamak için Ahmed Fakīh kimdir önce ona bakalım.

Ahmed Fakīhler Meselesi

Ara başlığı “Ahmed Fakīhler meselesi” olarak koymamızın sebebi şudur: Literatürde Ahmed Fakīh adıyla bilinen birden fazla kişi vardır. Bu yüzden gerek hayatları gerekse eserleri hakkındaki bilgiler birbirine karışmış vaziyettedir. Yûnus Emre’nin bahsettiği Ahmed Fakīh bunlardan hangisidir? Yâhut hepsine mi işâret edilmektedir? Şimdi ihtimâl olarak en yüksek bulduklarımızı söyleyelim.

Yûnus Emre’nin bu beyitte adını andığı Ahmed Fakīh, Şeyh Evhadüddîn Hâmid b. Ebü’l-Fahr el-Kirmânî’nin mürîdi olan kişi olabilir. Eğer bu doğru ise bu zât Şeyh Kirmânî’nin Konya’yı ziyâreti sırasında (1206) onunla birlikte Anadolu’ya gelen kişidir. Burada ona dâir en önemli bilgi bir ahī oluşudur. Bu bilgi “Hızırnâme” adlı menâkıbnâmede de yer alır ve onun Anadolu’nun ilk ahî erenlerinden olduğu söylenir. Dahası bu eserde Yûnus Emre’nin ilgili beytinde de geçtiği gibi “Kutbü’d-dîn” unvânıyla anılmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve babası Bahâeddîn Veled’in Konya’ya yerleşmelerinden yedi-sekiz yıl kadar önce 1221 yılında ölmüştür. Mezarı Tebriz yakınlarındaki Asbust köyünde bulunmaktadır. Bir ahī ve sūfî olması itibâriyle birinci ihtimâl olarak Yûnus Emre’nin kasdettiği Ahmed Fakīh bu olabilir.

Bu konuda ikinci ihtimâl şudur: Bu beyitte bahsedilen Ahmed Fakīh, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin babası Bahâeddîn Veled’in mürîdi, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in talebesi olan kişidir. Mevlânâ’nın babasından fıkıh dersleri aldığı için kendisine “fakīh” denmiştir. Daha sonra tasavvufa yönelmiştir. Bu kişinin Mevlânâ çevresinde bilinip sevilen bir isim olması, vefâtında ise cenâze namazını bizzât Mevlânâ’nın kıldırması bu ihtimâli daha da güçlendirmektedir. Daha da önemlisi kabrinin de Konya'nın batısındaki Yaka Bağları ile Beyşehir yolunun kavşak noktasında Hoca Fakīh Mescidinin bitişiğindeki Hoca Fakīh türbesinde bulunmasıdır. Konuya Konya merkezli bakacak olursak adı geçen Ahmed Fakīh’in bu olması da mümkünüdür. Yine her iki Ahmed Fakīh’in aynı kişi olmaları söz konusu olabilir. Bu durumda Tebriz’deki mezarın bir makam olduğu düşünülebilir. Yûnus Emre’nin de Konya’da olduğu yıllarda Mevlânâ meclislerinde bulunduğu Sultan Veled ile münâsebetleri düşüldüğünde Ahmed Fakīh adını ondan duymuş olması ve onu bu şekilde tanıması söz konusu olabilir.

Bir diğer Ahmed Fakīh ise Hâce Fakīh-i Karamânî olarak anılan ve aynı zamanda Türkçe, Arapça, Farsça şiirleri mevcut olan kişidir. Üstelik Konyalı’dır. Bir diğer Ahmed Fakīh ise mezarı Akşehir’de olan ama hakkında fazla bir bilgi olmayan ve kitâbesinde “şehîd” olarak vasıflandırılan kişidir. Beşincisi ise “Kitâbü Evsâfı mesâcidi’ş-şerîfe”nin yazarı olan bu Ahmed Fakīh’tir. Bunları güçlü ihtimâller olarak görmemekteyiz.

Yûnus Emre ve Ahmed Fakīh

Şimdi de en güçlü ihtimâl olarak gördüğümüz Ahmed Fakīh hangisi ona bakalım ve Yûnus Emre ondan neden bahsetmiş olabilir sorusuna cevap arayalım. Fakīh Ahmed Kutbiddîn olarak da bilinen bu zâtın doğum târihi bilinmemektedir. Vefat târihi ise 1221 yılıdır. Yûnus Emre ise 1240’da doğduğuna göre Ahmed Fakīh’in vefâtında henüz hayatta değildir. Bu yüzden görüşmeleri elbette mümkün değildir. Durum böyle olmasına rağmen Yûnus Emre ondan neden bahsetmiş olabilir?

Bu durumu şöyle açıklamak mümkündür. Yûnus Emre, bir mutasavvıf şâir olarak gerek kendinden önceki gerekse kendi dönemindeki mutasavvıflardan haberdardır. Zaman ve mekân olarak görüşmeleri mümkün olanlardan bahsettiği gibi olmayanlardan da bahsettiğine göre onların fikirlerinden istifâde etmiş olmalıdır. Onlara ilgi ve muhabbetini bu anlamda düşünmek gerekir. Bunu, adları anıldıktan sonra söylenen “Kanı(hani)” kelimesinden anlıyoruz. Beyitte bunlardan hareketle bir taraftan “dünyâ kimseye kalmaz” hükmünce böylesi büyük isimlerin de vefât ettikleri dile getirilirken bir taraftan da bu vefatlar karşısında Yûnus’un üzüntüsü dile getirilmektedir. Nitekim bu beytin yer aldığı şiirin tamâmına bakıldığında da başka önemli isimlerin aynı şekilde anıldıkları görülür. Meselâ bir sonraki beyitte “Ol Seyyid Ahmed Kebîr” denilerek Ahmed el-Rifâî’den, öncekilerde ise Cüneyd-i Bağdâdî, Şiblî, Ma‘rûf-ı Kerhî ve Bâyezîd-i Bestâmî gibi isimler anılmaktadır. Ama durum ne olursa olsun Ahmed Fakīh’i -bunlardan hangisi olursa olsun-, görüşme ihtimâlleri olmasa bile şahsiyeti ve fikirleri itibâriyle Yûnus Emre’nin sūfî çevresi içinde düşünmek gerekir. 

Eserleri

Ahmed Fakīh’in yâhut Ahmed Fakīhlerin eserleri var mıdır? Ahmed Fakīhlerin birden fazla olması bu konuyu da problemli hâle getirmiştir. Bilinen eserler topluca Ahmed Fakīh ismi etrâfında anıldığı için hangi eserin hangisine āit olduğunu tespit mümkün değildir. Fakat bir mālûmât olsun için burada onlardan da bahsedelim. Bunlardan ilki kısaca “Çarhnâme” olarak bilinen “Çarhnâme-i Ahmed Fakīh der Bî-vefâî-i Rûzigâr” adlı kasīdedir. Eser klasik bir nasīhat kitâbıdır ama dil özellikleri itibâriyle önemlidir. Diğeri “Kitâbü Evsāfı mesâcidi’ş-şerîfe” adlı bir mesnevîdir. Üçüncüsü ise otuz babdan oluşan Türkçe manzūmelerdir. Ahmed Fakīh özellikle bu eserinden dolayı Anadolu'da Oğuz-Türkmen Türkçesi'nin ilk örneklerini veren kişiler arasında kabûl edilmektedir.

Bu eserlerden “Çarhnâme”, gerek dînî-tasavvufî muhtevâsı gerek dili itibâriyle önemli bir eserdir. Bir fikir vermesi açısından bāzı beyitlerini burada analım: “Bilir misin niçin geldin cihâna/Seni kulluk için yarattı Sultan/Yavuz sanmaya kardaş kardaşını/Hakīkattir bu sözüm bana inan/İşittinse sözüme kulak tut/Gidermegil sözümü kulağından/Nasīhat tutar isen dinle sözüm/Hünerin var ise gel işte meydan”

Yûnus Emre’nin de Türkçe söyleyişi esas alan bir isim olduğu düşüldüğünde atıf yaptığı Ahmed Fakīh’in bu eserin müellifi Ahmed Fakīh olduğu da düşünülebilir. Çünkü Ahmed Fakīh’in açtığı Türkçecilik çığırı kısa bir süre sonra çok büyük bir ilgi görmüş, Türk diline karşı duyulan sıcak ilgi, gittikçe artmıştır. Bu bağlamda Ahmed Fakīh’ten sonra yetişen en önemli isim ise Yûnus Emre olmuştur. İkili arasındaki yakınlığı dil ve söyleyiş konusundaki benzer yâhut ortak tutumları üzerinden de düşünmek mümkündür.

Biyografik mānâda işin hakīkati ne olursa olsun burada önemli olan Yûnus Emre’nin Ahmed Fakīh isminden haberdâr olması ve şiirinde adını anmasıdır. Bunu önemli görmekteyiz. Zîrâ bir şahsiyet, münâsebette bulunduğu veya böyle bir şey gerçekleşmese bile isminden, eserinden bahsettiği kişilerle müşterek bir kültür ortamının insanıdır. Dolayısıyla onu tanımak, anlamak açısından bu durum önemli görülmelidir.

Kaynakça

Ahmed Fakīh, Çarh-nâme, Haz. Mecdut Mansuroğlu,İstanbul, 1956

Ali Alper Çetin, Anadolu’da İlk Türkçeci Ahmed Fakih,

https://www.kirmizilar.com/tr/index.php/kategoriler/kulturumuzun-yildizlari/2341-anadolu-da-ilk-turkceci-ahmed-fakih

Önder Mehmet, Anadolu’yu Aydınlatanlar, Ankara 1998

Osman Fikri Sertkaya, Ahmed Fakih maddesi c. 2 İstanbul 1989

Ocak 2022, sayfa no: 43-44-45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak