'Şükür Allah'ın nimetlerini yolunda sarfetmektir.' Mânevî Büyüklerin, dünyalık imtihanları da, sahip oldukları manevî dereceye paralel büyük olurmuş... İnsanlık tarihinde ilâhî misyon yüklenmiş Resûller'in ve Nebiler'in karşılaştıkları zorluklar, çektikleri çileler sarfettiğimiz hükme en güzel ve müşahhas delil teşkil eder. Öyleki Cenâb-ı Hakk, emirlerini bulundukları kavme tebliğ etmeleri amacıyla Peygamberlik görevini verdiği O mümtaz kullarının, teslimiyetlerini, sadakatlerini daha da perçinlemek için, sıradan insanların asla kaldıramayacakları yoğunlukta ve kıvamda bir takım imtihanlara tâbi tutmuştur. Ve âdeta 'Eğer inanıyorsanız, teslimiyetinizin kâmil bir noktada olduğuna kanaat getiriyorsanız, bu çetin imtihana sizler de hazır olun.' dercesine de O Nebi'nin getirdiklerine imân edenleri bu durumlara şâhit kılmıştır. Dolayısıyla tarihi süreklilik içerisinde mü'minler böylesi imtihanlarla öyle sık yüz yüze gelmişlerdir ki, kimileri imtihanı başarıyla neticelendirerek mükâfatlandırılmış, kimileri de nefsin aldatıcılığına, tuzaklarına, girdaplarına kapılarak başarısız bir sonuç ile yüzleşmişlerdir. Hâtemül Nebi, Ekmelül Enbiya Efendimiz de, ilâhî cilvenin tabiî bir neticesi ile âdeta bütün peygamberlerin yüzleştiği imtihanların en çetini ile karşılaşmıştır. Öyleki Sevgili Efendimiz (sav)'in henüz ilk ve zor imtihanı, sapık inançlarıyla oldukça inatçı, alternatif düşüncelere zihinleri tamamen kapalı, ilkel, zorba bir kavmi ıslah için gönderilmiş olmasıydı. Malumunuz bu insanlar şirke bulaşmış muharref inançları için 'Atalarımızın dini' diyor, başka hiç bir şey demiyorlar ve dedirtmiyorlardı. Resûlullah Efendimiz (a.s.)'in yıllarca çektiği her türlü ezâ, cefâ, çile ve Allah'ın o katı kalpleri yumuşatması neticesinde arzû edilen sonuç tabiî olarak tecelli etmiştir. Taşkınlığında, küfründe, inkârında en ileri giden ve gönlü İslâm'a en kapalı gözüken müşrikler, Allah (c.c.)'ın kalplerine verdiği yumuşama ile Resûlullah'ın davetine kulak kabartır oldular, belli bir aşama sonrada 'Sahabe-i Kirâm' olarak taltif ettiğimiz, zümreye ilhak olarak İslâm tarihinin en mümtaz köşesinde yerlerini aldılar. Onlar da biliyorlardı ki, İslâm'a dâhil, olmakla aynı zamanda çileye de talip oluyorlardı. Ancak şunu da biliyorlardı ki Hakk rızâsı adına yaşanan dünyalık çile, bitimsiz saadete tekâbül eden, sınırsız bir güzelliğe de kapı aralıyordu. Böyle genel bir mukaddimeden sonra asıl değinmemiz elzem konuya girelim. Geçen sayımızda malûmunuz, kapak dosyası olarak 'Şükür' konusunu ele almıştık. Üstadımız, geçirmiş olduğu elim kaza münâsebetiyle söz konusu dosyaya iştirar edememiş, hatta kendisinden bu konuda görüş almamız dahi sağlık durumlarının el vermemesinden ötürü mümkün olmamıştı. Biz aşağıda okuyacağınız röportajı gerçekleştirdiğimizde mart sayımız baskıdaydı. Dolayısıyla geçen sayıya röportajı yetiştirmemiz teknik olarak imkânsızdı. Nâsib bu sayıdaymış... Üstadımız'ı bir vesile ile ziyarete gittiğimizde, kendilerini fazlaca yormadan bir-iki soruluk röportaj yapmayı düşündük. Durumu kendilerine anlattığımızda gayet münâsib olacağını söylediler. Zaten sağlık durumları da olabildiğince iyiydi 'bi'iznillah'. Hatta biz bu yazıyı kaleme aldığımız sıralarda artık rahatça yürüyebiliyorlardı bile... Cenâb-ı Hakk'a sınırsız oranda hamd u senâlar olsun. Kısa ama içinde mânâ olarak çok şeyin verildiği bu röportajı ilgilerinize sunuyoruz. Mevlam yolundan ayırmasın. İlker ŞATANA Muhterem Efendim, İslâm'da şükür nasıl târif edilmiştir..? Bismillâhirrahmanirrâhîym. Cenâb-ı Mevlâmıza sonsuz hamd u senâlar, Habibi, Resûlü ve iki cihân güneşimiz Muhammmed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ve âline, ashabına da salâtu selâm ederiz. Şükür üç kısımda mütalaa edilir. Dilin şükrü, bedenin şükrü ve kalbin şükrü biçiminde. Dil, şükrünü 'elhamdülillâh' diyerek yerine getirir. Beden, sahip olduğu azaları Cenâb-ı Hakk'm emirlerinin doğrultusunda hareket ettirmekle şükrünü tamamlar. Kalbin şükrü ise Allah (c.c.)'ın verdiği nimetlere karşı büyük bir tazim içerisinde olmasıdır. Malûmunuz Cüneydi Bağdadî Hazretleri'ne henüz yedi yaşlarındayken yönlendirilen 'şükür nedir?' sorusuna verdiği cevap ne kadar manidardır: 'Şükür Allah'ın nimetleriyle O'na isyan etmemektir.' Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de 'Eğer şükrederseniz nimetimi arttırırım. Şükretmezseniz de azabım şiddetlidir' meâlinde ki ayet-i celile-î cernîlesi, şükür ile alakalı en belirgin emirdir. Böylelikle mü'min, her dâim şükreder, dili, bedeni, kalbi devamlı Çenâb-ı Mevlâ'ya şükrederek, yaratılış gayesini yerine getirir. Tabi ki, şükür denildiği zaman, sadece Allah (c.c.)'ın verdiği maddî nimetlere karşı şükür anlaşılmamalıdır. Müslüman her şeye ayrım gözetmeksizin şükreder; yani İslâm'a şükür, imân'a şükür, Kur'an'a şükür en mükemmel şükür örneğidir. Burada yalnız maddî olanlara yönelik değil, aynı zamanda manevî değerlere karşı da şükür etmemiz gerektiğinden söz ediyorum. İşte mânevî olan değerlere de şükretmemiz, bu nimetlerin ziyâdeleşmesine vesiledir. Kur'an-ı Kerim'de şükür ve sabır kavramlarının devamlı zikredildiği müşâhade edilir.Bunun özel bir anlamı var mıdır? Efendimiz -sallallahü aleyhi ve sellem- 'İmân iki yarımdan müteşekkil bir bütündür. Bir yarısı şükür, bir yarısı sabırdır.' buyuruyor. Yine bir hadisi şerifinde; 'Mü'minin işine taaccüb ederim. Başına bir musibet gelirse sabreder. Bu onun için nimet olur. Bir nimete kavuştuğu zaman da şükreder. Bu da onun için ecir olur, makâfat olur.' Dikkat edilirse Arapça'da 'taaccüb' imrenme mânâsına gelir. Yani Efendimiz - alehisselâm- 'mü'minin işine imrenirim' demek istiyor. Bu da hakîkaten mü'min için büyük bir iltifattır. Kur'ân-ı Kerim'de, sizin de belirttiğiniz gibi şükür ve sabır, müslümanlara hatırlatılarak devamlı zikredilmektedir. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz hadis-i şerifte de buyrulduğu üzere mesele imân ile alâkalı bir durumdur. Yine Resûlu Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz; 'İnsanlara şükretmeyen Alllah'a da şükretmez.' buyuruyor. Bu, anlayanlar için, ibret alanlar ve tefekkür edenler için oldukça önemli bir ikâzdır. Sabır kavramına da bu vesileyle kısaca bir temas edelim. Sabır, Kur'ân-ı Kerim'de değişik şekillerde târif edilir. Umumî tariflerde, 'Allah'tan gelen musibetlere karşı sabır', İbâdete sabır', İsyan istememeye sabır' bir de 'sabrı cemil' vardır ki, müsibeti Hakk'tan geldi diye bir nimet olarak, bir hediye olarak telakki etmektir. İnsanlarımız sabretmeyi sadece tek yönlü, tek taraflı olarak yorumlamaktadırlar. Sabır, yalnızca yüzün bir tarafına vurulduğu zaman öbür tarafı dönme anlamında değildir. Sabır aynı zamanda 'direnme' mânâsına gelir. Rabbımız Teâlâ Hazretleri; 'Ey mü'minler sabrediniz ve sabır yarışına giriniz.' buyurmaktadır. Buradaki sabır yarışına girin 'direnin' anlamına gelmektedir. Yani konuyu tek boyutlu olarak mütalaa etmemek gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca şükür meselesiyle ilgili olarak Rasulullah -alehisselam- Efendimiz'den bir örnek vermeyi isabetli görmekteyim: Ebu Eyüb e'l Ensâri Hazretleri'nin bir yemek davetinde Efendimiz -aleyhisselam- ağlamışlardır. Sofrada bulunan eti işaret ederek, 'Kızım Fatıma (ra- dıyallahu anha) tam altı aydır bundan yememiştir.' buyurarak, Fatıma validemize de o etten götürülmeyene kadar elini sürmemişlerdir. Yani Efendimiz - aleyhisselâm- fakiri, yoksulu gözetmeden, onlara ikram etmeden hiçbir zaman rahat etmemişlerdir. Bir defasında ikindi namazından erken ayrıldılar. Sahabe-i Kirâm'ın 'Ya Rasûlallah, neden ikindi namazından sonra erken ayrıldınız..? 'sorusuna, Resûlu Ekrem Efendimiz, 'Üzerimde birkaç tane altın vardı. Bunların benimle sabahlamasını arzû etmedim, dolayısıyla fakirlere dağıttım.' buyurmaları, bizler için en güzel örnektir. Yine Fahri Kâinat Efendimiz, Uhud dağının etrafında dolaşırlarken buyurdular ki 'Gönlüm arzû ederki, Uhud dağı hep altın olsun. Borcum olan birkaç dirhemi verdikten sonra, hepsini Allah yolunda infak etsem ne kadar hoşuma giderdi.' Dikkat edilirse Efendimiz - aleyhissalatu ves'selâm- hep mesaj vererek bize şükrün en güzel, en müşahhas târifini yapıyor. Ki Allah (c.c.)'ın vermiş olduğu nimeti yolunda sarfetmektir şükür. Bundan daha sarih bir mânâsı olabilir mi ki şükrün..? Efendim, konumuzu çok güzel bir şekilde toparladınız. Sizi bu hâlinizle fazlasıyla yorduk, Allah râzı olsun. Çok teşekkür ediyoruz. Estağfirullah. Cenâb-ı Hakk sizleri muvaffak kılsın. Çalışmalarınızı dikkatle tâkip ediyoruz. Dualarımız hep sizinle...
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak