Sözlükte mastar olarak “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak” gibi anlamlara gelen akıl kelimesi, felsefe ve mantık terimi olarak “varlığın hakīkatini idrâk eden, maddî olmayan fakat maddeye tesir eden basit bir cevher, maddeden şekilleri soyutlayarak kavram hâline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç” demektir. Bu anlamıyla akıl sâdece meleke değil, özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün fonksiyonlarını belirleyen bir terimdir. İnsanın her çeşit faaliyetinde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayıran bir güç alarak akıl, ahlâkī, siyâsî ve estetik değerleri belirlemede en önemli fonksiyonu hâizdir.1
Diğer yönüyle akıl, bāzılarına göre bilmektir, bāzılarına göre gerekli olan şeyleri gerekli, câiz olanları câiz, imkânsız olanları imkânsız olarak bilen zarûrî bilgilerdir. Bāzılarına göre bilgi elde edebilme niteliğidir, temyiz gücüdür, temyiz âletidir.2
Elmalılı’ya göre aklın mādeni kalp ve ruhtur, şuaı, dimağda bulunan bir nûr-i ma'nevîdir ki insan bununla mahsus olmayan şeyleri idrâk eder.3
Akıl, Allâh'ın emirleri karşısında kişinin mükellef olabilmesinin ilk şartıdır. Bu yönüyle akıl, insanları diğer varlıklardan ayıran en önemli unsurdur.4 Çünkü insanlar akılları vâsıtasıyla Allâh'ı bilirler. Kulluklarını edâ ederler. Verilen nīmetlere şükrederler, mükellef olurlar. Zîrâ deliler mükellef değillerdir.
İnsanlar akılları sâyesinde diğer mahlûkattan ayrılırlar. Yoksa yeme, içme, barınma ve üreme gibi konularda, farklı da olsa aralarında bir ortaklık vardır. Hattâ insan aklını kullanıp Allah yoluna girmezse âyetin ifâdesiyle diğer mahlûkattan aşağı bir seviyeye düşmektedir.5
Bunun için akıl büyük bir nīmettir. Dîn de ancak akılla kāim olduğu gibi dünyevî terakki de aklın işlevselliğine bağlıdır. Bu meyanda Kur'ân-ı Kerîm insanları yer yer “düşünmezler mi?” ve “akletmezler mi?” diyerek düşünmeye dāvet eder.6
Dolayısıyla akıl, insanın olmazsa olmazı olan ve dînin koruma altına aldığı beş zarûrî temel haktan birisidir. Bu yüzden dînimizde bāzı emir ve yasakların aklı korumaya yönelik olduğu söylenebilir.7
Bundan dolayı Kur’ân donuk değil de işlevsel bir akıl istemektedir. Donuk, şoklanmış bir aklı eleştirmektedir. Kelimenin tam anlamıyla akleden bir akıl istiyor. Çünkü peygamberlerin dāvetine, hak ve hakīkate sırt çevirenlere sorulan sorulardan bir tânesi de “akletmez misiniz?” sorusudur. Bu ifâde şoklanmış, şartlanmış ya da donmuş akılların kendine gelmesi içindir. Bu metot Rabbânî bir metottur. Zîrâ Peygamber Efendimiz ve diğer bütün peygamberler aynı metodu kullanmışlardır. Rabbimizin, kitapları ve peygamberleri aracılığıyla İnsanların akıllarını donduran şu şok çeşitlerini ortadan kaldırmak istediğini söyleyebiliriz:
İnat Şoku: Peygamberlere verilen mucizeler, insanların aklının üstündeki şok perdesini kaldırmak içindir. Olağan üstü bir olayla insanın kendine gelmesini sağlamak. Zîrâ akıl olağan üstü olayları kabûl etmez. Îmân ettiğimiz konuların çoğu böyledir. Akıl ancak bunları vahye teslîm olarak kabûllenir. Ya şok perdesini yırtar ya da şoku iyice artar. Bununla kendine gelenler olduğu gibi tam tersine aklındaki donukluğu artanlar da olmuştur. Hz. Ebû Bekr'in teslîmiyeti ve Ebû Cehl'in inkârı gibi. Ebû Cehl'in elindeki taşlar Kelime-i tevhîdi söylemişler de aklı, kalbi, vicdânı donuk olan Ebû Cehl'in; derin dondurucudaki maddeler gibi şoku artmıştır. Bundan dolayı inat etmiş ve îmân edememiştir. Acaba taşlar mı katı yoksa Ebû Cehl'in aklı mı?
Ataların Dîni (Mahalle Baskısı) Şoku: Bu konuda İbrâhîm (as)'ın zālim idâreci Nemrut ve kavminin akılları üstündeki perdeyi yırtmak için yaptığı mücâdele çok müstesnâdır. Onların akıllarını ve vicdanlarını şoktan kurtarmak için ādetâ senaryo hazırlamış ve bunu başarıyla uygulamıştır. Bāzılarının vicdanlarını yumuşatır gibi olmuştur. Ancak “toplumsal şok dalgası” mahalle baskısı karşısında akıllarındaki buzlanma devâm etmiştir. “Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhîm? dediler. Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine): «Zālimler sizlersiniz, sizler!» dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler. İbrâhîm: Öyleyse, dedi, Allâh'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Size de, Allâh'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?”8
Şımarıklık (Kişiliği Kaybetme) Şoku: Allâh'ın verdiği nīmetleri kendi kābiliyetleriyle kazandıklarına inanan ve bu inancı uğruna her türlü müptezelliği yapanların yakalandıkları şok. Bunlar kendilerini öyle bir kaybederler ki işi ilâhlık iddiasına ve Allâh'a meydan okumaya kadar götürürler. Nemrut gibi. İbrâhîm (as)'ın İlâhlığa soyunan şımarık kendini bilmez Nemrut’u şoklaması, onu bu derin şoktan kurtarmak içindir. “Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrâhîm: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrâhîm: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zālim kimseleri hidâyete erdirmez.”9
Aklı İlâhlaştırma (Putlaştırma) Şoku: Bāzı İslâm ālimleri, “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklîf ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zālim, çok câhildir.”10 âyetindeki “emânetin” akıl olduğunu söylemişlerdir. İşte peygamberler ve kitaplar, insan bu emânete sāhip çıksın onun değerini bilsin diye gönderilmişlerdir. Çünkü insan târihî seyri içinde ya aklını şoka kaptırarak ya da putlaştırarak helâk olmuştur. Aklını putlaştırarak helâk olanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bunların pek çoğu birçoğumuzun akıllı diye kabûl ettiği ve hâlâ sözlerinden ve fikirlerinden faydalanmaya çalıştığımız kimselerdir. Filozoflar gibi. Bunlar "biz varken peygamberlere ne gerek vardı" diyerek akıllarını yüksek ısılı dalgalara kaptırarak eritip zāyi edenlerdir.
Kārun bu tiplerin ekonomistlerindendir. 'Ben her şeyi aklım ve bilgimle kazandım' demiştir. “Kārun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftârı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).”11
Ölümü, Âhireti ve Hesâbı Unutma Şoku: Bu tipler dünyânın geçici nīmetlerine öyle dalarlar ki bu nīmetlerin kendilerini ebedîleştireceğini ve ölümden kurtaracağını zannederler. “(O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.”12 İşte bunlar ölüm ânında girdikleri ölümsüzlük şokuyla uyanırlar. Ama artık iş işten geçmiştir. Oradaki uyanmanın hiçbir faydası yoktur.
(Ona) "Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir" (denir.)13 İnsanların şok ânında gözleri fal taşı gibi açılır ya işte bu o haldir. Rabbimizin Peygamberimiz (sav)'e Mekke'de indirdiği âyetler onları bu konularda hem şoklayacak hem de şoktan uyandıracak özelliktedir. “Tekvîr” sûresinin girişindeki Kıyâmet sahneleri ve diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının hesâbının sorulacağının hatırlatılması bu konudaki örneklerden sâdece birkaç tânesidir.
Allâh'ı Unutma Şoku: Bu tipler Allâh'ı kendi yaşantılarına karıştırmazlar. Nefislerini de ilâhlaştırırlar. Sorumsuz bir şekilde yaşarlar. Allâh'ı unuturlar. Dara düştükleri zaman hatırlarlar. Ama iş işten geçmiştir. Bu hatırlamanın bir faydası yoktur. Bu tiplerin en önemli karakteri Firavun'dur. Vaktiyle Allâh'a meydan okumuş, hattâ veziri Hâmân’a “bana bir kule yap, ben Mûsâ’nın Rabbine ulaşmak istiyorum” demişti.14 Boğulacağını anlayınca îmân ettiğini itirâf etmişti. “Biz, İsrâîl oğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları tākip etti. Nihâyet (denizde) boğulma hâline gelince, (Firavun:) «Gerçekten, İsrâil oğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de îmân ettim. Ben de Müslümanlardanım!» dedi.”15
Bu Allâh'ı unutanlar diğer tarafta unutularak yāni kaale alınmayarak ikinci bir şoka daha uğratılacaklar: “(Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!”16
Çeşitli Şok Dalgaları: Aslında aklını çeşitli şoklara kaptıranların sayısı ve çeşidi sanılandan daha fazladır. Ama biz bu yazımızın çerçevesinde bu kadarla iktifâ edelim. Ve Rabbimizin bize bahşettiği akıl nīmetine sāhip çıkalım. Yoksa aklımızı rüzgâr gibi esen şok dalgalarına her an kaptırabiliriz. Sanal ālem, medya, arkadaş çevresi, dünyânın geçici nīmetleri, nefsin arzuları bunlardandır. Rabbimiz, bu şok dalgalarından korunmamız için Kur’ân'da bize Kevnî ve şer'î âyetlerini ve onlar üzerine yoğunlaşmamızı hatırlatmaktadır. “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şâhit olması yetmez mi?”17
Dipnotlar
1 T.D.V. İslâm ansiklopedisi akıl maddesi
2 Faruk Beşer, İslâm'da Sosyal Güvenlik ,81
3 Elmalılı, 1/566
4 Beşer age, 81
5 A'raf/179
6 Kur'ân-ı Kerîm'de 70 yerde geçmektedir.
7 Age. Aynı yer
8 Enbiya, 62-67
9 Bakara: 258
10 Ahzab: 72
11 Kasas: 78
12 Hümeze, 3
13 Kâf: 22
14 Kasas, 38
15 Yûnus, 90
16 Taha, 126
17 Fussilet, 53
Eylül 2022, sayfa no: 24-25-26-27
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak