Allah vergisi olan akıl, kul için büyük bir sermayedir.1 Euripides’in de dediği gibi, Allah mahvetmek istediği kimsenin önce aklını alır.2 İnsanı hayvanlardan ayıran faktör, akıldır. İnsan, akıldan uzaklaştığı zaman, hayvanlık kisvesi ortaya çıkar. Dindarlıkla akletmek arasında doğrudan ilişki vardı. Din, teklif akledenlere özgüdür. Bu gerçeği Hz. Ali (k.v.) şöyle izah eder: “Akıl, ezelî gerçeklerin ve ilâhî faziletlerin kaynağı olan dinle, din akılla hayat bulur. Dinin hayatî lüzumunu ve inceliklerini idrâk edemeyen akıl, akıl değildir. Aklın dairesinden uzak dine de din denilemez.”3 Aklını kullananlar Allâh’a muti’ olmaktadır. Allâh’a isyan edenlerin en temel özelliği akledemeyenlerdir. İnsan Allâh’a aklın gösterdiği istikamette yürüyerek ulaşır. Akıllı olmak ebedî hayata hazırlık yapmakla doğru orantılıdır. Zîra uhrevî gâyeden yoksun olanların akıllılık iddiası, bir yalandan ibârettir. Aklın kişinin Allah Teâlâ’ya ve Peygamberine inanması, ilâhi emirleri yerine getirmesidir. Uhrev hayata hazırlık yapan, Allâh’tan korkan, ilâhi tekliflere muhatap olan akıl, Allâh’tan en çok korkan, Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına en iyi uyan akıldır. Akıl ile bireysel tecrübe arasında doğrudan bir ilişki vardır. Schiller bir tavsiyesinde der ki: “Akıl ve dirayetin ak saçlılarınki gibi, ama kalbin masum çocuklarınki gibi olsun.” George Chapman ise şu hatırlatmada bulunmaktadır: “Gençler, ihtiyarların aptal olduklarını sanırlar, ama ihtiyarlar, gençlerin aptal olduklarını bilirler.”4 Akıllı olmak kadar aklı yerinde kullanmak da esastır. Doğru işlemeyen akıl, keskin olsa neye yarar? Aklın kıymeti koşmasında değil, doğru gitmesindedir. Moliere’in dediği gibi, insanlara yapılabilecek en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir.5 Âkil insanlar derler ki: Akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır. Akıllı, gördüğünü; ahmak, işittiğini söyler. Akıl olmayınca başta, ne kuruda biter, ne yaşta. Akıl, para ile alınmaz. Akılsız evlat neylesin mama balını; akıllı evlat neylesin baba malını. Akıl, yaşta değil, baştadır. Güzel, göz için; akıl, gönül için. Sokma akıl, sekiz adım gider.6 İki şey akıl hafifliğini gösterir: Söyleyecek yerde susmak, susacak yerde söylemek. İdrtak-i maâlî bu küçük akla gerekmez, Zirâ bu terâzi o kadar sikleti çekmez. Akıllı insanların meziyetlerinin ne olduğuna bakacak olursak, Sokrates bu doruya kendi tecrübesinden hareketle; “Ben, bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım”7 derken, Thomas Jefferson; “Akıllılar, zayıf taraflarını bildiklerinden, yanılmayacaklarını ileri sürmezler”8 tespitinde bulunur, Cato, M.P., “Aptallar akıllılardan pek az şey öğrenirler, ama akıllılar, aptallardan çok şey öğrenirler”9 hakikatini haykırır, Epictetos; “Sahip olmadığı şeylere üzülmeyen ve sahip olduklarına sevinen, akıllı bir insandır”10 uyarısında bulunur, Lin Yutang;“Akıllı adam hem kitapları, hem de doğrudan doğruya hayatı okur”11 gerçeğini dile getirir, Harry Karns ise“Akıllı bir kimse, kazandığı paranın birazını, aldığı nasihatin ise bir çoğunu saklayıp muhafaza eder” hatırlatmasını yapar.12 Akılsızlığın ne denli ağır faturalar ödettiği erbabına malumdur. Eflatun’un dediği gibi, “İnsanlar akılsızlıkları yüzünden alınlarında yazılı olandan daha çok acı çekerler.”13 Thomas Carlyle ise “İnsan, talihsizlikten ve mutsuzluktan değil, akılsızlıktan korkmalı”14 uyarısında bulunur. Ahmaklarla düşüp kalkmak ziyandır. Hasan-ı Basrî ahmaklardan uzaklaşmanın gereğine şu şekilde dikkat çeker: Ahmaktan uzaklaşmak, Allâh’a yaklaşmaktır”.15 Jean de La Fontaine ise aptallarla olmaktansa, yalnız kalmanın daha iyi olduğunu düşünür.16 Akledenlerle ahmaklar arasındaki karlı dağlar kadar farkın büyüklüğünü Rasûlullah (sav) şöyle dile getirmektedir: "Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır."17 Rivâyet edildiğine göre Hz. İsa (as), sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyormuş. Adamın biri bu hâle hayret ederek ardından koşmuş ve şöyle seslenmiş: "Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!" Hz. İsa (as) o kadar hızlı koşuyormuş ki, acelesinden adamın sualine cevap verememiş. Onun bu şekilde kaçışını merak eden adam, nihayet ona yaklaşmış ve: "Ey Rûhullah! Ne olur Allah için bir an dur da söyle: Senin bu kaçışın benim için bir muamma oldu! Kimden kaçıyorsun? Arkanda ne aslan, ne düşman, ne de korkulacak bir şey var" demiş. Bunun üzerine Hz. İsa (as): "Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan!.. Git bana mani olma ki, kendimi kurtarayım!.." diye karşılık vermiş. Bu sefer adam: "Nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu "Mesih" sen değil misin? diye sormuş. Hz. İsa (as): "Evet, benim" diye cevap vermiş. Adam devamla: "Mânevî sırlara mazhar olan ve bu yüzden "Ruhullah" sıfatını alan şahs-ı mânevî sen değil misin? Sen ki, ölmüş birine o duâyı okuduğunda, o kimse, av bulmuş aslan gibi kabrinden sıçrayıp kalkıyordu" dedi. Bunun üzerine Hz. İsâ (as) "Evet ölüye okuyan benim" cevabını vermiş. Adam tekrar sormuş: Ey güzel yüzlü İsa! Çamurdan kuş yapıp uçuran sen değil misin? Hz. İsa; "Evet..." demiş. Sonra adam: "Ey temiz Ruh! İstediğin her şeyi yapabildiğin halde kimden korkuyorsun?" Hz. İsa (as) : "Evvela ruhu, sonra cesedi yaratan Cenâb-ı Hakk'a ve O'nun sıfatlarına yemin ederim ki, o duâyı yani İsm-i Âzam'ı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Yine o duâyı okudum, ortasından kayalık bir dağ çatladı; ölü bir cesede okudum, dirildi; hiç bir şeyi olmayan fakire okudum, zengin oldu. Fakat o duâyı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle binlerce defa okuduğum halde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi; lakin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi" dedi. Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da arttı ve merakla Hz. İsa'ya (as) sordu: "İsm-i Âzam" bu kadar şeye tesir edip şifa verdiği hâlde niçin ahmaklığa tesir edememiştir? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara deva olup da buna olamayışının sebeb-i hikmeti ne olabilir? Hz. İsa (as) cevap verdi: "Ahmaklık, kahr-ı ilahî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilahî'ye uğramayan ibtilâlardır. İbtilâ da bir hastalıktır; ancak sadece mübtelasına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lakin ekseriya başkasını yaralar ve zarar verir.” Dipnotlar: [1] Selim Gündüzalp & Ali Suad, Çağları Aşan Sözler, Zafer Yayınları, İstanbul 199, s.28. 2 Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, II. Baskı, Türdav, İstanbul 1997, s. 30-31. 3 Ünlü, Özcan, “Dünyayı Değiştiren Sözler”, Eğitim Bilim, Yıl:2, Sayı:12, Eylül 1999, s.38. 4 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s.29. 5 Gündüzalp, Çağları Aşan Sözler, s.28. 6 Gündüzalp, Çağları Aşan Sözler, s.28. 7 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 31. 8 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 9 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 10 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 11 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 12 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 13 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 14 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 32. 15 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s. 29. 16 Eren, Güzel Sözler Antolojisi, s.29. 17 Tirmizî, Kıyâmet 25. İbni Mace, Zühd 31.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak