Ara

Âileyi Korumak – 3

Âileyi Korumak – 3

“Ey Muhammed! Mü’min kadınlara da söyle, onlar da erkekler gibi gözlerini, kendi kocalarından başka yabancı erkeklere bakmaktan korusunlar ve zinâdan uzak dursunlar.” 

Bir önceki yazımızda kadın–erkek ilişkilerinin hangi şartlarda “sırât-ı müstakîm” üzere kurulmasının mümkün olacağını ve buna bağlı olarak âile ilişkilerinin sağlam temeller üzerine yükselmesinin nasıl mümkün olacağını Nûr sûresinden âyetlerle anlatmaya başlamıştık. Sûrenin 30. âyetinde ilâhî hitâbın ilk olarak erkeklere yöneldiğine işâretle onlara yüklediği sorumlulukları anlatmıştık. Âileyi korumak için tek taraflı bir çabanın yetmeyeceğine işâretle bu defa mü’min kadınlara yüklediği sorumlulukları yine Nûr sûresinden anlatmaya devâm edeceğiz.

Allah Teâlâ Peygamberi vâsıtasıyla önce mü’min erkeklere, fuhşiyyattan korunmaları için uymaları gereken emirleri beyân ettikten sonra bu âyetteki emirlerini mü’min kadınlara tahsîs etmiş ve yine Peygamberine hitâb ederek şöyle buyurmuştur:

“Ey Muhammed! Mü’min kadınlara da söyle, onlar da erkekler gibi gözlerini, kendi kocalarından başka yabancı erkeklere bakmaktan korusunlar ve zinâdan uzak dursunlar.”  

Daha önceki yazımızda işâret ettiğimiz üzere İslâm’a göre toplumların bünyesini kemiren, çürüten, her türlü ahlâkî kötülüklere sürükleyerek sonunu getiren şeyler arasında “zinâ” ilk sırada gelir. Aslında zinâ, pek çok harâmın işlenmesinin sonucunda ortaya çıkan büyük bir günahtır. Bu âyette ise bu defa mü’min kadınlara, kendilerini zinâdan korumaları için harama bakmamaları emredilmektedir. 

Kadınlar için gözlerini haramdan sakındırmalarının anlamı:

Soru: Erkekler gibi kadınlar da kendilerine haram olan erkeklere bakamazlar mı?

Cevap: İslâm âlimleri, bu âyetlere ve konuyla ilgili hadislere dayanarak erkekler gibi kadınların da nikâhlı eşleri dışında herhangi bir kimseye şehvetle bakmalarının haram olduğu üzerinde müttefiktirler. Bir kısım âlimler ise kadınların ister şehvetle olsun ister şehvet dışı olsun, yabancı bir erkeğe bakmasının asla câiz olmadığını belirtmişlerdir. Buna delîl olarak da Ümmü Seleme (ra)’den rivâyet edilen şu hadîsi göstermişlerdir: “Bir gün Meymune bint Haris ile birlikte Rasûlullah (sav)’ın yanında bulunuyorduk. Biz orada iken âmâ bir sahabe olan İbn Ümmü Mektum (ra) da geldi. Bu hâdise biz örtünme ile emrolunduktan sonra olmuştu. O gelince Rasûlullah (sav) bize: “Onun yanında örtünün.” buyurdu. Ben: “Yâ Rasûlallah! O kör değil mi? Bizi görür ve tanır mı?” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah bize: “Siz de mi körsünüz; onu görmüyor musunuz?” buyurdu.”

İşte İslâm ulemâsı, Hz. Peygamber'in bu ve benzeri hadisleri sebebiyle, kadınların mahremi olmayan erkeklere, ister şehvetle isterse de şehvetsiz bakmalarının câiz olmadığını ifâde etmişlerdir. Bazıları ise şehvetsiz bakmakta herhangi bir mahzur bulunmadığını, İbn Ümmü Mektum gibi gözleri hiç görmeyen erkekler yanında örtünmenin verâ ve takvâ, yani haram olma şüphesi olan her durumdan kaçınmakla alâkalı olacağını söylemişlerdir.

Netîce olarak şu söylenebilir: Kadınların gözlerini korumalarıyla ilgili emir, tıpkı erkeklerde olduğu gibi zinâ vb. her türlü fuhşiyyattan uzak kalmalarını sağlayacak bakışlardan korunmak manasınadır. Nitekim örtülü olarak dolaşmaları sebebiyle hiçbir erkek tarafından görülmesi mümkün olmayan kadınların, örtülmeleri emredilmeyen erkeklere bakmaktan menedilmeleri de, böyle bir netîceye ulaşmayı sağlayacak en açık ilâhî hükümlerdendir. 

Gözleri harama bakmaktan korumanın amacı, kişiyi fuhşiyyata düşürecek ve zinâ fiiline sebep olacak davranışlardan uzaklaştırmak olunca, günümüzde basın, televizyon ve internet gibi araçlara karşı da aynı hassâsiyeti göstermek şart olmaktadır. Nitekim Müslüman evlerine ilk defa televizyonun girdiği yıllarda, harama bakmamak konusunda son derece bilinçli olan âile büyükleri, televizyon olmayan odalarda oturmayı tercîh ederlerdi. Sâdece soba ile ısınmanın mümkün olduğu o yıllarda, âile efrâdının tamâmının zorunlu olarak televizyon ve sobanın bulunduğu odada toplandıkları uzun kış gecelerinde yine televizyonla karşı karşıya gelmemenin bir çâresini buluyorlardı. Şöyle ki son derece iffetine düşkün olan büyük anneler, evin dışında nasıl giyiniyorlarsa o şekilde giyinip odada, televizyonla karşı karşıya gelmeyecekleri bir noktada oturuyorlardı. Zaman zaman “bunlar gerçek değil, seni görmüyorlar” şeklinde îkâz eden çocuklarına/torunlarına da bir anlam veremiyorlardı. Mahremiyet anlayışının dönüşümünde o dönemde, televizyonların büyük etkisi olduğu söylenebilir. 

Sevgili Peygamberimiz (sav) bir diğer hadislerinde mahremiyetin bir başka boyutuna da dikkat çeker ve “erkeğin bir başka erkeğin avret yerine, kadının da bir başka kadının avret yerine bakamayacağını; bir erkeğin başka bir erkekle; bir kadının da başka bir kadınla bir örtü altında yatamayacağını” ifâde eder. (Müslim, Hayz 74. Ayrıca bk. Tirmizi, Edeb 38; İbni Mace, Taharet 137) Bu hadîsi dikkate alan ulemâ, erkeğin bir diğer erkeğin avret yerine ve kadının da diğer kadının avret yerine bakmasının “haram” olduğuna hükmetmiştir. Daha önce işâret edildiği üzere erkeklerin, erkeklere ve kadınlara göre avret mahalli, diz ile göbek arasıdır. Hanefî mezhebinde diz de avretten sayılır. Kadın kadına avret mahalli de böyledir. Kadının yabancı erkek için avret mahalli ise, ellerinden ve yüzünden başka bütün bedenidir. 

İnsanların birbirlerine karşı böyle “mahremi olanlar ve olmayanlar” diye ayrılması, İslâm dînine has kurallardandır. Âyetlerde ifâde edildiği üzere, kişilere özel mahremiyet alanı “gözlerden” başlar. Kadın olsun erkek olsun bütün Müslümanların Allâh’ın koyduğu bu sınırlara riâyet etmesi ve hayatlarını bu mahremiyet anlayışı üzere düzenlemeleri gerekmektedir. Gözleri haramdan korumak emrinin ihlâl edilmesi, burada anlatmaya çalışacağımız diğer mahremiyet alanlarının da çiğnenmesine sebep olacaktır. 

Nitekim Hristiyanlığı değiştirmeyi hedef alan Rönesans’la birlikte sâdece hazların tatmînini merkeze alan Batı’da önce “Tanrı” kiliseye hapsedilmiş sonra da mahremiyet alanı küçültülmüş, küçücük bırakılmıştır. Bu yöneliş sonunda kadın, ilâhî bir emânet ve insanı oluşturan iki temel parçadan biri olmaktan çıkarak yalnızca bir “beden” hâline gelmiştir. Kadının değeri, bedeninin değeri kadar olduğu için onun değerini belirleyen de erkeklerin “gözleri” olmuştur. 

Amaç sâdece şehvetlerin tatmîni olduğu için âile yaşantısı da keskin bir şekilde değişime uğramıştır. Artık evlilikler eskiden olduğu gibi ölene kadar birlikte olmak arzusuyla kurulamamaktadır. Boşanmalar, yalnız yaşayanlar ve yalnız büyüyen çocuk sayısı artmıştır. Mahremiyet sınırlarının ortadan kalktığı Batı dünyâsında ciddî ruh hastalıklarının ortaya çıktığına dikkat çeken psikiyatristler, bunların Müslüman coğrafyasına sirâyet etmeden önce önünün alınması gerektiğini söylemektedirler. 

Nefsi hayvânî arzulardan men etmek anlamına gelen, günümüzde mâlûm kesimlerce “tabu” olarak adlandırılan ve küçümsenen nâmus/iffet, İslâm ahlâkının en önemli kavramlarındandır. Nâmus kavramının zıddı ise “fuhuş”tur. Bu bakımdan zinâya götüren davranışlardan sakınmak nâmuslu/iffetli olmakla alâkalıdır ve İslâm hukûkuna göre ister evli olsun ister olmasın bir kişi, ömründe bir kere zinâ etmişse, o kişi iffet vasfını ömür boyu kaybeder. Dolayısıyla “iffet”, kişinin sâhip olduğu en önde gelen özelliğidir. 

Konuyu toparlayacak olursak, erkek ve kadınları zinâya götüren davranışların tamâmı “mahremiyet” ve ona yakın olan “iffet” kavramları çerçevesinde özetlenebilir. Bu âyet, Müslümanı zinâdan koruyacak olan ilk davranışın, bakışlarını/gözlerini kontrol etmek olduğunu bildirmektedir. Âyetin devâmında harama bakmamak ve haram bakışlara sebep olmamak için İslâm’ın emrettiği tesettüre ve mahremiyete riâyet etmek, meskenleri tecâvüzden ve her türlü edepsizlikten korumak konusu gelmektedir. Kadınların bu konudaki başarısı, erkeklerin iffetli olmalarına bağlıdır. Toplumdaki yozlaşma ve bozulma, kadınlardan önce etkileri daha fazla olan erkeklerin kusur ve hatâlarındandır.

Allah Teâlâ peygamberi vâsıtasıyla mü’min kadınlara gözlerini haramdan korumalarını ve zinâdan sakınmalarını emrettikten sonra, yine kadınlarla ilgili üç ayrı hüküm daha koymuştur. Bunlar Nûr sûresinin ilk âyetinde açıkça ifâde edildiği gibi mü’min kadınlar üzerine farz olan hükümlerden olup, Allâh’a ve âhiret gününe îmân etmiş her mü’min kadın, bunlara uymakla yükümlüdür.

Not: Bu konuya gelecek ay devâm edilecektir.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak