Ara

Âileyi Korumak – 2

Âileyi Korumak – 2

“Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, zînetlerini teşhîr etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü'min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, âilenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler yâhut henüz kadınların gizli kadınlık husûsiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zînetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerlerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey mü'minler! Hep birden Allâh'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”  

“Âileyi Korumak” başlığıyla ele aldığımız bu yazı dizisinde, "Nûr sûresi 30-31. âyetlerdeki emir ve yasakları, hangi şekilde davranırsak gereğince yerine getirmiş oluruz?" sorusuna cevap olacak şekilde açıklamalarımıza devâm ediyoruz. Müslüman olarak bizlerin günlük hayâtımızda her dâim uygulamamız gereken bazı hükümler içeren bu âyetler, günümüzde çokça tartışılan “âilenin korunması” konusuyla birebir ilgilidir. Eğer biz, “Geçmişteki büyüklerimizin bütün o imkânsızlıklar içinde evliliklerini bir ömür boyu sürdürmeleri, bu âyetlerdeki emir ve yasakları kadın-erkek topyekûn uygulamaları sâyesinde mümkün olmuştur.” desek, hiç de abartılı bir şey söylemiş olmayız. Çünkü önceki yazılarda bazı örneklerine işâret edildiği üzere, şâyet onların günlük hayatları, bu âyetin hükümlerinin uygulanması yönüyle incelemeye tâbi tutulursa görülecektir ki onlar nefislerini, gözlerini harama çevirmemek üzere terbiye etmişlerdir. Erkeklerden farklı olarak kadınlara farz olan örtünme emrini de -burada anlatılacağı üzere- âyette geçen “ziynet” ifâdesinin anlamını gereği gibi kavrayarak, Peygamber Efendimizin gözetiminde bu âyetin hükmünü uygulayan başta Âişe vâlidemiz ve sahabe hanımların uygulamalarına göre, onları örnek alarak yerine getirmişlerdir.  

Şurası da muhakkaktır ki Allah Teâlâ’nın kullarına “yapın” dediği her şey güzeldir, iyidir. İslâm’ın yapılmasını emrettiği her şey, güzel ve hikmetli olduğu için emredilmiştir. Diğer taraftan Allâh'ın kullarına “yapmayın” dediği her şey de mutlaka çirkindir. İslâm dîninde bunlar, çirkin olduğu için nehyedilmiştir.

Eğer bir Müslümanın aklına “İslâm’ın falanca emri kötüdür ya da falanca şey güzel olduğu halde İslâm bunu yasaklamıştır” şeklinde bir düşünce gelirse, bilmelidir ki bu düşünce şeytânın işlerindendir. Şeytan ona kendi düşüncesini süslemekte ve çirkini güzel göstermektedir. Çünkü insan “haz”larına/nefsine göre düşünecek olursa, kötü şeyleri güzel, güzel şeyleri kötü görür. Bunu fark etmeyip devâm ederse hayvanlardan da aşağı duruma düşer. Bunlardan kendini kurtarırsa İslâm’ın emrettiği her şeyin güzel olduğunu anlar. Sevgili Peygamberimiz (sav) bu konuda şöyle uyarıda bulunmuştur: “Arzuları (haz ve hevâsı) benim getirdiğime; İslâm’ın emir ve yasaklarına uymadıkça hiçbiriniz hakîkî mânâda mü'min olamaz.”

Bu tehlikeli durumlara düşmemek için Allâh'ın emir ve yasaklarının mâhiyetini kavramaya çalışmalıdır. Çünkü ancak bu sâyede hepsinin kendi hayrına olduğunu anlayacaktır. Unutulmamalıdır ki insan, bütün kâinatta yaratılmış olan en önemli mahlûktur. Bu yüzden Kur’ân’da: “sizin için yarat/ıl/mıştır” ifâdesi sıklıkla tekrâr edilir.  

Allah Teâlâ peygamberi vâsıtasıyla mü’min kadınlara gözlerini haramdan korumalarını ve zinadan sakınmalarını emrettikten sonra, yine kadınlarla ilgili üç ayrı hüküm vaz'etmiştir ki bunlar da bu sûrenin ilk âyetinde açıkça ifâde edildiği gibi mü’min kadınlar üzerine vaz'edilmiş hükümlerden olup, Allâh'a ve âhiret gününe îmân etmiş her mü’min kadın, bunlara uymakla yükümlüdür. Allah Teâlâ bu üç hükmü şöyle zikretmiştir:

  • “Kendiliğinden görünenler dışında zînetlerini göstermesinler.”

Âyet-i kerîmenin bu ibâresinden anlaşıldığına göre, mü’min kadınlar, kolye veya gerdanlık, bilezik, küpe ve halhal gibi süslenmelerinde birer araç olarak kullandıkları süs eşyalarını vücutlarının değişik yerlerine taktıkları ve bunlarla kendilerini süsledikleri zaman, bu ziyneti yabancı erkeklere göstermesinler; onları örterek erkeklerin bakışlarını üzerlerinden uzak tutsunlar. Bu açık emirle zînetlerin gösterilmesi men olununca, zînet yerleri de tabii olarak gösterilmesi menolunanlar arasına girmiş olur. Bu sebepledir ki İslâm ulemâsı menolunanın zînetin kendisi değil, zînetin takıldığı yer olduğu üzerinde ittifâk etmişlerdir. Bunun en açık delîli de kendiliğinden zâhir olan yerlerin, bu hükmün dışında tutulmasıdır. Bunlar da kadının yüzü, yüzük takılan parmakları ve dolayısıyla elleridir. 

Ümmü’l-mü’minîn Âişe (r.anha) şunları anlatır: “Bir gün Esmâ bint Ebi Bekir (r.anha) Allah Rasûlü’nün (sav) yanına girmişti. Üzerinde ince bir elbise vardı. Rasûlullah (sav) onu görünce yüzünü çevirdi ve: “Ey Esma! Kadın buluğ çağına eriştiği zaman, sâdece şunları göstermesi câiz olur” buyurdu. Rasûlullah (sav) bunu söylerken yüzünü ve ellerini işâret etmişti. Ulemâ bundan kadınların sâdece el ve yüzlerinin avret olmadığını, dolayısıyla onların yabancı erkekler tarafından görülmesinde bir mahzur olmadığını söylemişlerdir. Bununla birlikte el ve yüzün makyaj vs. ile yaratılışının değiştirilmesi, süslü hâle getirilmesi “zînet” hükmünde olur ve bu hâliyle mahremi olmayanlar tarafından görülmesi yasaktır. 

  • “Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar.”

Mü’min kadınlara yönelik ikinci emir, başörtülerinin, başlarını, boyunlarını ve göğüslerini örtecek şekilde başları üzerine konulmasıyla ilgilidir. Âyet-i kerîmede başörtüsü mânâsında kullanılan kelime, kadınların hem başlarını hem de elbiselerinin göğüs yırtmaçları arkasındaki göğüs aralarını kapatan örtü mânâsındaki “humur” kelimesidir ve “himar”ın çoğuludur. 

Müfessirlerin açıkladıklarına göre câhiliye devrinde kadınlar, başörtülerini arkadan bağlarlardı. Bu yüzden de ön taraflarındaki elbise yakalarının birleştiği göğüs araları açıkta kalır ve herkes tarafından görülürdü. Nakledildiğine göre Ümmü’l-mü’minîn Âişe (r.anha) şöyle demiştir: “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet etsin. Allah Teâlâ “Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar.” âyetini indirdiği zaman, onlar, dışa giydikleri kalın elbiselerini ortalarından bölmüşlerdi de bunlarla başlarını örtmüşlerdi.” Yine Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: “Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ediyorduk. Hz. Âişe dedi ki: Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allâh'a yemîn olsun ki, Allâh'ın kitâbını daha çok tasdîk eden ve bu kitâba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha fazîletlisini görmedim. Nitekim Nûr sûresindeki “Kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar” âyeti inince, onların erkekleri bu âyetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allâh'ın kitâbını tasdîk ve ona îmân ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamber’in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı.”

  • “(Zînetlerini,) kocalarından, babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından, … başkasına göstermesinler.”

Allah Teâlâ mü’min kadınlara yönelttiği bu üçüncü hitâbında kendiliğinden görünenler dışında, zînetlerini ve dolayısıyla vücutlarından zînet takılan yerleri, yakın akrabâları dışında hiçbir yabancı erkeğe göstermemelerini emretmiştir. Fazla süslenmeden ve aşırıya kaçmadan zînetlerini gösterebileceği kimseler, mahremleri yâni üzerlerine nikâhlanması haram olan akraba erkeklerdir ki bunlar, âyet-i kerîmede zikredildiği gibi sırasıyla kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğullarıdır. Akrabâlar arasında amca ve dayı zikredilmemiş olsa bile bunlar da kadının babası ve oğlu gibidirler.

Mü’min bir kadının yine mü’min kadınlar yanında zînetlerini açmasında ve onlara göstermesinde herhangi bir mahzur yoktur. Ancak onun yüzünden ve ellerinden başka vücûdunun herhangi bir yerini kâfir bir kadına göstermesi câiz değildir. Ona gösterdiği takdirde bu, onun mü’min kadını kocasına tavsîf etmesi ve kocasının da sanki ona bakıyormuş gibi olması mânâsına gelir.  

Hz. Ömer’in (ra) Ebû Ubeyde b. Cerrah’a yazdığı mektupta: “Bana ulaşan haberlere göre senin taraflarında Müslüman kadınlar, müşrik kadınlarla birlikte hamama giriyorlarmış. Bunu derhal yasakla! Allâh'a ve âhiret gününe îmân etmiş bir kadının avret yerine, kendi dîninden olan kadınlar dışında başka dinden olanların bakmaları aslâ helâl olmaz.” 

Allah Teâlâ mü’min kadınların, yakın akraba ve bazı özel durumları bulunan yabancı erkekler dışında, zînetlerini hiç kimseye göstermemelerini emrettikten sonra, onlara, dikkatleri üzerlerine çekerek fitne ve fesâda sebep olacak başka bir davranışı da hatırlatmış ve gizledikleri zînetlerin bilinmesi için, ses çıkaracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümekten onları menetmiştir. Ayak bileğine takılmış halhal ile sokakta yürürken, ayakları yere vurarak halhalın ses çıkartmasını ve bu sesle o civarda bulunan insanların dikkatlerini üzerine çekerek kendilerine bakmalarını sağlamak, câhiliye devri âdetlerindendi. Bu davranış içine giren kadın hiç şüphesiz başkalarının kendisine bakmasından zevk aldığı gibi, şehevî duygularını da açığa vurmuş olur ki bunun da nasıl bir sonuca ulaşacağını yâhut fitne ve fesâda yol açacağını tahmîn etmek güç değildir. 

Burada şu husûsa da dikkat etmek gerekir ki ayakların yere vurulmasındaki kasıt, başkalarının dikkatini çekmek ve onların bakmalarını sağlamak olunca, âyet-i kerîmede zikredilmemiş olsa bile, kadının, bu netîceyi verecek başka davranışlarını da haram olan ve menedilen davranışlardan saymak gerekir. Yüksek topuklu ayakkabı giymek, yolda yürürken bir takım el-kol hareketleri yapmak, aşırı derecede koku sürünmek, yol kenarından yürümek yerine yol ortasından yürümek, yüksek sesle konuşmak ve akla gelebilecek dikkat çekici başka davranışlarda bulunmak, bunların hepsi de mü’min kadınların sakınması gereken davranışlardandır.  Bunlara ilâve olarak hadislerde: “Her göz yabancı bir kadına bakarak göz zinâsı işlemiştir. Bir kadın da güzel kokular sürünerek erkeklerin yanından geçerse o da aynen bakan erkekler gibi zinâ etmiş gibidir.” uyarısı yapılmaktadır. 

Sonuç olarak evlilikte bütün kerâmeti “nikâha” bağlamak, büyük hatâdır. Nikâhın meydana getirdiği iyi geçinmeyi ve sevgiyi kuvvetlendirmek için yukarıdaki hususlara özen göstermek gerekmektedir.

Not: Bu yazının hazırlanmasında Prof. Dr. Talat Koçyiğit’in Kur’ân-ı Kerîm Meâl ve Tefsîri’nden istifâde edilmiştir.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak