Ara

AİLEYİ KORUMAK – 1

AİLEYİ KORUMAK – 1

“Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar.”

Günümüz âile araştırmalarında, âileleri zayıflatan etkenlerin en başında ekonomik sebepler olduğu görülmektedir. Bunun için kadınların çalışma hayâtında daha etkin ve aktif olmaları teşvîk edilmektedir. Böylece maddî yönden güçlenen kadınların kurdukları âilelerin de güçlü olacağı iddia edilmektedir.

Hâlbuki İslâm’ın âileyi korumayı temin edeceğini haber verdiği yolların en etkilisi zinâya son vermektir. Allah Teâlâ zinâyı yasaklamıştır ve merhametinin bir tecellîsi olarak insanı, zinâyı insanın temiz fıtratına ve akl-ı selîmine aykırı bir davranış olarak kabûl edecek bir duygu ile yaratmış, zinâya sebep olabilecek bütün davranışlara da “fuhşiyyat” adını vermiştir. Bunun için İslâm’da zinânın önü, sâdece zinâ fiilinin yasak olması ve ona en ağır cezânın verilmesi ile değil, zinâya götürecek yolların da menedilmesiyle kesilmiştir. Nitekim bu konuda son derece hassas olan Müslümanlar, ister zengin ister fakir olsun, dünyânın en sağlam evlilik bağlarını kurmuşlardır.

Zinâya götürecek davranışların neler olduğu ve bunlar karşısında Müslümanların nasıl bir davranış içinde olması gerektiği, Kur’ân-ı Kerîm’in 24. sûresi olan Nûr sûresinde anlatılmaktadır. Bunun için Nûr sûresi, İslâm toplumunu meydana getiren erkek ve kadınlara, aslî vazîfelerinden en başta gelenlerini öğreten sûre olarak tanımlanır. Sûre öncelikle ırz, nâmus ve âile ile ilgili meselelere dikkat çeker ve bunları korumak için Müslümanların nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatır. Toplumların bünyesini kemiren, çürüten, her türlü ahlâkî kötülüklere sürükleyerek sonunu getiren şeylerin ilkinin “zinâ” olduğunu haber verir. Zinânın ne denli çirkin şeylere sebep olduğuna dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz (sav)’den rivâyet edilen bazı hadisler şöyledir: “Ey insanlar topluluğu! Zinâdan uzak durunuz. Çünkü onda altı tâne kötülük gizlidir. Zinâ yapanlar bunların üçü ile dünyâda, üçü ile de âhirette karşılaşırlar. Dünyâdakiler şunlardır: Zinâ, kişinin yüzündeki nûru alır/çirkinleştirir, fakirliğe sebep olur, ömrü kısaltır. Âhirette de Allâh'ın gazabına, hesâbın kötülüğüne, cehennemde ebedî kalmaya sebep olur.” Bir başka hadiste: “Ümmetimin amelleri bana her cuma günü iki defa arz olunur. Allâh'ın en fazla gazabını çeken fiilin zinâ olduğunu gördüm.” Bir başka hadiste ise: “Allah Teâlâ, Şaban ayının on beşinci gecesi olduğunda, şu beş grup: büyücülük yapanlar, gelecekten haber verenler (fal bakanlar), anne ve babaya âsî olanlar, içki içenler ve zinâda ısrâr edenler dışında Kendisine şirk koşmayan ümmetimin tamâmının günahlarını bağışlar.”[1] buyurmaktadır. 

“Mü'min Erkeklere Söyle!”

Allah Teâlâ Nûr sûresinin 30. âyetinde Peygamberi vâsıtasıyla mü’min erkeklere, kendilerini fuhşiyyattan (Arapça fuhuş kelimesinin çoğulu olan fuhşiyyat, çok çirkin ve kötü iş veya söz, kötü ahlâk, günah, Allâh'ın menettiği şey ve zinâ anlamlarına gelmektedir. Fâhişe kelimesi ise ahlâksız kadın anlamına gelir.) korumaları için uymaları gereken hususları şöyle beyan etmiştir: 

“Mü'min erkeklere söyle, harama bakmasınlar ve ırzlarını da korusunlar. Bu onlar için daha temizdir. Şüphe yoktur ki Allah, onların ne yaptıklarından hakkıyla haberdardır.”

Görüldüğü üzere Allah Teâlâ’nın bu hitâbı “îmân eden erkeklere” yâni Müslümanlara yöneliktir. Bunun anlamı şudur: Allâh'a olan îmânınız ve onun emir ve yasaklarına uymak konusundaki titizliğiniz dolayısıyladır ki size îmân edenler diye hitâb edilmiştir. Bu îmânın bir gereği olarak sizler, Allâh'ın bu emrine uymalı ve harama bakmaktan sakınmalısınız!

Gözleri Haramdan Sakındırmanın Anlamı:

Yukarıda işâret edildiği üzere zinâya götüren pek çok davranış vardır. Dolayısıyla zinâ, pek çok haramın işlenmesinin sonucunda ortaya çıkan büyük bir günahtır. Tefsirlerdeki açıklamalara göre bu âyet erkeklere evlerinin gerek dışında gerek içinde, gerekse de başkalarının evlerinde oturup kalkarken, harama bakmamalarını, ayıp bir şey gördüklerinde gözlerini dikip bakmamalarını emretmektedir. Kısaca, kazâyla bile olsa bakmaları helâl olmayan şeyler gördüklerinde gözlerini başka tarafa çevirmelidirler. Çünkü gözler, her fırsatta harama yönelir ve harama gözlerini dikerse, bu durum kişiyi fuhşa ve zinâya teşvîk eder. Zinâdan korunmanın ilk önlemi gözlerin harama bakmamasıdır. Hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz: “Allah gözlerin hâinliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.” (Ğafir, 40/19) 

O halde bu âyet, bir Müslümanın kendini zinâdan koruması için öncelikle gözlerin bakışlarını Allâh'ın emrettiği şekilde terbiye etmesi gerektiğine işâret etmektedir.

Unutulmaması gereken bir diğer husus da gözlerin zinâya yatkın bir fıtratta yaratılmış olmasıdır. Rivâyete göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğluna zinâdan nasîbi takdîr olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise bunu ya gerçekleştirir ya da boşa çıkarır.” (Buhârî, İsti’zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43) 

Herhangi bir Müslümanın; gizli bir yerde veya insanların önünde -nerede olursa olsun- en küçük teferruâtına kadar bütün hareketlerinin dâimâ göz önünde ve kayıt altında olduğundan en küçük bir tereddüdü yoktur. Ancak şurası da gerçektir ki, bir erkek gözlerini ne kadar haramdan korursa korusun, bazı hallerde onun korunması gereken bir haramla karşı karşıya kalması kaçınılmaz olur ve kasıtlı olmasa bile ona bakmaktan kendini alamaz. İşte bu gibi durumlarda günaha girmemek için gözünü ondan hemen çevirmesi ve ona bakışını sürdürmemesi gerekir. Çünkü rivâyete göre Cerîr b. Abdullah (r.a): “Ben Rasûlullâh’a (sav) ansızın, kasıtsız olarak harama bakmanın hükmünü sordum da Rasûlullah (sav) bana gözümü çevirivermemi emretti.” demiştir.

Rasûlullah (sav) lüzumsuz bakışların kalp için ne derece zararlı olduğunu şöyle ifâde eder: “Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle bunu terk ederse Allah ona kalbinde halâvetini hissedeceği bir îman bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875) Ebû Umâme’den nakledilen bir başka hadîsinde de Hz. Peygamber (sav): “Gözü bir kadının güzelliğine takılıp da hemen gözünü ondan çeviren hiçbir Müslüman yoktur ki bunun peşinden Allah ona, tadını kalbinde hissedeceği bir ibadet bahşetmemiş olsun.” buyurmuştur. Buna göre îmânın tadını kalpte duymanın yolu, gözleri haramdan korumaktır.

İlk sûfîlerden olan Ebu Bekir Şiblî’ye (334-946) bu âyetin ifâde ettiği mânâ sorulduğunda “baş gözlerini haramlardan, kalp gözlerini Allah’tan gayri şeylerden çeksinler” diye cevap vermiştir. Nakşibendî Muhammed Bahaeddin (ö. 791/1389) hazretlerinin nasihatleri içinde olan “nazar ber kadem”; gözü uygunsuz, günâhı mûcip yerlere bakmaktan ve gönlü karartmasından men etmek için gözlerin ayakları ucuna bakması demektir. Gözlerini muhafaza edemeyenler, kalplerini, gönüllerini muhafazaya imkân bulamazlar denmiştir.

Günümüzde bize düşen; sâdece sokakta değil, evde televizyonlar, ellerimizde telefonlar ve bilgisayarlar yoluyla kalbimizin kararmasına fırsat vermemek, her an fitne ve yoldan çıkmaya açılan ilk pencereyi kapatmak, zehirli oku hedefine ulaştırmamaktır. 

Irzı Korumanın Anlamı 

“… ve ırzlarını da korusunlar.”

Âyette ırz kelimesini ifâde eden “ferc” kelimesi hakîkat olarak cinsel organlar, mecaz olarak da iffet ve nâmus anlamına gelir. Âyet bize mahremiyet sınırının bakışları kontrol etmekle başladığını haber verdikten sonra avret mahallinin korunmasını emretmektedir. Bu da sâdece zinâ ve benzeri fiilleri değil, kılık kıyâfet ve örtünme konusunu da içine almaktadır. Irz ve nâmusu muhafaza etmek söz konusu olduğunda bunun, iffetli olmakla mümkün olacağı haber verilir. Çünkü iffetli olmak, kişinin kendisini haramdan koruması yanında başkalarını da kendisi sebebiyle harama düşürecek davranışlar içinde olmamak anlamına gelir. Bu bakımdan zinâya götüren davranışlardan sakınmak iffetli olmakla alâkalıdır. Rivâyetlere göre Sevgili Peygamberimizden (sav) çok duyulan duâlardan biri de “Allâhım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.” duasıdır. Burada şu soru sorulmalıdır:

Müslüman Bir Erkeğin Kıyâfeti Nasıl Olmalıdır?

Sevgili Peygamberimiz (sav) namazda erkeklerin kıyâfetlerinin nasıl olması gerektiğini de açıklamıştır. O'nun “Sizden biriniz omzuna bir şey almadan, bir tek elbiseyle namaz kılmasın!” şeklindeki uyarısı dikkat çekicidir. Buradan anlaşılan, namaz kılanların kıyâfetleri en güzel hal üzere olmalıdır. Bu sünneti yerine getiren imamlar, namaz kıldırırken üzerlerine cübbe giymektedirler ki bu, Allah Rasûlü’nün istediği giysidir. Sâdece imamlara has değildir.

Erkeklerde korunması ve örtünmesi farz olan avret mahalli, göbek altından dizlere kadar olan bölümdür. Bu bilinen en az miktârıdır. Fazlasını örtmek müstehabdır. Böyle olduğu bilinmekle berâber Müslüman erkekler, Müslüman vakarını zedeleyecek her türlü görüntüden sakınırlar.

İslâm’da asıl olan şey, giyilebilecek her şeyin câiz ve helâl olmasıdır. Ancak şunlar yasaktır: İpek giysiler erkeklere haramdır. Kadınlar gibi şeffaf giysiler veya dar giysiler giymezler. Çünkü bu örtünmek demek değildir. “Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır” hadîsi ışığında bir Müslüman, kâfirlere has bir simge ve özellik taşıyan herhangi bir şeyi giyemez. Çünkü bu onları taklîd etmek anlamına gelir. 

Sahabe efendilerimizden rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav) “kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etmiştir.” Dolayısıyla erkeklerin kadın giysisi giymeleri veya herhangi bir şekilde kendilerini kadınlara benzetmeleri haramdır. Ayrıca “şöhret elbisesi” adı verilen kıyâfetleri giymek haramdır. Şöhret elbisesi; herkesin ona bakması ve tanıması için giyilen elbisedir. 

Bunlardan başka fötr ve benzeri şapkaları giymek, dövme yaptırmak, gayrimüslimlerde görülen saç şekillerini uygulamak, son zamanlarda ortaya çıkan babet adı verilen çoraplardan giymek, paçaları kısaltmak gibi önüne çıkan her tip insanı ve giysiyi şuursuzca taklit etmek, Merhum İskilipli Âtıf Hoca’nın dediği gibi ruhtaki bozuluşa alâmettir. Bütün bunlar, müstakil bir şahsiyet inşâ eden İslâm düşüncesine zıt düşmekte, Müslüman ve kâfir ayrımını sıfırlamaktadır. Acıdır ki bugün, insanların gözünde itibar kazanmak (prestij) için azıcık ondan azıcık bundan faydalanmaya çalışan bir dindar tipi (belki liberal kelimesi uygundur) ortaya çıkmıştır. Bu durum ise gayrimüslim toplumlarda görülen bütün fuhşiyyâtı bize, hattâ evlerimize taşımaktadır. Gittikçe yaygın bir hal alan bu durum, İslâm cevherine sâhip olmanın ne denli önemli olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Not: Devâm edecek. 

[1] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, XII, 167.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak