Ara

Âile Fakültesi

Âile Fakültesi

Âile ortamı bir okuldur. Orada her gün dersler işlenir ve arada bir sınav oluruz farklı farklı sorunlarla. Okul hayâtı bitmeden sorular, dünyâ hayâtı bitmeden de sorunlar, problemler bitmez.

Hayat üniversitesinin âile fakültesi en sık ve en zor soruların geldiği birimdir. Bu fakültedeki soruları doğru cevaplayanlar ve fakülteyi başarı ile bitirenler, öte tarafta farklı ödüllendirileceklerdir şüphesiz.

Âile fakültesinin okkalı soruları vardır.

Eşler, birbirine sorulmuş en ağır sorulardır. Eş sorusunu doğru cevaplayan ve doğru çözen kişinin çözemeyeceği soru yoktur. Anne, baba ve çocuk soruları daha sonra gelir...

Zîrâ eşler her şeylerini birbiri ile paylaşır ve her biri diğerini avucunun içi gibi bilir. Bu denli yakın bir ilişkiye rağmen güven ve saygınlığı korumak, sevgi ve saygı dengesini sağlamak ve bunu nerede ise bir ömre sığdırmak her babayiğidin, her hâtunun işi değildir.

“Merhumu veya merhumeyi nasıl bilirsiniz?” sorusuna Câmi avlusunu ağzına kadar dolduran cemaatin verdiği cevâbın, eşinizin yüreğinde yankılanan cevap kadar önem ve değeri olamaz kanaatindeyim.

Eşiniz, anne babanız, çocuklarınız ve kapı komşunuz, içlerinden gele gele “İyi biliriz!..” diyorlarsa, Câmi avlusundan başka türlü bir ses gelmez zâten.

Cesâretimiz varsa, daha bu dünyâda iken test edelim hakkımızdaki şâhitliği, tıpkı Hazreti Peygamber’in (sav) yaptığı gibi. Vedâ hutbesinde toplanan yüzbinlerce arkadaşına, “Size karşı olan görevimi tam olarak yaptığıma şâhitlik eder misiniz?” diye üç defa ardı ardına sormuştu.

Bütün samîmiyet ve içtenlikleri ile arkadaşlarından gelen “Evet, şâhitlik ederiz!..” cevâbı, onu hem sevindirmiş hem de duygulandırmıştı.

“Sana olan eşlik görevimi tam olarak yaptığıma dâir şâhitlik eder misin?..” sorusuna, içten gelecek olan bir “Evet!..” cevâbını duymak her kulağa nasip olmaz.

Okulda sâdece matematik dersini çalıştığımız kadar eşimizi anlamak için zaman ayırmış olsak, nice sorunlar ya yaşanmaz ya da uzun ömürlü olmazdı.

Târih birçok evde hep tekerrür eder. Evliliğin ilk yıllarındaki sorunlar doğru yöntemlerle çözümlenmediği için, ölünceye kadar her seferinde gündeme gelir ve aynı süreç bir kez daha yaşanır. Baskı, şiddet, hiddet, dayatma, şantaj, korkutma, mahrum bırakma, aşağılama, sindirme gibi ilkel yöntemler kullanarak “çözdüm” dediğiniz sorunların, daha ağır ve karmaşık şekilde ileride tekrar karşınıza çıkacağından hiç şüpheniz olmasın.

Evrenin Hâkimi, bir tohuma veya yumurtaya bir potansiyel güç yerleştirdiği gibi, insanoğluna da binlerce kâbiliyet ve yeteneği potansiyel olarak dercetmiştir. Daha sonra da bu kâbiliyetin ortaya çıkması için uygun ortam ve şartlar hazırlamıştır.

Kayısı çekirdeğinin potansiyelinin, altın bir kâsede, güvenli bir ortamda yıllarca bekletilerek ortaya çıkması mümkün olmadığı gibi, insandaki bunca gizli kâbiliyetler de problemsiz bir ortamda ortaya çıkmayacaktır.

Çekirdek toprak altına atılacak, orada mücâdele verecek, risklerle karşılaşacak ve onca engele rağmen dal budak salarak meyvesini verecektir.

Unutmayalım ki, her çekirdek kendine özgü toprak ve iklim ister.

Aynen öyle de bizim mâhiyetimizde gizli bulunan kâbiliyet potansiyeli de özel bir iklim ve ortam istemektedir. Bu iklimi oluşturan en önemli unsur ise eş, anne baba ve akraba çevresidir.

Kim bilir, belki sizdeki kâbiliyet ancak ve ancak şu anda evli olduğunuz eşiniz ile oluşan ortamda açığa çıkabilecektir. Yaşadığınız zorluklardan kurtulmak için ondan boşanıp bir başka ve çok uyumlu bir eş ile evlenebilirsiniz. Hiçbir sorun da yaşamayabilirsiniz; ama durumunuz altın kâsede, güvenli bir ortamda bekletilen kayısı çekirdeğinden farksız olmayacaktır. Milyon sene geçse de altın kâsedeki çekirdek ağaca dönüşmeyecektir.

Toprağın üstünde dal budak salarak yükselmek isteyen çekirdek, toprağın altındaki mücâdeleyi göze almak zorundadır. Ben zorluklara gelemem, toprağın altına giremem diyen çekirdek ise, yine toprağın altına girmekten kurtulamayacaktır.

Zîrâ eninde sonunda çürüyecek ve toprağa karışacaktır, ama diriliş kâbiliyetini yitirmiş olarak.

Doğduğumuz zaman, mekân ve kültür ortamından, doğumumuza vesîle olan anne baba ve hayâtımızı birleştirdiğimiz eşimizin kişiliklerine kadar her adımın, hiçbir fiili hikmetsiz olmayan Evrenin Hâkimi tarafından, bize en uygun şartlar olarak sunulduğu inancındayım.

Her tohumun cinsine göre uygun toprak ve iklim var eden Yaratıcı, bünyesinde kâmil insan meyvesini barındıran insan potansiyelinin açığa çıkma sürecini tesâdüfe havâle eder mi? Elbette ki, ona özel ve uygun ortamlar var edecektir.

Unutulmamalıdır ki değişen, dönüşen ve olgunlaşan tohumdur, toprak değildir. Tohumun hedefi toprağı ve iklimi yok etmek değil, mevcut şartlarla mücâdele ederek kendini değiştirmek ve olgunlaştırmak olmalıdır.

Aynen öyle de kişiye düşen; eşini, anne babasını, çocuklarını değiştirmek değil, onları olduğu gibi

kâbul ederek, uyumlu yaşamak için çıkış yolları aramaktır ki, kâmil insan olmaya giden yolun ta kendisidir bu yaklaşım. Zîrâ Yaratıcı da bizden bunu istemektedir.

Tıpkı bir öğrenci gibi, karşımıza çıkacak her soruyu doğru cevaplamak için çalışmak ve mücâdele etmektir. Öğrencinin amacı sorularla kavga etmek ve onları değiştirmek değil, soruları olduğu gibi kâbul ederek onlara doğru cevaplar aramaktır ki, bütün değişim ve dönüşümün anahtarı bu sırda gizlidir.

Öğrencinin cihâdı ders çalışıp soruları doğru çözmek, mü’minin cihâdı ise içindeki insânî potansiyeli harekete geçirerek, sorunları ve problemleri doğru çözmektir. Sorulara doğru cevap veren öğrenci doktor, mühendis, öğretmen olurken, sorunlara doğru cevap veren insan ise kâmil, olgun ve erdemli bir birey olur.

Soruları cevaplamak yerine onlarla kavga eden, eleştiren ve değiştirmeye çalışan ve hattâ öğretmeni tenkit eden öğrenci, örsü kırmak için kafası ile vurmaya çalışan adama benzer.

Kafasını örse vuran, örsü değil kafasını kırar.

Evet, kaderi tenkit eden, başını örse vurur kırar...

Ferhat Aslan (Ocak 2017) Âile Danışmanı ve Psikoterapist

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak