Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî İslâm ahlâkını bir bütün hâlinde hayâtında görünür hâle dönüştüren bir ahlâk âbidesidir. Gerek ferdin gerekse cemiyetin İslâm ahlâkıyla meczedilmesini öngörmektedir. İnsanların birbiriyle ilişkilerini ahlâkî güzellikler üzerinde temellendirmektedir. “İnsan insanın kurdudur” felsefesi yerine “İnsan insanın yurdudur” anlayışını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İnsanlığın çatışma, ayrışma ve şiddet kültürü üzerine değil kardeşlik, dostluk ve barış çizgisinde hareket etmesini ister. Ben duygusuyla değil biz rûhuyla hareket edilmesini ister. Ötekileştirmeyi değil kardeşleşmeyi öne çıkarır. Başkasının hatâlarını gözümüzde büyütmeyi değil kendi kusurlarımızla meşgûl olmayı ister. Başkalarına yönelik değerlendirmelerimizin nefsimizin yansıtmasıyla gerçekleşeceğini belirtir. Nefsi ıslâh edilmiş olanlar başkalarına nazar ettikçe kendi güzelliklerini yansıtırken, nefsinin arzularına kendilerini kaptırmış olanlar başkalarında nefsinin çirkinliklerini görürler. Bu gerçekten hareketle Mevlânâ bakış açılarımızı şu şekilde betimlemektedir: “Ey adam! İnsanlarda gördüğün birçok zulümler, senin huyundur. Sen, kendi huyunu onlarda görüyorsun. Senin varlığın, nifâkın, zulmün, gafletin onlara aksetmiştir.” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: I/beyit no: 1319-1320)
Başkalarının kötü karakterli oluşundan şikâyet etmek çözüm değildir. Başkalarının kötülüklerini gündeme getirmek çâre de değildir. Yapılması gereken mum olup karanlığı aydınlatmaktır. Toplumda müsbet anlamda gerçekleşecek ahlâkî değişim, güzel ahlâk sâhibi kişilerin örnekliği ile olacaktır. Ahlâkî terbiye sözlü aktarımlarla değil nümûne-i imtisâl olmakla sağlanır. Şöyle ki: “Kimi falan adamın huyu kötü, tabiatı fenâ diye şikâyet eder görürsen, bil ki bu şikâyetçinin huyu kötüdür. Kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor! Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fenâ tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir. Fakat şeyh, birisinin kötülüğünü söylerse bu, Allâh’ın emriyledir, kızgınlığa, hevâ ve hevese uymaktan değil! Onun şikâyeti, şikâyet değildir, onu ıslahtır. O şikâyet, peygamberlerin şikâyetine benzer.” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: IV/beyit no: 772-776)
Mevlânâ kötü ahlâklı insanlara seslenerek, çirkin huylu olmaktan bir an önce kurtulmalarını istemektedir. (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: II/beyit no: 802) Mevlânâ’ya göre güzel ahlâktan daha iyi bir ehliyet bulunmamaktadır. Bizleri amellerimizi görmekten, maharet ve hünerlerimize güvenmekten sakındırmaktadır. Hak yolunda hizmet etmeyi tavsiye etmekte ve işe yarayacak olanın güzel ahlâk olduğunu söylemektedir. (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: II/beyit no: 810-812)
Mevlânâ insanları sûretlerinin güzelliğine veya çirkinliğine göre değil sîretlerinin güzellik ve çirkinliğine göre değerlendirmemizi istemektedir. Yaratılışımız bizim elimizde değildir ama ahlâkımızı düzeltmek bizim vazîfemizdir. Herkes farklı yaratılmıştır. İnsanın teni, rengi, görünüşü ve bedensel özellikleri ön planda tutulmamalıdır. Nice güzel gözlüler yaşlanıp sonunda toprak olmakta, nice kusursuz bedenler hastalanıp perîşan olmaktadır. İnsanın bedeni emânettir. Kişinin bu emânete sâhip çıkıp vücûdunu hayırlı işlerde kullanması gerekmektedir. Dünyâ hayâtında ömür sürerken ten dünyâmıza değil ahlâkî kazanımlarımıza dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu gerçeği Mevlânâ çok güzel bir şekilde izah etmektedir: “Güzel ve iyi sûret, bil ki kötü huyla berâber olunca bir kalp akçe bile etmez! Çirkin ve hakîr bir sûreti olanın huyu güzel olursa, ona kurbân ol!” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: II/beyit no: 1018-1019)
Mevlânâ kötü ahlâklı olmayı diken metaforuyla îzâh etmektedir. Yollara dikilen dikenlerin büyüyüp gürbüzleştikçe gelip geçenleri rahatsız etmesi gibi kötü ahlâklı insanların her eylemi de cemiyete zarar vermekte, herkesi rahatsız etmekte ve ortamı perîşan kılmaktadır. Yol kenarlarına dikilen dikenleri kaldırmak için yöneticilerin ısrarlı girişimlerine rağmen haksız ve yersiz eylemlerde bulunanların oyalama ve savsaklama taktikleri gibi, kötü ahlâklı kimseler de ne laftan ne de uyarıdan anlarlar. Yapılan hatırlatmaları kulak ardına atar, oyalayıcı sözlerle yine bildiklerini yapmaya devâm ederler. Kötü ahlâklı insanların bu vurdumduymaz tabiatlarını Mevlânâ şu şekilde izah etmektedir: “Kötü huyların kökleri kuvvetlenmiş, onu kökünden söküp çıkarma kuvveti de azalmış! Bu iş, o tatlı sözlü fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer. Yoldan geçenler ona darılmaya başladılar; ‘Bu dikenleri sök’ diye bir hayli söylediler, fakat fayda etmedi. Her an o dikenler çoğalmakta, halkın ayağı dikenler yüzünden kanamaktaydı. Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta, yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı. Vâli ona, ‘Mutlakâ bunları sök’ dedikçe o: ‘Evet, bir gün sökerim’ diyordu. Bir müddet ‘Yarın, yarın’ diye vâde verip durdu. Bu müddet içinde diktiği dikenler kökleşti, kuvvetlendi. Vâli bir gün: ‘Ey vaadinde durmayan, beri gel, emrettiğimiz işi sürüncemede bırakma’ dedi. Adam dedi ki: ‘Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın!’ Vâli, ‘Hayır, acele davran, işi savsaklama. Sen, ‘Bu işi yarın görürüm’ diyorsun, ama şunu bil ki gün geçtikçe o dikenler daha ziyâde yeşeriyor, dikeni sökecek olan da ihtiyarlayıp âciz bir hâle geliyor. Diken her gün, her an yeşerip tâzelenmekte. Onu diken her gün perîşan bir hâle gelmekte, kuruyup kalmakta! Çabuk ol, zamânını geçirme’ dedi. Her kötü huyunu bir diken bil. Dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte. Defalarca kötü huydan perîşan bir hâle düştün, fakat duygun yok ki! Pek duygusuzlaştın. Çirkin huyundan başkalarını zarara soktuğundan, başkalarına mazarrat verdiğinden gâfilsen hiç olmazsa kendini yaraladığını bilirsin ya... Sen hem kendine azapsın, hem başkalarına! Ya baltayı al, ercesine vur, Ali gibi bu Hayber kapısını kopar. Yâhut bu dikeni gül fidanına ulaştır, sevgilinin nûrunu nâra kavuştur.” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: II/beyit no: 1226-1245)
Hiç kimsenin sırf iyi veya sırf kötü olmadığından bahseden Mevlânâ insanı ormana benzetmektedir. Ormanda her türlü hayvanın, her türlü bitkinin yetişmesi gibi insanda da iyi veya kötü her türlü meziyet bulunmaktadır. Ormandaki çeşitlilik gibi insanı ayrıca farklı karışımlara sâhip maden kütlesine benzeten Mevlânâ, madenin cinsini içerisindeki minerallerin yoğunluğuna göre tasnîf etmesi gibi insanın tabiatını da şahsiyetinin temâyülüne göre değerlendirmektedir. Şöyle ki: “İnsanın varlığı bir ormana benzer. Orada iyi-kötü her şey bulunur. ‘Rûhumdan ona üfürdüm.’ (Hicr, 29; Secde, 9; Sâd, 72) âyetinden haberin varsa, bu ilâhî nefesten feyz alıyorsan, insandan, bu karışık acâyip varlıktan çekin! İnsan varlığında binlerce kurt, binlerce domuz; temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfat/huy vardır. İnsan varlığında hangi huy üstünse hüküm, buyruk onundur. Bir maden karışımında da altın bakırdan fazla ise, o karışım altın sayılır. Senin varlığında hangi huy üstünse, o huya sâhip hayvanın şeklinde haşredilmen gerekir. İnsanda bir an olur kurtluk zuhûr eder. Bir an olur o, ay gibi Yûsuf yüzlü bir güzel hâline gelir. İnsanın gönlünde zaman zaman bir başka çeşit huy baş gösterir. İnsan bâzan şeytan olur, bâzan da melek. Bâzan da tuzak kesilir, canavarlaşır.” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: II/beyit no: 1416-1420, 1426)
“Ağaç yaşken eğilir” atasözünden hareketle Mevlânâ kötü huyların işin başında düzeltilmesi gerektiğini söyler. Yapılan yanlışlıklar âdet hâline dönüşünce artık onların birer karakter dokusuna bürüneceğini söyler. İşlenen kötülükler vakit kaybedilmeden düzeltilmeli, yanlışlıklar giderilmeli ve zamânında adım atılmalıdır. Kötülükler işlenmeye devâm edildikçe insan o kötülüklerle artık aynîleşmekte ve onlardan kurtulması mümkün olmamaya başlamaktadır. Mevlânâ der ki: “Kötü huy, âdet edinildiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir.” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: II/beyit no: 3459)
Bedeni uzuvlarıyla uyumlu yaratan Allah her bir insanı da huyları ile bir bütün olarak değerlendirmektedir. İnsan fıtratının asâletine büründüğü zaman rûhunu asîl kılar. Fıtratının temizliğinden yoksun kalınca rûhunu nefsinin zebûnu hâline getirmeye başlar. O zaman işe ahlâk terbiyesi ile başlamak gerekmektedir. Ahlâkî terbiye uzun soluklu ama en asil bir uğraşı alanıdır. İnsanın fıtrata yolculuğu, ahlâkî güzellikleri tam ve kâmil bir şekilde elde etmekle sağlanır. İnsanın kendisi ile davranışları arasındaki bu uyumdan Mevlânâ şu şekilde bahsetmektedir: “Uzuvlar ile bedenler tam uygundur. Huylar ile canlar, tam birbirine denktir. Rûha münâsip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak yaratan Allah’tır. Allah mâdem ki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o hâlde onu, göz ile kaş gibi yerinde ve birbirine münâsip bil! Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allâh’ın yazdığı harfler birbirine tam münâsip!” (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: III/beyit no: 2773-2776)
Mevlânâ ahlâkî dönüşümde çevrenin etkisine inanmaktadır. İnsan çağının ve bulunduğu ortamın ürünüdür. Bu yüzden o, muhâtablarına düşüp kalktığı adamlara dikkat etmelerini, konuşup görüştüğü insanları iyi seçmelerini tavsiye etmekte, herkesin kiminle berâber oluyorsa ona benzeyeceğini, insan gönlünün takdir edilen insanların davranışlarıyla şekilleneceğini ifâde etmektedir (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: V/beyit no: 2636). Çâre olarak ise bizlere Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmayı, Peygamber Efendimiz’i terbiye eden Rabbimizin ahlâkî öğretilerine uymayı tavsiye etmektedir. (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: VI/beyit no: 1420) Tenine gül kokusu süren insan nasıl gül kokarsa, insanın dostunu da iyi seçmesi gerekmektedir. İyilerle yoldaş olan iyilerden, kötülere eşlik eden ise rezillerden olacaktır. (Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, 1998: VI/beyit no: 3007)
Sonuç Olarak
Mevlânâ, bir sûfî olarak, ahlâkımızı güzelleştirmeyi istemektedir. Îmânımızın ve ibâdetlerimizin bizlere kazandıracağı en önemli meziyet güzel ahlâktır. İlâhî terâzide güzel ahlâktan daha ağır gelecek bir kıymet olmadığı gibi, her dönemde ferd ve cemiyet hayâtında güzel ahlâktan daha değerli bir nizam da bulunmamaktadır. İnsanın adâletli, insaflı, merhametli, şahsiyetli, onurlu ve gayretli olması kendisinden istenmektedir. Kişide ahlâkî güzelliklerin görülmesi için de öncelikli olarak kişinin kötü hasletlerden soyutlanması gerekmektedir. Mevlânâ’ya göre yegâne kurtuluş, ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderilen Peygamber Efendimiz’in (sav) sünnetine sımsıkı sarılmak ve ona benzemeye çalışmaktır.
Haziran 2021, sayfa no: 16-17-18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak